Medya kuruluşlarının, plaza adı verilen gökdelenlere henüz taşınmadığı yıllarda yerleştikleri mütevazı yapıların genellikle giriş katında çay ocağı bulunurdu. Gazetecinin başlıca gıdası simit ve çay olduğu ve o binalarda şimdiki gibi içecek otomatı bulunmadığı için çaycıya çok iş düşerdi.
Medyamızın rahmetlik aksakallarından Çetin Altan (1927 – 2015), yarı şaka yarı ciddi şöyle demişti:
“Bir gazetede işlerin yolunda gidip gitmediği, çaycıdan belli olur.”
Babıâli’ye her gidişimizde, bu sıcacık geleneğin kimi gazetelerde hâlâ sürmekte olduğunu görünce çocuk gibi seviniyorduk.
6,5 yıldır köşe yazarları arasında yer alıp yuva olarak gördüğümüz de işte o gazetelerden biriydi; Cağaloğlu, Molla Fenari Sokak’ta bulunan tarihî İnan Han’ın dördüncü katındaki YeniGün.
“…idi” diyoruz, çünkü sevgimizi hüzne dönüştüren bir gelişme yaşandı; YeniGün, ay başında yani önümüzdeki birkaç gün içinde yayın yaşamına son verecek.
SAHİBİ DE KENDİ DE ‘KÖKLÜ’
YeniGün’ün kurucu sahibi, Engin Köklüçınar (1943 doğ.), nesli tükenmeye yüztutmuş, usta gazetecilerinden.
Az buz değil, mesleğe 1962 yılında başladığına göre Babıâli’de altmış üç yılı devirmiş, tıpkı soyadı gibi köklü bir çınar.
Onun yarattığı YeniGün de 20 Haziran 1969’dan beri İstanbul’da ‘gündelik, süreli yerel yayın’ olarak varlığını sürdürüyordu.
Birkaç yıl önce Engin Ağabey rahatsızlanınca onun yetiştirip mesleğimize kazandırdığı oğlu Ozan Köklüçınar geminin kaptanlığını üstlenmişti. İşi, başarıyla götürüyordu.
Ancak “zamanın ruhu”, eski Babıâli dönemlerinden bir hayli farklı. Ülkeyi yönetenlerin, çok sesliliğe hoşgörüsünün pek kalmadığı yıllar geçiriyoruz. Hoşgörü eksikliği en çok da medyadaki çok sesliliğe elbette. Bu konuda ellerinde yaptırımcı bir organ var; devletin Basın İlan Kurumu (BİK).
KIRK KATIR – KIRK SATIR!
Günümüz ekonomik ortamında zaten varlık – yoksul savaşımı veren pek çok gazetenin, BİK aracılığıyla ‘resmî ilan’ pastasından aldıkları küçük dilimler, Türkiye ölçeğinde yerel medya için hemen tek yaşam kaynağı.
BİK’in gazetelere, ilkesel olarak tirajına ve internet sitelerinde ‘tıklanma’ oranına göre resmî ilan dağıtımı yapması gerekiyor. Yayın organlarından kimilerinin resmî ilanları kesiliyor ya da donduruluyor. Bu konuda verilen kararlar zaman zaman tartışmalı olabiliyor.
BİK’in, son olarak da yerel medya organlarından, (herhâlde kolaylıkla yönlendirilebilmek üzere) ‘birleşmeleri’ veya ‘yayına son vermeleri’ yolunda istemde bulunması, bardağı taşıran son damla oldu. Yerel medyaya devletçe sağlanan ‘oksijenin kesileceği’ anlamına gelen bu karar, irili ufaklı birçok gazete gibi, 56 yıllık Babıâli çınarı YeniGün’ün de üzücü sonunu hazırladı.
Umarız, karardan geri adım atılır da YeniGün ve onunla aynı yazgıyı paylaşması olası birçok yayın organı yeniden okurlarıyla buluşur.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Yurdumuzun tamamında kar yağışı görülürken tv haber bültenlerinde sıklıkla karşılaştığımız bir söz:
“Elverişsiz hava koşulları…”
Peki, neye elverişsiz? Herhâlde kartopu oynamaya ya da kayak yapmaya değil!
