Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914 – 2008), kendine özgü bir akım yaratan, en üretken şiir ustalarımızdandı. “Türkçe Katında Yaşamak” adlı şiirinde, ana dilimize bağlılığını, belleğimize kazınan şu dizesiyle anlatmıştı:
“… Türkçem benim ses bayrağım.”
Şimdi sağ olsa ‘ses bayrağının nasıl yerlerle süründüğünü’ görüp çok üzülürdü.
Yazılı ve görsel medyada izlediğimiz kadarıyla ‘yazım (imla), sesletim (telaffuz), kavram / bilgi / mantık yanlışlarımız’, hemen her alandaki iyi ve güzel şeylere olduğu gibi, “Türkçeye de ihanet” boyutlarına doğru gidiyor.
Bilgi eksikliğinden kaynaklanan yanlışlara değinmekle başlayalım…
Haftalardır bir tv kanalında izleyici, her gün birkaç kez “Montenegro’ya davet” ediliyor. Bir turizm şirketinin şu reklam sloganıyla:
“Montenegro’da eşsiz deneyime hazır mısınız?”
Bir tek Allah’ın kulu çıkıp da uyarmaz mı! Bizimle çok köklü tarihsel bağları bulunan söz konusu ülkeye biz Türkler, “Karadağ” diyoruz. Yaklaşık dört yüz yıl Osmanlı egemenliği altında kaldıktan sonra 1878’de bağımsızlığı tanınan, ardından bir parçası olduğu Yugoslavya’nın 1992’de dağılması üzerine Sırbistan’la birleşip ayrılarak 2006 yılında yeniden bağımsız devlet olan “Karadağ”…
‘AYAĞINI KIRAN’ LİDER!
Bir başka kanalda, ana haber bültenini izliyoruz.
Sunucu, haberlerden birine şöyle başlıyor:
“Geçtiğimiz günlerde ayağını kıran Özgür Özel…”
Bu kısacık söylem, bir değil, iki mantık yanlışı içeriyor;
“Geçtiğimiz günlerde, haftalarda, aylarda…” denmez; çünkü, zamanı biz geçmeyiz, o kendiliğinden geçer.
İkincisi, yukarıdaki söz, “Özgür Özel’in bilinçli olarak kendi ayağını kendisinin kırmış olduğu” anlamına gelir ki bu da saçmalığın dik âlâsı!
Sözün doğrusu, örneğin şöyle olabilirdi:
“Bir süre önce -ev kazası geçirip- ayağı kırılan Özgür Özel…”
Yine, CHP liderinin adının geçtiği bir haber:
“Özel’in gündeminde fahiş kira fiyatları vardı.”
Bu da daha öncesinden, Meclis’te çoktan gına getirten sarmalın bir parçası:
“Kira fiyatlarına ilişkin önerge, AKP -MHP oylarıyla reddedildi.”
Daha önce de anımsatmıştık;
“Fiyat”; bir malın parasal karşılığıdır. Eğer sunulan bir hizmetse onun karşılığı “ücret”tir.
Evini ya da işyerini kiraya veren kişi de kiracıya ‘geçici barınma hizmeti’ sağladığı için “kira fiyatı” yerine, “kira ücreti” dememiz gerekir.
Bir ekonomi gazetecisi, hazırlayıp sunduğu tv izlencesinin 24 Eylül 2024 sabahı yapılan canlı yayınında, Avrupa’da bir banka tarafından bir başka bankanın hisselerinin satın alındığı haberini veriyor.
Sunucu, haberde şu tamlamayı kullanıyor:
“Hisse payı”
Arapçadan dilimize girmiş “hisse” sözcüğünün öz Türkçe karşılığı zaten “pay”.
VAH HUKUK DİLİMİZ!
Arapça kökenli sözcük kullanımındaki karmaşaya bir başka örnek, Sinan Ateş cinayetiyle ilgili yeni bilirkişi yazanağından (rapor).
Yazanakta, sanıklardan yalnızca E. Ö. tarafından maktule birçok kez ateş edildiği, ondan başka kimsenin silahlı saldırıda bulunmadığı öne sürülürken şöyle deniliyor:
“E.Ö.’nün ‘defaten’ ateş ettiği…”
“Defaten”, bir kerede demek.
Bilirkişi yazanağından kastedilen sözcük ise ‘kerelerce’ anlamına gelen “defaatle”.
