Komşu Suriye’de 13 yıldır provası yapılan ‘işgal’, sonunda ‘seyirci önüne çıktı’!
Kendilerine HTŞ adını veren, El Kaide / IŞİD / El Nusra türevi, BM kararıyla bütün dünyanın ‘terörist’ saydığı cihatçı örgütün başkent Şam’ı da ele geçirmesiyle Suriye düştü. 13 yılda ‘bitirilmiş’ olduğu anlaşılan Suriye ordusu, en küçük bir direniş bile gösteremedi.
Bu arada, Hamas’ı ve Lübnan Hizbullah’ını etkisiz kılmış olan İsrail de Golan Tepeleri üzerinden ülkeye girdi.
Ortak yapımcılar:
ABD – İngiltere ittifakı / Putin Rusya’sı / Netanyahu İsrail’i.
Oyunun tema’sı, ABD’nin ‘bölgedeki eli’ İsrail’i rahat ettirmek.
‘Dört dünya egemeni’nin, Suriye lideri Esat’a, ‘Yönetimden ayrıl, ülkende serbest seçim yapılsın ama sen aday olma!’ dayatmasında bulunduğu, Esat’ın da bunu ancak Suriye’deki yabancı askerlerin çekilmesi koşuluyla kabul edebileceğini söylediği öne sürülüyor.
Büyük olasılıkla yanıtı önceden bilinen ‘göstermelik’ önerinin reddinden sonra, Suriye liderinin Lazkiye’deki Rus üssüne, oradan da uçakla gittiği Moskova’ya resmen sığındığı açıklandı.
Bölgeyi en iyi tanıyan Suriye asıllı gazeteci Hüsnü Mahalli’ye göre, oyunun perde arkasında, “Putin’in, Esat’ı satması” da var; “Cihatçı çeteler, Rusya’nın ülkedeki biri kara, öteki deniz, iki üssüne dokunmayacağız, sözü verdiler. Putin de buna kanmış görünüyor!”
KIRK KATIR, KIRK SATIR
Suriye’de tek partili Baas rejiminin son iki temsilcisi baba Hafız Esat ve onun ardından gelen Beşar Esat’ın toplam 54 yıllık saltanatı böylece sona erdi.
Kâğıt üzerinde ‘laik’ de olsalar, insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı ‘kapalı’ rejimlere alkış tutacak değiliz. Ama, kimi gerçekleri de gözardı etmemek gerek…
Suriye’nin, Arap ulusalcılığı ile toplumculuk (sosyalizm) çizgisi arasındaki Baas düzeni, ülkedeki doğal kaynakların devlet mülkiyetinde olması, toprak reformu, planlı ekonomi gibi temel ilkelere dayanıyordu.
Beşar Esat’tan daha kötü bir akıbetle ABD tarafından devrilip idam edilen eski Irak lideri Saddam Hüseyin’in ve lince uğrayarak cesedi sokaklarda sürüklenen Libya lideri Kaddafi’nin en azından ‘petrolü millîleştirerek’ ülkelerinde denedikleri benzer uygulamalardı.
İkisinin de ülkeleri bir daha asla eski gücüne kavuşamayacak ölçüde paramparça edildi.
Şimdi, Esat’ın devrilmesiyle onlarca yıldır çektikleri çilenin sona erdiği umuduna kapılan Suriyelilerin, yaşadıkları coşkuyu elbette çok iyi anlıyoruz. Ama kendilerine, Iraklı ve Libyalılarla konuşup onların ağzından eski – yeni yaşam kıyaslamasını dinlemelerini de salık veririz.
AKIL DEĞİL, NAKİL
Suriye’nin yeni lideri, HTŞ’nin başındaki Colani.
Kendisi, Şah Pehlevi’yi devirip İran dinî lideri olan Humeyni’yi andırıyor. (Zaten, ‘ortak yapımcıların’ bundan sonraki hedeflerinin de aynı oyunu İran’da sahnelemek olduğu belirtiliyor.)
Colani, Humeyni’den farklı olarak İsrail Televizyonuna verdiği ilk demeçte, “Geri dönüş yok. (Suriye’ye) Demokrasiyi getireceğiz.” demiş.
Körün, fili, vücudunda tuttuğu yere göre tarif etmesi gibi bir demokrasi anlayışı olmalı bu!
Ama, geçici hükümette adalet bakanlığına getirileceği söylenen biri, baklayı ağzından çıkarmış:
“Şeriat düzeni kuracağız.”
Asıl mesleğinin Arapça öğretmenliği olduğu söylenen 44 yaşındaki Colani, Selefi imiş. Selefilik, kabaca “akla değil nakle (Kuran’a, sünnete, kendi algılayabildiği kadarıyla kelimesi kelimesine) uymayı” öngören dinsel inanç.
Suriye’nin Esat’sızı, Esat’lısından ne denli farklı olacak -burnumuzun dibinde yaşanacağı için kimsenin nakletmesine pek gerek kalmadan- göreceğiz.
