Mutluluğa, başarıya, yürek dolusu gülmeye ulusça ne denli aç bırakıldığımız, Euro 2024 Futbol Şampiyonasında bir kez daha ortaya çıktı.
Ulusal futbol takımımızın çeyrek finale yükselerek Türkiye’nin adını Avrupa’da ‘ilk sekiz’ arasına yazdırması karşısında çocuklar gibi sevindik.
Geçen Cumartesi gecesi oynanan son karşılaşmada, ayaktopunun dünya devlerinden biri olan Hollanda’yı yenmemiz işten değildi; ama, 2-1 yenilip elenmemiz de bizce millîlerimizin üstün başarısını gölgelemedi. Çünkü, canla başla çalışıp ellerinden gelenin fazlasını yaptılar.
Özellikle, Alman gazeteci / yazar Günter Wallraff’ın (doğ. 1942) deyişiyle, ağır çalışma / barınma koşulları ve sosyal katman olarak Avrupalıların “En Alttakiler”ini (1) oluşturan gurbetçi kuşaklarımızın göğsünü kabarttılar.
Başta Arda Güler, Mert Günok, Hakan Çalhanoğlu, Ferdi Kadıoğlu… olmak üzere, çocuklarımızı alınlarından öpüyor, kendilerine çok teşekkür ediyoruz.
HOŞ OLMAYANLAR
Şahsen kendimizi bildik bileli, ayaktopunu sevenlerdeniz.
Değerli meslektaşımız ve arkadaşımız Özkan Altıntaş’ın yönetimindeki Fenerbahçe gazetesinde ‘hasbelkader’ dört yıl boyunca “Köşe Vuruşu” başlıklı tam sayfa yorumlar yazmış biri olarak bu konuda ‘fikir yürütme’ hakkına sahip bulunduğumuzu sanıyoruz.
Önce, Portekiz diktatörü Salazar’ın, ardından İspanya diktatörü Franco’nun halklarını ‘uyutmak’ için uyguladıkları “Üç F” kuralındaki ‘f’lerden ilkinin “futbol” olduğunu duymuşsunuzdur. Ötekiler (2) “fado” (arabesk benzeri müzik, eğlence) ile “Fatıma” (diktatöre destek veren dinin simgesi İspanyol kasabasının adı)…
Günümüzde ise ayaktopunun üzerindeki faşizm gölgesinin kalktığını düşünüyoruz.
Tabii, sporun barışçıl ruhuna uygun davranıldığı, kitlelerin bu kez de ‘uyutulmanın tersine’ rekabet duygularını nefrete, şiddete dönüştürmedikleri ölçüde…
İRKİLTEN HAREKET
Aynı UEFA turnuvasında, attığı iki golle Avusturya’yı 2-1 yenmemizi sağlayan oyuncumuz Merih Demiral’ın, karşılaşmadan sonra iki eliyle bozkurt işareti yapmasının, bizi irkilttiğini itiraf edelim.
En hafif deyişle gereksiz bir hareketti bu.
Kimilerinin savladıkları gibi, Asya’daki soydaşlarımız bin yıldır birbirlerini bozkurt işaretiyle selamlıyor ya da yabancılara kendilerini böyle tanıtıyor olabilirler.
Biz Türkiye Türkleri için ‘bozkurt’, günümüzde bir siyasal partinin simgesidir.
Üstelik, o partiden birileri, kendi eski gençlik örgütü başkanı olan akademisyen Sinan Ateş’in (1984 – 2022) kurban gittiği cinayete karışmakla suçlanırken….
Cinayetin aydınlatılması için çaba harcayan özgür gazetecileri açıkça hedef alır, son olarak da geçen hafta ‘kurşun’ göndermeli ölüm tehdidinde bulunurken…
‘TERBİYESİZLİK’
Bu arada, bir de Avrupa açısından, madalyonun hoş olmayan yüzü ortaya çıktı.
UEFA Kontrol, Etik ve Disiplin Kurulu (CEDB), Türkiye’nin savunmasını bile beklemeden, Merih’e, kritik iki maçta oynamaktan men cezası verdi, biliyorsunuz. Bir bakıma rakip ulusal takımların taraftarlarından oluşan kurulun, fırsat bu fırsat, ağır ceza kesmesinin gerekçesinde (!) “terbiyesizlik” gibi bir sözcük de yer alıyor.
Öte yandan, aynı turnuvada galip geldikleri bir maç sonrası ‘edep yerini gösteren’ İngiliz futbolcu Bellingham, para ve ‘ertelemeli’ olarak bir UEFA karşılaşmasından men cezasına çarptırıldı. Hem de bildiğimiz kadarıyla “terbiyesizlik”ten dem vurulmadan!
Çifte ölçünlülük (standart) denilip geçilemeyecek denli kör kör parmağım gözüne önyargılı, adaletsiz bir karar.
Kendi tanımlamalarıyla nitelendirecek olursak terbiyesizliğin dik âlâsı!
