Şair Eşref’e, “Abdülhamit’in torunu doğmuş.” demişler.
– Öyle mi? Adını ne koymuşlar?
– Ertuğrul.
– Eyvah! Biz sonuna geldik sanıyorduk. Desenize baştan başlayacağız!
Daha önce de aktardığımız bu öykücüğü (anekdot), YeniGün okurları için yinelemek istedik.
Bir hanedan bile olsa Osmanlı, bizim geçmişimiz.
‘Yeni Osmanlıcı’ diye tanımlanan kişiler, 2021 Türkiye’sinde laikliği hallaç pamuğu gibi atıyor.
Anayasa bütünüyle yürürlükten kalktı da haberimiz mi yok?
ANAYASA NE DİYOR
Anayasamızın 136. Maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB), “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmesini” öngörüyor.
Buna karşın, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş‘ın en hafif nitelendirmeyle ‘ayrımcılık’ içeren konuşmaları ortada.
Anayasamızın 2’nci Maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin “Atatürk milliyetçiliğine bağlı (…) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazılı.
Kısa tanımıyla ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ demek olan “laiklik”te; Prof. Dr. Sina Akşin’e göre (1), “Herhangi bir din, mezhep ya da tarikat, devlet işlerine kesinlikle karışamaz, kendisi için bir ayrıcalık isteyemez. Devletin yasaları, uygulamaları, bir dine ya da mezhebe göre olamaz.”
LAİKLİK OLMAZSA…
Peki, (zaten kâğıt üzerindeki) laiklik kalkar da yine Akşin’e göre bir ‘Orta Çağ kurumu’ olan “şeriat” düzeni kurulursa ne olur (2):
* Köleliğin benimsenmesini geçtik diyelim… Zina yapan kadınlar, yarı bellerine değin gömülüp taşlanarak öldürülür (recm).
* Hırsızların eli kesilir.
* Erkekler dört kadınla evlenebilir. Erkeğin ‘boş ol’ demesiyle kadın boşanmış olur. Kadının böyle bir hakkı yoktur.
* Mirasta erkekler tam pay, kadınlar yarım pay alır.
* Erkeğin tanıklığı, iki kadının tanıklığıyla eşit değerde sayılır.
* Dayak bir ‘tedip’ yani ‘edeplendirme’ aracı olarak kabul edilir ve örneğin erkek, söz dinlememekte ısrar eden karısını dövebilir. (…)
KADINI DIŞLAMANIN SONU
Bu gün molla düzeniyle yönetilen komşu İran‘da ve Taliban Afganistan’ında uygulandığı üzere şeriat, kadını tamamen eve kapatma odaklı. Sözü yine, değerli bilim insanı Akşin’e bırakalım (3):
“Kadının, kalkınma yarışının dışına itilmesi, Türkiye’de nüfusun yarısının kalkınma yarışına katılmaması demektir. Tek ayakla yarışılabildiği görülmemiştir. Bu durumdaki Müslüman ülkelerin ileri, uygar ülkeler arasında yer alma umudu yok demektir. Bir de şu var: Kadının toplum hayatından soyutlanması, onun kültür düzeyinin de düşürülmesi demektir. Oysa erkek çocuklar dillerini (ana dili) analarından öğrenirler, babalarından değil. En önemli kültür aracı, dilimizdir. 500 sözcük bilen ananın yetiştireceği erkek çocuk başka, 1500 sözcük bilen ananın yetiştireceği çocuk başka olacaktır. Demek ki kadınların eve kapatılması, erkeklerin de düzeyinin düşmesiyle sonuçlanacaktır.
Laikliğin ikinci önemli yararı, bütün dinler ve dinsel gruplar karşısında devletin tarafsızlığını sağladığı için iç barış ve huzurun güvencesi olmasıdır.”
Başka söze gerek var mı!
Belki, insanlık onuruyla bağdaşmayan köktendinci devlet düzenlerinin, en acımasız şiddeti yöntem olarak benimseyenlerce uygulandığını –veya uygulayanların başka umarlarının olmadığını- eklemek gerekiyor. Bu konuda son örnek, Afganistan’da 39 milyonluk nüfusu, 70 – 80 bin kişilik vahşi Taliban’ın tutsak alması.