Osmanlıca konuşup yazma saplantısı, insanları böyle gülünç durumlara düşürebiliyor.
[Hukuk dilinden dem vurunca gel de ‘Türkçesi pırıl pırıl’ 1961 Anayasası’nın bilge mimarlarından Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nu (1904 – 1992) arama! Erinç içinde yatsın.]
Yine, hukuk dilimize yansıyan bilgisizlik örneklerinden biri, Diyarbakır’da vahşice öldürülen kız çocuğu Narin’in ağabeyinin, savunmasını üstlenmesi için başvurduğu barodan geldi. Konuya ilişkin açıklamada şöyle deniliyordu:
“… İlk günden beri dosyayı büyük bir titizlikle takip eden Baromuz, müşteki sıfatına haiz olan Baran Güran’ı temsilen soruşturma dosyasına dahil olmuştur.”
“Haiz”, bir şeyi olan, elinde bulunduran, taşıyan, demek.
Haiz olmak, geçişli bir eylemdir, nesne alır. Yani, bu sözcüğün kullanıldığı tümcede, “neyi haiz olmak?” sorusunun yanıtı bulunur.
Dolayısıyla da baronun açıklamasında geçen “müşteki sıfatına haiz” sözü yanlış.
Doğrusu:
“Müşteki sıfatını haiz”.
Aynı açıklama geçen Arapça kökenli “dahil” sözcüğünün de mutlaka düzeltme imli (şapkalı) yazılması gerekirdi; “dâhil”.
Çünkü, şapkasız yazdığınız zaman ‘bir işe karışmış olma’ anlamına gelir.
Dilbilgisine göre bir ad olan ve her iki hecesi de düz okunan “dahil”in doğru kullanım örneği:
“Ahmet’in Ayşe’ye darılmasında benim bir dahlim yok.”
Aynı şekilde Arapçadan dilimize giren “dâhil” ise ad olarak ‘iç’; belirteç (zarf) olarak da ‘… ile birlikte’, ‘içinde, içine almış durumda’ anlamları taşır.
İlk hecesi uzun okunan “dâhil”in doğru kullanımı:
“Bu kazağın fiyatı, KDV dâhil beş yüz lira.”
ATASÖZÜ VE DEYİMLER
Tv’deki bir tartışma izlencesinin iki sunucusundan biri olan doçent, 22 Eylül 2024 akşamı izlediğimiz yayında, kimi iktidar milletvekillerinin Kayseri’deki ‘sucuk partisi’ni eleştiriyordu. Sayın akademisyen, bizce de yoksullaştırılan halkla alay etmekten farksız bu davranışı kınarken bir deyimi yanlış kullandı:
“Kör gözle parmağa”
Herhangi bir şeyin, yadsınamayacak biçimde ortada olduğu durumları anlatan deyimin doğrusu elbette şu:
“Kör kör parmağım gözüne.”
Öte yandan, Kanal 360’taki “Ben Bilirim” adlı yarışmada öylesine sık dil ve bilgi yanlışına düşülüyor ki bunları bir değil, birkaç yazıda ele almamız gerekiyor.
Şimdilik, 11 Eylül 2024 gecesi yayımlanan bölümde bir atasözümüze şöyle yer verildiğine dikkat çekmekle yetinelim:
“Kol kırılır, yen içinde kalır.”
Daha önce de belirtmiştik; kırgınlıklar, küskünlükler, anlaşmazlıklar yakın çevre içinde çözülür, yabancılara yansıtılmaz, anlamındaki bu sözde yüklem yoktur.
Doğrusu:
“Baş yarılır börk içinde, kol kırılır, yen (kürk) içinde.”
‘Eksiltili tümce’ olarak “Kol kırılır, yen içinde…” diye de kullanılabilir.
Atasözleri ve deyimlerdeki sözcükler değiştirilemez, kuralına karşın TDK’nin bile bu atasözümüzde ayraç içinde “kalır” yüklemini kullanması, ayrı bir gariplik örneği.
‘Yerlerdeki’ ses bayrağımız Türkçeyi, ulusça öpüp başımıza koyma çağrımızı haftaya da sürdüreceğiz.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Adalete güvenmeli (!)
Olmasaydı mülkün temeli,
Ekrem İmamoğlu’na
Yüklenirdi Narin cinayeti!