En vahşi yaratığın insan olduğu, sugötürmez bir gerçek.
Dünyanın dört bir yanındaki faşist rejimlerle yönetilen ülkelerde, ‘en savunmasız / en masum canlı’ olan bebeklerin bile topluca öldürüldüğüne ya da ailelerinden koparıldığına türlü zaman dilimlerinde tanık olundu.
Avrupa’dan Avustralya’ya, Güney Amerika’dan Asya’ya ‘kıtalar arası’ çocuk kıyımının kısa tarihçesini, beş buçuk yıl kadar önce YeniGün’de yazmıştık (*).
Ama, bunlardan en korkuncu ‘yeni Türkiye’de yaşandı, haklı olarak koparılan vaveylaya (çığlık) karşın belki hâlâ yaşanıyor.
Sağlıklı ya da kolay sağaltılabilir rahatsızlıklarla doğmuş en az 12 yavrucağın, salt ailelerinden ve Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) daha fazla para sızdırılmak üzere İstanbul ve Çorlu’daki toplam 19 özel hastanede yoğun bakıma alınıp bile bile öldürüldüğü veya sakat bırakıldığı anlaşıldı.
Ülkemiz, aralarında dört doktorun da yer aldığı bir ‘çete’ tarafından yenidoğan bebeklerin yaşamına son verilen ülke diye tarihe geçecek.
TARİHSEL İHANET
Tıp bu topraklarda, Antik Çağ’da İyonya adı verilen, İzmir ve Aydın illerinin kıyı şeridinde doğdu.
Günümüzde de yeni mezun doktorlar, tıbbın babası sayılan İyonyalı Hipokrat’ın (İÖ 460 – İÖ 370) izinden gidecekleri, ‘yaşamlarını insanlık yoluna adayacakları’ sözünü veriyorlar:
“… hastanın ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, (…) hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime, (…) baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine ant içerim.”
BİR ‘ÇETE’ Kİ…
Çetenin üyeleri arasında, Nazi Almanya’sındaki kitlesel cinayetlerin sorumlularından Doktor Mengele’yi anımsatan dört hekimin yanı sıra, yine sağlığımızı emanet ettiğimiz hemşireler, kimi il sağlık müdürlüğü çalışanları, can güvenliğimizi sağlamakla görevi polisler var.
Canilerden biri, olayı soruşturmaya çalışan savcıya, tehditler savuracak denli cüretkâr… ‘Çakarlı’ aracıyla gittiği savcılık makamında…
Belki daha vahimi, olaya, aynı zamanda özel hastane sahibi olan iki eski Sağlık Bakanı’nın adlarının karışması…
Bu arada, facianın aslında yeni olmadığı anlaşılıyor. Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, konuya ilişkin savlar üzerine aylar önce Meclis’te soru önergesi vermiş. Ama, ne sorunun muhatabı olan Sağlık Bakanı’nın ne de Meclis Başkanı’nın kılı kıpırdamış!
Yeni Sağlık Bakanı da “Bu olayı soruşturmayı, İstanbul İl Sağlık Müdürüyken ben başlattım. O hastanelere, 2024 yılı başından itibaren hasta alınmadı.” diyor. Öyle olmadığı ortaya çıkıyor ancak Bakan’ın bu kez çıtı çıkmıyor.
İKİ EL BİR BAŞ İÇİN
Dilimizde, “tüyleri diken diken olmak”, “kanı donmak”, “nutku tutulmak”… gibi, korkunç olaylarla karşılaşan insanın tutum ve davranışını anlatan sözler var.
Hiçbiri, çocuğuna kıyılan ya da olay açığa çıkınca kıyıldığı kuşkusuna kapılan anne babaların acılarını anlatmaya yetmiyor.
Biz bu satırları yazana değin facianın 47 sanığından 22’sinin tutuklanmış, 19 özel hastaneden 12’sinin kapısına kilit vurulmuş olması da öyle.
Tekirdağ Malkara’da henüz iki yaşındaki bir bebeğin tecavüze uğrayarak ölmesinin acısı hâlâ yüreklerde taptazeyken…
Diyarbakır’da sekiz yaşındaki kız çocuğu Narin’in katli sanki ısrarla aydınlatılmıyorken…
Her birinin, Agatha Christie imzalı cinayet romanlarındaki başkomiser Hercule Poirot’nun başından şapkasını uçuracak denli irkiltici, aklını fazlasıyla karıştıracak denli çetrefilli olduğunu görebiliyoruz.
