TBMM’de yaşanan son ‘yumruklu oturum’ bize Sam Peckinpah’ın “Vahşi Belde” (The Wild Bunch, 1969 yapımı) filmiyle ilgili bir sözü anımsattı.
Meclis, geçen cuma günü AYM’nin hükümlü Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki kabaca “Atalay’a vekilliğinin geri verilmesi” kararını görüşmek üzere toplanmıştı, biliyorsunuz.
Oturumda söz alan TİP Milletvekili Ahmet Şık, ağır sözlerle AKP ve MHP’ye yüklenince ‘kürsü dokunulmazlığı’na karşın fizikî saldırıya uğradı. Hem de aynı zamanda Meclis’te sükûneti sağlamakla görevli olan İdare Amiri, AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan tarafından…
Kavga büyüdü, tarafları ayırmak isterken atılan yumruklardan nasibini alan DEM Parti Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in kaşı açıldı, genel kurul salonundaki merdivenler kana bulandı.
Gazeteci kökenli CHP Milletvekili Onur Konuralp de yaralananlar arasındaydı.
Muhalefetin savına göre ‘iktidar kurgusu’ olan bu kavga sonunda, Can Atalay hakkındaki AYM hükmü Meclis’te okunmayarak ‘ulusal istenç’in (millî irade) demir parmaklıklar ardında kalmasına devam, denilmiş oldu.
‘Kanlı kavga’, başta Ana Muhalefet Partisi lideri Özgür Özel ve medyamız tarafından olmak üzere, büyük şaşkınlıkla karşılandı.
Oysa bu, yıllardır bağıra bağıra gelen ve dikkatli olunmayıp tam tersine kışkırtılırsa -maazallah- çok daha vahimlerinin yaşanması olası durumlardan yalnızca biri.
‘BİRİSİ VURULUNCA KANI AKAR’
Başta sözünü ettiğimiz “Vahşi Belde” filmine dönelim…
Daha çok çektiği kovboy filmleriyle tanınan ABD’li Sam Peckinpah (1925 -1984), “revizyonist” (1) bir yönetmen. Örneğin, ülkesi işgal edilen Kızılderililerin ‘düşman’, işgalci kovboyun ise ‘kahraman’ olup olmadığını, filmleriyle izleyicisine en azından ‘sorgulatıyor’. Keşke bunu yaparken beyazperdede fazlaca kan revan sahnelerine yer vermeseydi, diye düşünüyoruz ama biçemi (üslup), ‘izleyiciyi rahatsız etme / irkiltme’ üzerine kurulu, Pekinpah’ın.
Öncü yönetmenin sanat anlayışını özümseyen sinema insanlarından biri, ABD’li aktör, Ernest Borgnine (1917 – 2012) imiş. Beyazperdede daha çok kötü adam tiplemeleriyle gördüğümüz Borgnine, “Vahşi Belde”de de oynamıştı.
Filmin ilk gösterimi sonrasındaki basın toplantısında bir kadın gazeteci, Pekinpah’a sormuş (2):
— Filminizde neden o kadar çok miktarda kan gösterme gereği duydunuz?
Biraz ‘kızmış gibi’ olan kadının sorusuna yanıt, sıkıntılı bir yüz ifadesiyle aktör Borgnine’dan gelmiş:
— Hanımefendi, birisi vurulunca kanı akar.
Öte yandan, Japon yazar Haruki Murakami (1949 doğ.), Borgnine’ın yukarıdaki sözünü, kendi roman kahramanlarından bir kadına, Sumire’ye şöyle yorumlatıyor (3):
“Ben bu repliği seviyorum. Muhtemelen gerçekliğe dayandığı için. Anlaşılması güç bir şeyi, anlaşılması güç bir şey olarak kabul etmek. Sonra kan akması. (…)”
“ANAYASAYA SADAKATTEN…”
Murakami’nin, yine kahramanı Sumire aracılığıyla dile getirdiği gibi, “…Düşler âleminde yaşamak, kuramsal olarak basit bir şeydir. (…) Ama gerçek, dişini geçirir sana.”
Tam da geçen cuma günü, Meclis’te görüldüğü gibi…
Anlaşılması güç şey:
Anayasamızın 153. Maddesinde, “AYM kararları, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” deniliyor.
Sözümüz ona bir ‘hukuk devleti’ olan Türkiye’de, yukarıdaki açık hükme karşın Can Atalay’ın milletvekilliğine geri dönmesi ısrarla engelleniyor.
Anlaşılması güç şeyi kabul etmek:
Meclis’ten, çoğunluğu oluşturan iki partinin ‘işine gelmeyen’ Anayasa hükümlerine ve yargı kararlarına uymasının artık kesinlikle beklenmeyeceğinin ortaya çıkması.
