TÜRK ‘JEAN VALJEAN’ EKREM İMAMOĞLU

“Gülmek güneştir, insanın yüzünden kışı kovar.”
Fransız şair, romancı ve oyun yazarı Victor Hugo’nun, (1882 – 1885) “Sefiller” romanında kullandığı ünlü bir sözü bu.
Hugo, Sefiller’i 1862’de bitirdiğine göre, aradan geçen 163 yılda insanlık çok yol almış.
Ama, 21, yüzyılın bu ilk çeyreğinde biz Türkler gülmeye hasret kaldık.
Kirli siyaset kışı yüzümüze öyle bir yapıştı ki gitmek bilmiyor.

‘İYİLİK BULAŞICIDIR’

“Sefiller” (*), sanırız dünyada en çok okunan romanlardan. Birkaç kez sinemaya uyarlandı, müzikali de yapıldı.
Yapıtın baş kahramanı mevsimlik işçi (ağaç budayıcı) Jean Valjean, kışın işsiz kalır. Henüz 14 yaşında bir yetimdir. Doyurması gereken yalnız kendi karnı değil, dul ablasıyla onun yaşları bir ile sekiz arasında değişen yedi çocuğudur. Çaresizlikten, bir fırının camını kırıp ekmek çalar. 19. yüzyıl Fransa’sındaki adalet (!) uygulayıcıları onu, beş yıl kürek cezasına çarptırırlar.
Birkaç kez kaçma girişiminde bulunup yakalanınca toplam 19 yıl hapiste kalır.
‘Kır atla yatan ya huyundan ya suyundan…’ hesabı, cezaevini paylaştığı gerçek suçlulardan etkilenip kişilik değişimine uğrar.
Tahliye edildikten sonra kendisini konuk eden din adamının (Digne Başpiskoposu) evinden gümüş sofra takımlarını çalar. Ancak adam, mağdur olmasına karşın onu polisten korur.
Böylece, ‘iyilik bulaşıcıdır’ tezinin doğruluğu ortaya çıkar ve Valjean, ‘iyi insan’ özüne dönüp bundan sonraki yaşamını vicdanlı, dürüst biri olarak sürdürür.

HALKI TARİKATA ‘YEDİRMEK’!

Yazımızın başlığında, Ekrem İmamoğlu için “Türk Jean Valjean” iğretilemesi (metafor) yaparak ‘tutsak Başkan’ ile Sefiller’in kahramanı arasında ‘hırsızlık koşutluğu’ kuracağımız elbette düşünülemez.
Tam tersine, hırsızlıklara karşı var gücüyle savaşım veren bir lider, İmamoğlu.
* İBB Başkanı olduktan sonra, tarikat ve cemaatlere oluk oluk akıtılan belediye gelirlerini, tamamen halkın yararına kullandı.
* Gecekondu semtlerindeki bebelere süt dağıttı; dar gelirlilere Kent Lokantaları, yoksul öğrencilere yurt, çalışan annelerin çocuklarına kreş açtı.
* Haksız yere cezaevine kapatılan, hakkında ‘suç uydurulamadığı’ için kolayca iddianame bile hazırlanamayan İmamoğlu’nun bu arada İstanbul halkına hizmette kullandığı gelirler, bir bir tırpanlanıyor.
* Biliyorsunuz; uzun yıllardır İBB’nin işlettiği Kız Kulesi, Galata Kulesi, saraylar ve diğer tarihî eserlerin yönetimini, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na devrettiler. Boğazlar’ın ve Adalar’ın imar yetkilerini, yine İBB’den alarak aynı Bakanlığa bağladılar.
* Son olarak da geçen hafta, belediyelerin yurt açma yetkisini, AKP – MHP Meclis çoğunluğunun kararıyla ellerinden aldılar.
* İmamoğlu’nun yönetimindeki İBB, bugüne değin 14 öğrenci yurdu açmış, bunlara iki yurt daha ekleme hazırlığı yapıyordu.
* İBB’nin AKP yönetimindeyken açtığı yurt sayısı ise sıfır!
* Bu arada adları, ‘tecavüz’ dâhil birçok şaibeye karışmış yurtlara kimsenin dokunduğu yok. Korunup kollanmakla kalmıyor, yoksul halk çocukları oralara yönlendiriliyor gibi…
Hafta sonunda Ekrem Beyin babasının Edremit’teki yazlığının bahçesine iş makineleri sokularak sözümüz ona ‘para dolu kuyu’ (!) aranmasından, yakın çalışma arkadaşı Fatih Keleş’ten sonra oğlunun ve yeğeninin de tutuklanmasına değin sürüp giden çabalarla ne sadece birkaçını sıraladığımız gerçekler örtülebilir ne de masum insanlara bu yolla kara çalınabilir.