ÖZELEŞTİRİ GEREĞİ
Yine de biz, en iyi eleştiri özeleştiridir, gerçeğinden hareketle -konuyu pek de dağıtmamaya çalışarak- kendimize çekidüzen verme zorunluluğuna dikkat çekmeyi sürdürelim…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla 17 Mayıs 2024 tarihli Resmî Gazete’de, Tasarruf Genelgesi yayımlanmıştı.
Gazeteci Çiğdem Toker, genelgenin yayımlandığı Mayıs’tan bir ay önce, Türkiye’nin temsil ve tanıtma harcamalarının 61,2 milyon lira olduğunu, genelge yayımlandıktan hemen sonra ise 418 milyon liraya yükseldiğini yazdı (3). Sayılar, bir ayda ‘yedi kat artış’ı gösteriyor. Şaka gibi!
* Türk Futbol Federasyonunun (TFF), aynı UEFATurnuvası’na 613 Türk görevli ve ‘bedavacı’ konuk götürdüğü öne sürülüyor. Federasyon bu sayının 197 olduğunu açıkladı. Eğer doğruysa 197 kişi bile çok değil mi! Efendim, aralarında eski millî futbolcularımız da varmış. Onlardan hangisi, ballı yurt dışı geziyi, çoluk çocuğunun boğazından kısıp ödediği vergileriyle finanse eden halkımız kadar yoksul ki !
* Sayın Cumhurbaşkanı, Türk Millî Takımı ile Avusturya’nın karşılaşacağı maçı izlemek üzere Berlin’e, özel Boeing uçağıyla gitti. Gazeteci Deniz Zeyrek hesaplamış; Ankara – Berlin arasında Boeing’in gidiş – dönüş sadece yakıt arası 1,3 milyon lira tutuyor.
Tabii bu masrafa, Berlin’de kırk araçlık resmî konvoyla tur atılmasını da eklemek gerekiyor.
* Aynı günlerde, UEFA karşılaşmasında bizi 2-1 yenen Hollanda’da Başbakan değişti. Mark Rutte, görevini Dick Schoff’a devretti. Rutte, Başbakanlık konutundan ayrılırken bisikletine binip evine gitti. Hollanda’da kişi başına ulusal gelir, 48 bin 860 dolar. Bizimse 13 bin küsur dolar; hem de ‘hormonlu’ rakamlarla.
* İngiltere’de de İşçi Partisi seçimi kazanınca Başbakan Rishi Sunak hem Başbakanlıktan hem de Muhafazakâr Parti liderliğinden istifa etti. Kral 3. Charles’a istifasını sunarken Buckingham Sarayı’nın önünde Sunak’ı kaç araçlık konvoy bekliyordu dersiniz? Yalnızca iki araçlık. İngiltere’de kişi başına düşen ulusal gelir, yaklaşık 50 bin dolar.
BİTMEDİ, BİTMİYOR
Biz bu satırları yazarken hükümetin ‘yeni tasarruf paketi’ Meclis’teydi.
Yeni paketin neler içerdiği hiç şaşırtıcı değil:
* Büyük çoğunluğu CHP’nin eline geçen belediyelerin halka hizmetlerini daha da kısıtlamak,
* İktidarın ulufe gibi dağıttığı çift maaşları yasal güvence altına almak,
* Aynı anlayışla kamu araçlarını, istediklerine verebilmek için ihalesiz -sözümüz ona- satmak! Belki bir bölümünü, daha sonra kamuya astronomik ücretlerle ‘kiralamak’ üzere…
Ve benzerleri…
Tasarrufundan kaçınılan tek şeyin, önceden söylendiği gibi, “itibar” olduğunu her fırsatta görüyoruz!
Arapça kökenli “itibar”ın, öz Türkçesi “saygınlık”.
Toplumca şapkamızı önümüze koyup şu sorunun yanıtını ciddi ciddi ararsak kim bilir, belki de çözüm için ‘mütevazı’ bir adım atmış oluruz:
Acaba lüks içinde yüzmek mi yoksa ‘büyüdükçe küçülmek’ mi insanı daha saygın kılar?..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Hannibal’ın ruhu:
“Ya bir yol bul,
Ya bir yol aç…
Ya da yoldan çekil!”
1) Wallraff’ın, Türk kaçak işçi Ali Levent adıyla Almanya’da iki yıl çalışıp acı tanıklıklarını anlattığı kitap. Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986.
[Rahmetlik dostumuz / meslektaşımız Doğan Katırcıoğlu da (1935 – 2011) maden işçilerimizin çilesine ortak olmak için Zonguldak’taki bir maden ocağında ‘taban ameleliği’ yapmıştı. Katırcıoğlu’nun yaşadıkları Cumhuriyet gazetesinde “Yeraltında Sesler Var” adıyla yazı dizisi, sonra da kitap olarak yayımlanmıştı. Cem Ofset, İstanbul, 1993]
2) Ayrıntı için bkz. Prof. Dr. Emre Kongar’ın Cumhuriyet gazetesindeki 19 Aralık 2014 tarihli köşe yazısı.
3) bes.org.tr/2024/06/21