BİZİM AÇIMIZDAN…
Suriye işgalinin, ‘cihatçı teröristlerle komşu olma’ dezavantajına karşı, bizim için iki olumlu yönü de var:
1- Geçen haftaki yazımızda, Suriye’den ülkemize yeni göç dalgası olasılığından söz etmiştik. Neyse ki korkulanın tersi gerçekleşiyor gibi; ülkemizdeki savaş kaçağı Suriyeliler, dönüş için özellikle Hatay’ın Cilvegözü sınır kapısında uzun kuyruklar oluşturmaya başladılar.
2- Türkiye’nin kontrolündeki Suriye Millî Ordusu’nun (SMO), Fırat Nehri’nin batısındaki Münbiç’i, terör örgütü PYD / YPG’den geri aldığı bildiriliyor. Münbiç, Halep’in stratejik bakımdan çok önemli bir ilçesi. Haber doğruysa SMO’nun söz konusu askerî başarısı, Kürt teröristlerin ‘Türkiye’ye olası saldırılarında yollarının kesildiği’ anlamına geliyormuş. Terör örgütü, Fırat’ın doğusundaki varlığını ise ‘şimdilik’ koruyor.
Suriye’nin, yine bizim açımızdan ‘teröre kol kanat germek’ gibi çok ciddi bir sabıkası da var.
Baba Hafız Esat, 1990’larda PKK karargâhının ve Öcalan’ın Suriye topraklarında bulunmasına göz yumuyordu. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, 1998’de, sınırda yaptığı bir uyarıyla Türkiye’nin sabrının taştığını, PKK’nın bitirilmesi için Suriye’yle bir savaşın bile göze alındığını belirtti. Bu açık meydan okuma üzerine harekete geçmek zorunda kalan Hafız Esat, 9 Ekim 1998’de Öcalan’ı sınır dışı etti. PKK’nın silahlı unsurlarıyla birlikte…
Bir süre çeşitli ülkelerde ‘ağırlanan’ teröristbaşı, 1999 Şubat’ında Türkiye’ye getirildi, ‘vatan hainliği’ suçundan idam cezasına çarptırıldı.
Dönemin DSP – ANAP – MHP koalisyon hükümeti kararıyla, “Türkiye’nin AB’ye uyum yasaları” gereği idam cezasının kaldırması üzerine, Öcalan hakkındaki idam hükmü, “ağırlaştırılmış müebbet hapse” çevrildi.
BÖLGEDE MUAVİYE RUHU
HTŞ’nin içinden çıktığı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), İngiliz yayın kuruluşu BBC’de on yıl kadar önce yayımlanan bir görüntüyle bütün dünyayı dehşete düşürmüştü. Yayında, örgütün bir militanı, Suriyeli bir askerin kanlar içindeki kalbini ağzına götürürken “Esad’ın köpekleri, kalbinizi ve ciğerinizi yiyeceğiz!” diye bağırıyordu.
Suriye’de BBC muhabiri Paul Wood’a konuşan Ebu Sakkar adlı bu kişi, görüntünün yayınından sonra 2013 Temmuz’unda, askerin kalbini yemediğini, gösteri amaçlı olarak ‘yiyormuş gibi yaptığını’ öne sürmüştü (*).
Kurmaca bile olsa köktendinci örgütün böylesi bir yamyamlıkla anılan militanları bize, Muaviye’nin annesi Hint hakkındaki bir savı anımsatıyor.
Altıncı yüzyılda yaşamış olan Muaviye, İslam’ı yozlaştıran Emevi devletinin kurucusu. Daha önce Mekkeli müşriklerden olan annesi Hint, yaygın bir sava göre, Hz. Muhammet’in Uhut Savaşı’nda mızrakla öldürülen amcası Hz. Hamza’nın kanlar içindeki ciğerini yemiştir.
Nefretin büyüklüğüne bakar mısınız!
Bilindiği gibi dilimizde bir de “Şam şeytanı” deyimi vardır ki bunun, Muaviye’nin takma adı olduğu öne sürülür.
Muaviye, Kerbela Olayı’nın faili, zalim Yezit’in zalim babası olarak anımsanır. Özellikle de -Suriye’nin devrik lideri Esat gibi- Aleviler tarafından…
Beşinci kuşak İslam Halifesi olan Muaviye, daha önce Şam Valiliği görevinde bulunmuş. [Zaten onun sonradan kuracağı Emevi devletinin (632-661) başkenti de Şam’dır.]
Şam’da haksızlığa uğrayan Kûfeli bir tacire, Hz. Ali yanlısı olduğunu öğrenince söylediği, adaletsizlik simgesi şu sözüyle ünlüdür:
— Ali’ye selam söyle! De ki: Muaviye’nin dişi deveye, göz göre göre erkek deve diyecek yüz bin adamı var.
Demek ki Muaviye’nin beslediği bir ‘yalancı tanıklar ordusu’ bulunmaktaydı.
Artık kendisi, kuyruklu yalanı ‘siyaset yöntemi’ olarak benimseyip muhaliflerine karşı kullanmayı ‘mubah’ (dince sakıncasız) sayan nasıl bir Müslümansa…
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Orhan Veli’den esinle-
Neler yapmadık
Şu vatan için
Kimimiz öldük;
Kimimiz cihatçı…
Terörü övdük!
(*) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/07/130705_suriye_kalp_isyanci