JAVERT’LER HEP VARDI

Ekrem İmamoğlu, özellikle Cumhurbaşkanı adaylığını açıklayıp seçmenden kitlesel ölçekte destek alınca konulduğu demir parmaklıkların ardında daha ne kadar tutulabilecek?
16 milyon İstanbullunun istencini (irade) sürekli yok saymak olanaklı mıdır?
İmamoğlu’nun savunması engellenmek üzere avukatı Mehmet Pehlivan’ın bile geçen hafta “örgüt üyesi olma”, “örgütün çözülmemesi için eylemler yapma” gibi Türkiye Barolar Birliği’ni (TBB) ayağa kaldıran temelsiz suçlamalarla tutuklandığını biliyorsunuz.
Jean Valjean’ın yattığı hapishanedeki gardiyan Javert’in, neredeyse ömür boyu yakasından düşmediği gibi.
Anımsayalım…
Valjean, kimliğini değiştirdikten sonra yerleştiği Montreuil -sur – Mer’de, bir tekstil fabrikasının sahibi olur. Kazandığı hemen tüm parayı, halk için harcar; hastaneye yatak bağışları yapmakla yetinmez, öğretmenlerinin ücretini kendi cebinden ödediği iki okul kurar. Böylece kalbini fethettiği halkın isteğiyle kral tarafından iki kez belediye başkanı olarak atanır.
Bu arada, gardiyanlıktan polis müfettişliğine terfi etmiş olan Javert, eski bir hükümlü olduğunu bildiği Valjean’ı (yeni adıyla Madeleine) rahat bırakmaz. İlgili makamlara şikâyet eder, istediği sonucu alamaz. Daha sonra, yaptığından pişmanlık duyan Javert, Valjean’ın kendisini azletmesini ister ama Başkan yüce gönüllü, bağışlayıcıdır.

“İSTEDİĞİN BENİM!” ÇIĞLIĞI

“Sefiller”in vicdan sahibi kahramanı bu arada, günahsız bir kişinin ‘Jean Valjean olmakla’ suçlandığını öğrenir. Uzun yıllar aynı cezaevini paylaştığı hükümlülerden üçünün de duruşmada ‘yalancı tanıklık’ yapacaklarını öğrenince mahkemeye koşar. Adamın haksız yere hapsedilmesini engeller ve bütün yaşamını mahvetmek bahasına, mahkemede gerçek kimliğini itiraf eder.
Romandaki günümüz Türkiye’siyle benzerlik bu kadarla da kalmaz.
Jean Valjean’ın üvey kızı diyebileceğimiz Cosette’in sevdiceği Gavroche, Paris’te 5 – 6 Haziran1832’deki Öğrenci Ayaklanması’nda Ulusal Muhafızlar tarafından vurulur.
Ağır yaralı Gavroche’u kucaklayan Valjean, bir anda karşısında kimi bulur dersiniz?
Bildiniz; yine Javert’i.
“Sefiller”in kahramanı, hepimize çok tanıdık gelecek bir Ekrem İmamoğlu çığlığı ile seslenir, Javert’e:
— İstediğin benim, onu (onları) bırak!..
Valjean’ın aldığı yanıt ise ‘kanun benim, diyenlere kul köle olmuş’ günümüz Javert’lerinin ortak savunmalarından farklıdır:
— Kanunlar, merhametli olmama izin vermiyor!
Ve Javert, onca kötülüğünün yükünü daha fazla taşıyamayıp Seine Nehri’ne atlayarak intihar eder.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Özel bir tv kanalının “bilgi (!) yarışması”nda, 5 Haziran geceki sorulardan biri, ‘ağlama, inleme’ anlamlarındaki Farsça kökenli “figan”dı.
Hem yarışmacı hem de deneyimli sunucu, sözcüğü ‘ince g’ ile okudular.
Oysa “figan” kalın g ile sesletilir.
[Eğer ‘ince g’ ile sesletilseydi ‘a’ harfinin üzerine ‘düzeltme imi’ (şapka) koymak gerekirdi.]
Tv’de oynatılan bir filmin adı da ekrana şöyle yazıldı:
“Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti”
Filmin oynatıldığı süre boyuncu ekranda kalan başlıktaki “suikast” sözcüğünün son sesi ‘kalın t’dir. Dolayısıyla da sözcük ‘kalın ünlü’ ek alır.
Doğru yazım, “suikasti” değil, “suikastı”.
Bu arada, inanılması güç ama gerçek:
Başrolünde Türkan Şoray’ın oynadığı “Bana Derler Fosforlu” filminin yönetmeni, bir kanalın ekranına yanlış yazıldı, bir buçuk saat boyunca da öyle kaldı:
“Ertem Görenç”
Söz konusu rahmetlik yönetmen, aynı zamanda eski millî basketbolcu, Altın Portakal Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne sahip Ertem Göreç’tir (1931 – 2021), Görenç değil!
Biraz ciddiyet lütfen.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Batırdın emekliyi
İki gözüm TÜİK;
Ne desem sana:
Temmuzda TÜ(Y D)İK!

(*) Victor Hugo; “Sefiller”, T. İş Bankası Kültür Yayınları – Hasan Âli Yücel Klasikleri, Türkçesi: Volkan Yalçıntoklu, 2015.

İZNİNİZLE
Yaz dinlencesi nedeniyle yazılarımıza bir süre ara veriyoruz. Güzel günlerde buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın. K.E.