Kendilerine, milletvekili seçildikten sonra yüce Meclis’in ilk oturumunda ettikleri yemin anımsatılsa bir yararı olur mu?
“… hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma, toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
KENDİMİZİ KAYIRMAYALIM
Tabii bu arada, eğri oturup doğru konuşarak -bilinen delege sistemindeki çarpıklığa ve seçim hilelerine karşın- ülkeyi yönetenleri kendimiz seçtiğimizi unutmayalım.
Örneğin, son yumruklama olayına bakarak bizim yerli “Vahşi Belde”nin Ernest Borgnine’ı diyebileceğimiz Alpay Özalan, AKP’den ikinci kez İzmir Milletvekili seçildi. Bu tercih, eski futbolcuyu listede ‘seçilebileceği sıraya’ koyan iktidar partisinin yanı sıra elbette seçmenlerin de ‘teveccüh’ünü gösteriyor.
Meclis’te kendisini ‘idare amiri’ yaptırtacak denli takdir edilen önceki saldırıları, seçmen katında da “kabul” görmese herhâlde seçilemezdi.
Kaldı ki kendisi, “makbul olma” konusunda, deyiş yerindeyse sınav vermiş bir kişidir!
Şöyle:
Yaşı elverenler anımsarlar; Alpay Özalan’ın da aralarında bulunduğu Türkiye Millî Futbol Takımı, 1996’da yapılan EURO 96 finallerinde, Hırvatistan’la karşılaşmıştı. 0 – 0 beraberlikle süren karşılaşmanın son dakikalarında, rakip takımın oyuncusu Vlaovic gole gidiyordu. Karşısındaki tek oyuncumuz, Alpay Özalan’dı. Sporda ‘Yugoslav faulü’ adı verilen hareketi yapıp Vlaovic’i düşürse golü önleyecekti. Ama, düşürmedi. Bu davranışı nedeniyle maçtan sonra UEFA tarafından kendisine “Adil Oyun (Fair Play) Ödülü” verildi.
Peki ya Türk taraftarların yaklaşımı nasıl oldu dersiniz?
Yurda dönen ulusal takım kafilesinin içindeki Alpay Özalan’a çürük yumurta fırlatıldı.
En azından üçte biri bu anlayıştaki toplumumuzun yansıması olduğu sugötürmez ‘Meclis sinemamız’, kuruluş ayarları bozulmuş, demokratik / adaletli (adil) oyun kurallarından her gün biraz daha uzaklaşılan bir ülkede nelerin yaşanabileceği bakımından bütün dünya için ibretlik değil mi!
DİL YANLIŞLARIMIZ
‘Yumrukçu’ vekil Alpay Özalan’ı, iktidar ve bileşenlerinden kutlayan kutlayana!
Tebrikçilerden biri, Cumhurbaşkanı Başdanışmanıymış. Vekillerin konuşmalarına, hakaret bile içerse sözle karşılık verilmesini öngören “kürsü dokunulmazlığını” yok sayarak yazdığı sosyal medya iletisinde şöyle diyor:
“Burası Tbmm dingonun ahırı değil, hakaret edersen cevabınıda alırsın. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay teröristtir.”
Asıl mesleğinin eczacılık olduğunu öğrendiğimiz Başdanışmana, sayın Cumhurbaşkanı’nın hangi konularda danıştığını bilemiyoruz. Naçizane önerimiz, kendisine ‘doğru Türkçe’ konusunda başvurulmasın!
Çünkü kısacık iletisinde, “TBMM yerine Tbmm”; “Dingo’nun yerine dingonun” yazmış; ayrıca ‘dahi’ anlamındaki “de, da” ekinin sözcükten ayrı yazılması gerektiğini unutmuş olsa gerek!
Sayın Başdanışmana, ‘muhalif aydınları suçlamanın en kolay yolu’ hâline getirilen “terörist” sözcüğünün karşılığını da anımsatalım:
“Bir siyasî davayı zorla kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana veya mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse; yıldırıcı, yıldırmacı, terörcü, tedhişçi.”
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Süreyya Berfe’den esinle-
Ülkem bir uçtan öbür uca
Hem kanıyor hem yanıyor…
Yaşamsal çağrıdır, dikkat!
Kan ve vicdan aranıyor.
1) Revizyonist: Yeniden gözden geçirip düzelten (kimse).
2) Haruki Murakami; “Sputnik Sevgilim”, Doğan Kitap, Türkçesi: Ali Volkan Erdemir, 40. basım, 2023 Ekim, sayfa 149
3) Agy. sayfa 149