21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde, laikliği bırakın böylesine yıpratıp ağır yaralamayı, tartışma konusu yapmak bile Türkiye’ye yakışmıyor.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Tv’deki bir turizm şirketi reklamında yazılı dipnot:
“Montenegro, Türk vatandaşlarından vize kabul etmemektedir.”
Adriyatik Denizi kıyısında bulunan söz konusu ülkeye biz, Montenegro yerine Türkçe, Karadağ diyoruz.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin 1990’larda parçalanmasının ardından bir süre Sırbistan ile ortak bir ‘çatı devlet’ oluşturan Karadağ, 2006’daki referandumla bağımsız olmuştu.
Karadağ ile Türkiye arasında vize anlaşması var. Söz konusu reklam filmindeki dipnotta, hem bilgi hem de dil yanlışı bulunuyor. Tümcenin doğrusu:
“Karadağ, Türk vatandaşlarından vize istememektedir.”
UTANÇ KARŞILAŞMASI
Bir ülkede yozlaşma başlayınca hemen her alana sinsice yayılıyor.
Türkiye Ulusal Futbol Takımı, 2022 Dünya Kupası Elemeleri çerçevesinde,1 Eylül 2021 günü İstanbul’da, Karadağ ile oynadı. Karşılaşma 2-2 beraberlikle bitti.
Karadağ, 690 bin nüfuslu bir ülke. Yani bizim yaklaşık 636 bin nüfuslu Sivas ilimizden biraz hâllice.
Ulusal Takımımız 2-0 öndeyken Karadağlı futbolcular hemen her atağa kalktıklarında, tribünlerimizden ‘yuh’ sesleri yükseliyordu.
Geleneksel konukseverliğimizden eser kalmamış olması, çok üzücü. Osmanlı’nın eski bağlı devletlerinden olan, yüzlerce yıldır güçlü kültür alışverişimizin bulunduğu Balkan ülkesi Karadağ’a karşı bile…
Sporun yanı sıra sanatın birleştirici ruhuna aykırı bir davranış da geleneksel Türk Tiyatrosu ile çağcıl tiyatromuz arasında tarihsel bir köprü kuran Ferhan Şensoy’un, 3 Eylül 2021 günkü cenaze töreninde yaşandı. Galatasaray Liseli sanatçının naaşı Teşvikiye Camii’nden kaldırılırken tabutunun üzerinde Galatasaray Spor Kulübü’nün bayrağını gören dört kişi, bir başka büyük spor kulübümüzün lehine sloganlar atmaz mı! Cenaze töreninde, avaz avaz bağırarak…
Ayıp ötesi.
MUHARREM AYI!
Türkçede ay adları, önünde rakam yer almadıkça yani tarih belirtmedikçe ilk harfi küçük yazılır; ocak, şubat…
Kutsal aylar da öyle; ramazan, muharrem…
Hicrî takvime göre, yılın birinci ayı “muharrem”dir. 680 yılında, bu ayın 10. günü olan aşura (aşure) gününde, Hz. Muhammet’in torunu Hz. Hüseyin, 72 yakını ile birlikte şehit edilmiş. Alevi yurttaşlarımız, o yüzden muharrem ayının ilk 12 gününde 12 İmam’a adamak üzere oruç tutarlar.
‘Haram edilmiş’ anlamındaki Arapça kökenli “Muharrem” ise bilindiği gibi bir erkek adıdır ve bu sözcüğün ilk harfi büyük yazılır.
Belediyelerin basın ve halkla ilişkiler birimlerinde, çoğunlukla meslektaşlarımız çalışıyor. Medyamızdaki ‘düzey düşüşü’nden onların da nasibini (!) almamaları düşünülemez.
9 Ağustos 2021, kutsal muharrem ayının ilk günüydü. İstanbul’un ilçe belediyelerinden birinin başkanı adına, Alevi yurttaşlarımızın tuttuğu yası paylaşmak üzere gönderilen telefon iletisinde muharrem ayının yazımını görünce küçük bir kahkaha atmaktan kendimizi alamadık:
“Muharrem Ayı”
Estağfurullah!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
İkizdere’den Boğaziçi’ne…
Hakları gasp edilen insanımın
Uğradığı binbir şiddete karşın
Selam olsun, baş koyduğu direnişine.
1) Sina Akşin; Türkiye’nin Yakın Tarihi -2, Cumhuriyet gazetesi yayını, sayfa 55
2) Agy. sayfa 53
3) Agy. sayfa 56