29 Ekim Cumhuriyet Bayramı haftasındayız.
101’inci yıl, bütün ulusumuza kutlu olsun.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, tarihin bu topraklarda yetişmiş en yüce değeridir.
O, 10 Eylül 1922’de Türk orduları İzmir’e girdiğinde “Truva’nın intikamını aldık.” demiş olsa da…
Okuyanlar bilir; Yunan mitolojisine göre Peleus’un, deniz tanrıçası Thetis’ten bir oğlu olur. Adını, Aşil koyarlar. Thetis’in Stykes Nehri’ne batırıp çıkardığı Aşil’e, -bizim Yörük Ali Efe gibi- silah işlemez. Ancak, annesinin suya batırdığı sırada eliyle tuttuğu için ıslanmayan topuğu, Aşil’in bedenindeki duyarlı noktadır.
‘BÖLÜNME’ KUŞKUSU
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin Aşil topuğu, – Anayasamızın 2’nci Maddesindeki, değiştirilmesi teklif dahi edilemez- ‘laiklik’tir.
Ne var ki “Eğitim Birliği Yasası” çoktan rafa kaldırılarak ülkemizin laiklik karşıtı imam hatip okulları bombardımanına tutulmasıyla da kalınmadı…
Şimdi sıranın, “ulusal birliğimizin çimentosu” olan “Atatürk milliyetçiliği”nin tamamen unutturulup ‘ülkeyi bölmeye’ geldiği yolunda çok ciddi kuşkular var.
Yine “Anayasamızın değiştirilmesi teklif bile edilemez” ilk üç maddesinde değişiklik yapılmasının, TBMM Başkanı’nın bile aralarında bulunduğu kişilerce ciddi ciddi tartışmaya açılması, bu kuşkuların temel kaynağı.
66. Maddede de bilindiği gibi, ırksal ayrımlara karşı çıkılarak “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” deniliyor ki bu Atatürk Milliyetçiliğinin ta kendisidir.
DEĞİŞMEYEN DEĞİŞİM!
Oyları düşmekte olan iktidar partisiyle bileşenlerinin, Doğulu ve Güneydoğulu seçmene göz kırparak önce DEM Parti’ye, ardından -inanılması güç ama çok acı gerçek- terör örgütü PKK’ya, onun kurucu lideri Öcalan’a zeytin dalı uzatması, son siyasal manevraları.
Bu uğurda, pek çok maddesini zaten kendilerinin değiştirdikleri hukuk çatısını hâlâ “darbe anayasası” diye nitelendirip -ne olduğunu kendilerinin de bilmedikleri- “Kürt sorununa çözüm” havucu önermeleri, çaresizlikte vardıkları en ibret alınası nokta mıdır?
Türlü sosyal kesimlere uzun yıllardır verilmeyen, tanımayan ‘demokratik’ haklar, şimdi Kürt yurttaşlarımıza mı tanınacak?
‘Bebek kadar masum’ Can Atalay ve Osman Kavala ile öteki Gezi hükümlülerini; terör karşıtı olduğu bilinen, nitekim biri sivil beş şehit verdiğimiz PKK’nın son TUSAŞ saldırısını da kınayan Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ‘unuturken’ kundaktaki bebeklerin de aralarından bulunduğu on binlerce şehit kanı döken Abdullah Öcalan’ı affedecekler mi?
İktidarın neden ‘hem köktendinci hem de etnik ayrılıkçı’ Hüda – Par’ı Cumhur İttifakı saflarına katmış olduğu, bu hamleyle anlaşılıyor.
Köktendincilerin arasında, “Seccademi serebildiğim her yer benim için vatandır; bölünsün, küçülsün, yeter ki Müslüman toprağı olsun!” anlayışının yaygın olduğu öteden beri öne sürülür.
Kaldı ki salt, Atatürk’ün tarihsel utkusuyla kazanıldığı için Misak-ı Millî sınırlarına karşı çıkan ‘gerici’ kini bile bizi artık şaşırtmaz.
