Bugün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli kilometre taşlarından Lozan Barış Antlaşması’nın 101. yıl dönümü.
Yaygın ve bizce de doğru tanımlamayla “Türkiye’nin tapu senedi” olan Lozan için Atatürk, Söylev’inde (Nutuk) şöyle diyor:
“Bu antlaşma, Türk Milleti’ne karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir.”
24 Temmuz 1923, 1. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin bağımsızlığını, egemenliğini kazandığı, -sonradan Atatürk’ün ‘diplomasi dehası’yla ülke topraklarına katılan Hatay dışında- şimdiki sınırlarımızın kabul edildiği tarihtir.
Lozan Barış Antlaşması’nın yıl dönümü, 1927’den başlayarak ülkemizde ‘ulusal bayram’ olarak kutlanıyordu.
Anadolu Aydınlanması temeli üzerinde yükselen laik Atatürk Türkiye’sinin ilk ‘geriye savruluş’ mimarı olan Demokrat Parti’nin (DP) iktidara geldiği 1950’den sonra kaldırıldı.
Özellikle son çeyrek yüzyıldır ise önemine uygun bir ulusal duyarlılıkla kutlanmaması bir yana, Lozan’ı imzalayanlar neredeyse suçlu ilan edilecekler.
Nedeni açık:
Çünkü Lozan’ın, Atatürk, İsmet İnönü ile onların silah ve Devrim arkadaşları tarafından tarihimize kazandırılmış olmasının ‘hazımsızlığı’ dorukta.
VAHDETTİN NEYMİŞ!
Atatürk, kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk, Recep Tayyip Erdoğan da 12. Cumhurbaşkanı.
Sayın Erdoğan, şahsen koltuğunda oturduğu Atatürk’ü ‘sevmeyenleri sevindirmeyi’, yine Ata’nın kurduğu Diyanet İşleri’nin başındaki Erbaş ve ‘takımıyla birlikte’ omuz omuza sürdürmekte çok ısrarlı.
Örneğin, kendisinin ‘ayyaş’ demesinden cesaret bulan Erbaş’ın bir süre sonra hızını alamayıp Ata’ya lanet okuması, bu cümledendi.
Gündem değiştirmekte de Erdoğan’ın üstüne yok! Nasılsa halkımızın üçte biri, ona gözü kapalı inanıyor ya!
Sayın Cumhurbaşkanı, geçen hafta “Mustafa Kemal’e Kurtuluş Savaşı’nı başlatma görevini, Padişah Vahdettin’in verdiğini” hem de Ata’nın kendi sözlerini dayanak göstererek ileri sürdü.
Kendisinin, kimi bölümleri onarılan Yıldız Sarayı’nın 20 Temmuz 2024 günü yeniden açılışında yaptığı söz konusu konuşmayı, tarihsel önem taşıdığı için kısmen de olsa aktarmakta yarar görüyoruz…
‘DEVLETİ KURTARABİLİRSİN’
Erdoğan, “Gazi Mustafa Kemal, Bandırma Vapuru’yla yola çıkmadan bir gün önce buraya gelmiş ve Sultan Vahdettin’le görüşmüştür.” diye anımsattı.
Sonra da Atatürk’ün ağzından, O’nun Padişah’la diyalogunu, şöyle aktardı:
“(…) Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir ve tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin.’ ”
Erdoğan, bu sözler üzerine Mustafa Kemal’in Vahdettin’e ,”Merak buyurmayın efendimiz, nokta-i nazar-ı (bakış açısı) şahanenizi anladım. İrade-i seniyyeniz (yüce buyruk) olursa hemen hareket edeceğim.” dediğini belirtti.
Ardından da yine Ata’nın, “Muvaffak (başarılı) ol! hitabına mazhar (bir iyiliğe erişmiş kimse) olduktan sonra huzurdan çıktım, ayaklarımızın patırtısını işittirmeden saraydan uzaklaştık.” sözlerini…
ASLINDA NE OLMUŞTU
Mustafa Kemal, Damat Ferit Hükümetinin kararı ve Padişah Vahdettin’in Nisan 1919’daki onayıyla 9. Ordu Müfettişliğine (denetçilik) atanmıştı.
Kendisine verilen görev, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri ile Erzincan ve Canik (Samsun) müstakil sancak bölgelerindeki kimi ayaklanma girişimlerini önlemekti.