Bu anlatımda, öge eksikliği giderilerek hava durumunun “ulaşıma elverişsiz” olduğu belirtilmeli.
Kış lastiği taktırmadan yola çıkan araçların neden olduğu zincirleme trafik kazasına ilişkin bir haber tümcesi:
“Meteoroloji, benzer görüntülerle karşılaşmamaları için İstanbulluları uyardı.”
“Meteoroloji (Fr. météorologie)”, hava koşullarında meydana gelen değişmeleri, iklim türlerini araştırıp hava durumu tahmini yapılmasını sağlayan bilim dalı, hava bilgisi, demek.
İstanbulluları uyaran ise meteoroloji değil ancak hava durumu tahmininde bulunan meteorologlar olabilir.
REDAKTE ETMEK (!)
Fransızca kökenli bir sözcükten dem vurmuşken…
Yazılmış bir metnin düzeltmelerini yapıp onu yayına hazırlayan kişiye “redaktör (Fr. rédacteur)” denir.
Ama, Fransızcada “redacté” (redakte, okunur) sözcüğü yok. Fransızlar ‘yazmak, kaleme almak’ eylemine “rédiger” diyorlar (*).
Öte yandan, bir tv izlencesinde, mayonezin bir markette 70, diğerinde ise 128 liradan satılmakta olduğu konuşuluyordu. Hem izlencenin sunucusu hem de onun ekran konuğu olan profesör, satıcıların ‘kafalarına göre’ fiyat belirlemelerini “keyfiyet” diye adlandırdılar.
Oysa, eskimiş Arapça kökenli “keyfiyet”, birinci anlamıyla ‘nitelik, vasıf’ demek. (Öz Türkçesi ‘nicelik’ olan”kemiyet” in karşıtı.)
“Keyfiyet”in ikinci anlamı, ‘durum’.
İzlencede kullanılması gereken doğru sözcük, “keyfîlik”.
TAKILARA ‘TAKILDIK’!
Medyada sıklıkla karşımıza çıkan bir dil yanlışı, yine haber tümcelerinde ‘-ın’ ve ‘-nın’ takılarının fazladan kullanılması ya da eksik olması.
Fazlalığa örnek:
“Armudun kilosu yüz liradan satılıyor.”
Doğrusu:
“Armut, kilosu yüz liradan satılıyor.”
Bu da benzer bir dil yanlışı:
“Et zama doymuyor.”
“Zam” sözcüğünün, ünlü harfle başlayan ek alması durumunda son sesi ‘m’, ikizleşir:
Doğrusu:
“Et zamma doymuyor.”
‘-ın’ takısı eksikliğinin, kimi zaman ‘mantık yanlışı’na da yol açtığını görüyoruz:
“Falanca ürüne yapılan zam oranı belli oldu.”
Oysa, söz konusu ürüne ‘zam oranı’ yapılmadı, ‘zam’ yapıldı!
Dolayısıyla tümcenin doğrusu:
“Falanca ürüne yapılan ‘zammın’ oranı belli oldu.”
Ülke çapında kar yağışıyla meyve – sebze fiyatlarındaki artış başta olmak üzere yaşam pahalılığı katlanılmaz boyutlara varırken ‘dilimizin dolaşmasını’ olağan mı karşılamalıyız yoksa ne dersiniz?..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Sürpriz olmaz kaldırırlarsa haberleri
RTÜK mağduru özgür tv kanalları
Koysalar yeridir günde yirmi dört saat
Mustafa Kandıralı’dan oyun havaları!
(*) Sermet Sami Uysal; Türkçe’de Yaratılan “Fransızca” Sözcükler ve Türkçe’de Anlamları Değiştirilen Fransızca Sözcükler, Yapı Kredi Yayınları (YKY), İstanbul, Eylül 2014, sayfa 107