Bu ve benzeri yaşananları, ‘toplumsal bir olgu’ olarak ele alan “suçbilim” (kriminoloji) uzmanlarının bile zorlanacağını da.
Elbette, başta söylediğimiz ‘en vahşi yaratık’ olan insanın, ‘vahşi kapitalizm’ sarmalında vardığı düşündürücü bir nokta bu “Yenidoğan Çetesi” olayı.
Anayasamızda yazılı “sosyal devlet”in (?) en önemli görevlerinden sağlık hizmetlerinin böylesine yaygın biçimde özelleştirilmesi…
Bu arada, deyim yerindeyse şeytanın avukatlığını yaparak özel hastanelerdeki toplu çocuk kıyımının birdenbire topluma mal edilmesinin altında çapanoğlu arayan kimilerinin üzerinde düşünülmeye değer buldukları bir sorusunu da aktaralım:
Aslında, kimi özel hastanelerdeki sağlık rezaletleri, yukarıda değindiğimiz gibi yetkililerce biliniyor ama üzerine yeterince gidilmiyordu. Acaba şimdi, şehir hastanelerinde, ‘hasta garanti sayılarını doldurabilmek’ uğruna, düzgün çalışan özel hastanelerin ‘feda’ edilmesinin yolu açılmak mı isteniyor?
Olmaz olmaz demeyin; burası, entrikanın bini bir para olan 21’inci yüzyıl Türkiye’si.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Yabancı dillerden Türkçeye giren pek çok sözcükle ilgili yazım (imla) ve sesletim (telaffuz) sorunumuz aynen sürüyor.
Bir siyasal parti lideri, İsrail’in ardı arkası kesilmeyen Filistin saldırılarından söz ederken şöyle diyor:
“Gazze’de küvezdeki bebekleri öldürdüler.”
Bu da dile en çok özen gösterdiğini sandığımız ‘kültür – sanat’ ağırlıklı gündelik gazetemizin, 20 Ekim 2024 tarihli internet sürümünden:
“Yenidoğan Çetesi skandalında adı geçen hastanelere nakiller sürdü. Ölen bebeğin babası konuştu: Küveze alıp…”
Yeni doğan sağlıksız bebeklerin yoğun bakımda tutuldukları o aygıtın adı “küvez” değil, “kuvöz”dür (Fr. couveuse).
ULU CAMİİ (!)
Özel tv kanallarından birinde 5 Ekim 2024 gecesi, beklediğimiz sinema filminin yayına girmesinden önce bir diyapozitif (slayt) ekrana getiriliyor. Bu, bir cami görüntüsü. Ve ekranda başlık:
“Ulu Camii”
İnanılır gibi değil ama gerçek; ekranın sağ üst köşesinde ise Kültür ve Turizm Bakanlığımızın iri puntolarla yazılmış adı ve imleği (logo).
Neden inanamadığımıza gelince…
Arapça kökenli “cami” sözcüğü, ‘tamlanan’ olduğu sıfat tamlamalarında iyelik eki almaz; yalın durumda kalır.
Doğru yazım:
“Ulu Cami ”
Öteki kimi doğru örnekler:
Yeşil Cami, Eski Cami, Çinili Cami…
Ancak, ad tamlamalarında ‘tamlanan’ durumunda ise iyelik eki alır:
Beyazıt Camii (Camisi), Sultan Ahmet Camii (Camisi), Selimiye Camii (Camisi)…
Bu yanlışa, söz konusu tv kanalının editörleri düşmüşlerse ayıp!
Eğer, adını başında “kültür” sözcüğü bulunan koskoca bir bakanlığın ilgilileri düşmüşlerse ayıptan da öte!
Aynı yanlışın daha büyüğünü, bir başka tv kanalının 19 Ekim 2024 günü yayımlanan gezi izlencesinde gördük.
Bursa’daki Osman Gazi türbesinin içinden yayımlanan bir fotoğrafa şu başlık atılmıştı:
“Ulucamii”
Sıfatla adın hem bitişik yazıldığı hem de sonuna iyelik eki konulduğu bu garip yazım (imla) karşısında pes demekten kendimizi alamadık.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Kavanoz dipli dünya,
Rantı kıble kılan
Kimseye kalmadı;
Son gülen, Fetullah
Gülen de olmadı!..
(*) kerimevren.com – faşizmin her türlüsü çocuğunuzu çalar-12 Mart 2019)