Padişah’ta ve İstanbul hükümetinde, ülkenin düşman işgalinden kurtarılması için hiçbir umut ışığı göremeyen Mustafa Kemal, bu görevi fırsat bilip Samsun’dan başlayarak Kurtuluş Savaşı örgütlenmesi için ilk adımları attı.
O nedenle hakkında çıkarılan ‘idam fermanı’nın altında, Padişah Vahdettin’in imzası vardır.
Bu arada, 2000’ler Türkiye’sinde “Fesli Kadir” lakabıyla tanınan çakma tarihçinin feyz aldığı anlaşılan yoz güruh, o zaman da iş başındaydı;
“Damat Ferit Hükümetinin medrese çıkışlı Adalet Bakanı, Ali Rüştü Efendi, ‘Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini’ ister.” (1)
ATA’DAN ZARİF GÖNDERME
Atatürk’ün, 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından geçen hafta aktarılan konuya ilişkin sözlerine dönelim…
Büyük Önder’in yalnızca bir bölümü dile getirilen konuşmasının son tümcesini ele alalım:
“Muvaffak ol! hitabına mazhar olduktan sonra huzurdan çıktım, ayaklarımızın patırtısını işittirmeden saraydan uzaklaştık.”
Yıldız Sarayı’nı, Vahdettin’in ağabeyi Padişah II. Abdülhamit (1842 – 1918) yaptırdı. Abdülhamit, ‘döneminde Osmanlı’nın – Kıbrıs dâhil- en çok toprak kaybettiği padişah’ olmasının yanı sıra, bilindiği gibi paranoya (2) derecesinde korkaktı. Sürekli olarak suikasta uğrama kuşkusuyla yaşadığı için Yıldız Sarayı’nın tüm merdivenleri, gelen gidenin ayak sesleri işitilsin diye ahşaptır. Sarayın tiyatro salonundaki Hünkâr locası da en arkadadır; Padişah’ın ‘arkasını sağlama alabilme’ kaygısıyla.
Ata’nın, “ayaklarımızın patırtısını işittirmeden saraydan uzaklaştık.” derken bizce Vahdettin’in de ağabeyi II. Abdülhamit gibi korkak olduğu yolunda zarif bir gönderme yapmış olması, güçlü olasılık.
ATA’NIN NOTLARINDAN
İşin daha önemli içyüzüne gelince… Atatürk’ün Söylev’inde Vahdettin’e yönelttiği suçlamalardan belki de en hafifi, “hainlik”.
İşgalci İngilizlere sığınıp ülkesinden kaçan bu kişiyi Büyük Önder ayrıca “aciz, adi, duygu ve düşünceden yoksun bir mahluk”… gibi sözlerle aşağılıyor (3).
Benzer nitelemeler, Ata’nın kendi el yazısıyla tuttuğu notları yansıtan Yapı Kredi Bankası Arşivi’ndeki belgelerde de var (4).
Günümüz Türkçesiyle notlardan kimileri şöyle:
“(…) Vahdettin’in saltanatı döneminde millet en derin esaret çukurunun önüne getiriliyor. Binlerce yıldan beri bağımsızlık kavramının seçkin örneği olan Türk milleti, bir tekme ile bu çukurun içine yuvarlanmak isteniyor. Fakat bu tekmeyi vurdurmak için bilinçsiz bir hain gerekliydi. Nasıl ki yasal olarak ölüm cezasına çarptırılanların bile ipini çekmek için duygularından arınmış bir yaratık aranır. Ölüm kararını verenlerin böyle aşağılık bir araca ihtiyaçları vardır. O kim olabilirdi? Ne yazık ki bu milletin hükümdar, sultan, padişah, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin… O, bu davranışıyla kendini öldürdü.”
Ata’nın yukarıdaki sözlerinin üzerine daha ne denebilir ki!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
‘Yavru Vatan’ Kıbrıs şehitleri,
İki cihanda kahraman yoldaş.
Özlenen iki devlet adamı gibi;
Bülent Ecevit ile Rauf Denktaş.
1) Turgut Özakman; “Şu Çılgın Türkler”, Bilgi Yayınevi, 69. basım, Ankara, Eylül 2005, sayfa 22
2) Paranoya: Abartılı gurur, kuşku, sanrı, güvensizlik ve bencillik gibi belirtileri olan bir ruhsal rahatsızlık.
3) “Emre Kongar Seçkisiyle Atatürk Nutuk”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2018, sayfa 178 -181
4) “Atatürk / Belgeler, Elyazısıyla Notlar, Yazışmalar”, Hazırlayan: Yücel Demirel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017