DİLİM YOKSA BEN KULUM -4

Merhaba yaz.
Yeni mevsimin bu ilk ayının adı, Süryanicede ‘sıcak’ demek olan “hazaran / hazuran”dan geliyormuş.
Şimdiden her sabah ‘biraz daha sıcak’ hâttâ her anlamda ‘yakıcı’ günlere uyanıyoruz.
Su serpilmesini bekleyen yürek yangınlarımız, henüz güneş doğmadan pencereleri, balkon kapılarını zorluyor.
Hoş, onlar zorlamasa da balıkçı Haydar, sıtma görmemiş sesiyle avaz avaz, “Uyan da balığa gidelim!” diyor.
Sözcük oyunu bir yana; aslında ses, balıkçı Haydar’ın değil, onun Pancar Motor’unun sesi. Üç metrelik emektar sandalına taktırabildiği tarımsal sulama pompasının motoru, Fatih Ormanı’ndan Büyükdere sırtlarındaki Kocataş’a, belki de karşı yaka Beykoz’daki Yuşa Tepesi’ne değin her yeri yaygaraya boğuyor.
“Uyan da balığa gidelim.”

ALIŞTIRA ALIŞTIRA…

İyi de balık avlamak yasak.
Av yasağının bitmesi için eylül ayını beklemek gerekecek.
Yani, öyle umuyoruz.
Bu arada bir yasa ya da yasa gücünde kararname çıkarılıp ‘deniz, akarsu ve göllerimizde su ürünleri avlamak, süresiz yasaklandı; bundan böyle ithal edilecek’ denirse şaşırır mıyız?
Elbette hayır.
Hâttâ, birileri bu alanda dışalım tekelini kapar da sözleşmeye, falanca bakanlık bürokratlarının “layıkıyla ağırlanacağı yurt içi ve yurtdışı seyahatler” şartı konursa da yadırgamayız.
Bulanık suda balık avlayanlar, bugüne değin bizi toplumca nelere şaşırmamaya alıştırdılar ki!
Ancak, kendi payımıza asla alışamayacağımız birçok şeyin bulunduğunu üstelik bunların, hemen her gün yenileri eklenerek yukarıda dediğimiz gibi ‘daha yakıcı’ hâle getirildiğini vurgulamalıyız.
Sorunlarımızın başında, ulusal eğitimimizin “ağır kanamalı hasta” oluşu geliyor.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilen Atatürkçülük ve laiklik karşıtı eğitim dizgesi taslağının, üyelerinin tamamı imam hatip mezunlarından oluşan Talim Terbiye Kurulundan sonra MEB tarafından da geçen hafta onaylandığını biliyorsunuz.
Bunca olup bitenden sonra yine MEB kaynaklı bir güncel gelişmeyi daha işitince şahsen dilimizin tutulduğunu söyleyebiliriz.

MUTLULUĞA ‘TAKIK’ OLMAK

ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi gibi Batı ölçeğindeki ‘eğitim anıtlarımız’da, geleneksel mezuniyet şenliklerinin son yıllarda zehir edildiği ortada.
Çocuklarımızın hayata atılma coşkusunu yansıtan törenler giderek tüm okullarımızda yasaklanabilir mi?
Soruya, eğitimde “Âmin Alayı” adı verilen dinsel tören ve benzerleri dışındakiler için ne yazık ki hayır diyemiyoruz.
İşte MEB, son olarak okulların mezuniyet törenleriyle ilgili bir genelge yayımladı. Genelgede, sınırları muğlak “millî, manevi, ahlaki ve kültürel değerlere aykırı olmama” koşulu aranmasının yanı sıra yine sözümüz ona “kamuda tasarruf” önlemleri çerçevesinde olsa gerek “törenlerde şatafata izin verilmeyeceği” belirtiliyor.
Ve sıkı durun:
“Öğrencilerin gelişim seviyelerine ve pedagojik kriterlere uygun kutlamalar düzenlenecek.” deniliyor.
Anaokullarına mescit açmak, dört yaşındaki bebelere Kuran kursu vermek… derken ‘tarikatları eğitimin ayrılmaz parçası yapmak’ gibi bir “gelişim düzeyi” (!) anlayışına sahip bu yetkililerimizin, “eğitim bilimi (pedagoji) ölçütlerine” güvenilir mi?
Kendimize boy aynası tutmaya çalışırsak…
Biz, aile bağları güçlü, dokusu sağlam bir ulusuz. Çocuklarımızın iyi eğitim görüp dünya ölçeğinde geçerli ‘altın bilezik’ niteliğinde meslek sahibi olmaları için her türlü özveriyi yapan anne babalarız.
Evlerimizin baş köşesinde, onların mezuniyet fotoğrafları asılıdır.
Boğazımızdan kısarak okula gönderdiğimiz çocuklarımızın ne bizlerden öğrenip beyinlerine, yüreklerine nakşettikleri Atatürk ilke ve Devrimlerini söküp atabilir ne de onların mutluluğuyla mutlu olmamıza kalıcı ‘yasaklar’ getirebilirsiniz.
Kanamalı hastayı sağaltıp eskisinden de güçlü olarak ayağa kaldıracağımızdan emin olun.

‘AKLISELİM’ TOPARLAMAK (!)

Yaz başı, tv dizileri için ‘sezon finali’ demek.
“Kanal NOW”da yayımlanan “Kızıl Goncalar” dizisi, 20 Mayıs akşamı, sezon finalini bir Türkçe yanlışıyla yaptı!
Cüneyt (Mert Yazıcıoğlu), İslamî kurallara göre evlenip (!) boşandığı Zeynep’e (Mina Demirtaş) bir sahnede şöyle dedi:
— O tespih tanelerini aklıselim toparlayabilmem için…
Arapçadan dilimize giren “aklıselim; doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği” demek.
Türkçesi: “Sağduyu”.
Söz konusu yeteneği olan kişiye, “sağduyulu” ya da “aklıselim sahibi” denir.
Dolayısıyla Cüneyt’e söyletilen sözde, “ile” ilgeci (edat) eksik.
Sözün doğrusu:
— O tespih tanelerini sağduyu (aklıselim) ile toparlayabilmem için…

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

LGS öncesi adaylara
Camiye gel, çağrısı;
Sırada üniversite için
Zorunlu hac farizası!