Bu siyasal manevranın anlaşılmaz yanı şudur:
Ümmetçilik ile kavmiyetçilik (milliyetçilik) birbiriyle taban tabana zıt olduklarına göre, iktidar partisinin küçük ortağı, nasıl böyle ‘dramatik’ bir çizgiye girebiliyor? Hem de olmayacak duaya amin demekten farksız, “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun; PKK’yi lağvettiğini açıklasın!” sözlerini edebildiği ‘öncü’ rolüyle…
Kaldı ki söz konusu partinin lideri tarafından birdenbire Türkiye’nin gündemine sokulan “Umut hakkı” önerisi ile aslında AİHM, üye ülkeleri Öcalan gibi 25 yıl ya da daha fazla cezaevinde tutulan hükümlüleri salıvermeye değil, onların durumunu ‘insan hakları’ açısından ‘gözden geçirmeye’ çağırıyor.
‘BAŞLANGIÇ’ KALKAR MI?
Bu arada, Anayasamızın “Başlangıç” bölümünün nedense hiç gündeme getirilmemesi, bizce anlamlı.
“Başlangıç”ın giriş paragrafı, ulusça “Atatürk inkılap (devrim) ve ilkeleri doğrultusunda” olmamızı zorunlu kılıyor.
İkinci paragrafta, “millî iradeyi, millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla (gerekleriyle) belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı” vurgulanıyor.
Son paragrafta da “(bu Anayasa) Saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi edilir.” deniliyor.
Yazımızın başlığında, “Cumhuriyet Gündüzsefasıdır” iğretilemesini (metafor) kullanmamızın nedeni de işte bu son tümce.
Japonya’da ilkokul birinci sınıf öğrencilerine, yaz dinlencesinde
“gündüzsefası gözlem ödevi” verirlermiş. Çocuktan, yazın bir gündüzsefası çiçeği yetiştirip onunla ilgili gözlemlerini not ve resimle kaydetmeleri istenirmiş (1).
Bizim ‘tarikat sever’ Millî Eğitim Bakanı’na, henüz Türkçe okuyup yazmayı yeterince öğrenmemiş bebelerimizi, dört mevsim kitleler hâlinde Arapça Kuran kurslarına yönlendirmek yerine, onlara okullarımızda gündüzsefası (2), hâttâ daha da güzeli “Atatürk çiçeği” (3) yetiştirme ödevi verilmesini önersek olumlu karşılık alabilir miyiz dersiniz?..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Yürürlükteki 1982 Anayasası’nın “Başlangıç” bölümünün yukarıda aktardığımız son tümcesinde geçen, Arapça kökenli “emanet” ve “tevdi” sözcükleri, eş anlamlı.
Bilindiği gibi, “emanet, korunmak için birine ya da bir yere bırakılan eşya, kimse vb. insan” demek.
“Tevdi” de yine ‘verme, bırakma, emanet etme’ anlamı taşıyor.
Eş anlamlı kimi sözcükler, ‘anlam pekiştirmesi’ amacıyla birlikte kullanılabilir.
Doğru örnekler:
güçlü kuvvetli, akıllı uslu, zayıf nahif …
Ama, bu ve benzeri ‘ikileme’ sözcükleri, bağlaçlı olarak birlikte kullanılmaz.
Yani:
güçlü ve kuvvetli; akıllı ve uslu; zayıf ve nahif… denmez.
Dolayısıyla da Anayasamızın “Başlangıç” bölümündeki anlatımda, eş anlamlı iki sözcükten “etmek” yardımcı eylemiyle yapılan “… emanet ve tevdi edilir” tümcesi yanlıştır.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Cumhur (4) diyor:
Cumhuriyet Haftası,
Cumhur İttifakı anlıyor
Şahsım anayasası!
1) Haruki Murakami; “Karanlıktan Sonra”, Doğan Kitap, 27. basım, Kasım 2023, sayfa 88
2) Gündüzsefası: Toprağının genleriyle oynanmadığı sürece yetiştirilmesi ‘çocuk işi’ olup rengârenk ‘çoğul’ çiçekler açan, adından da anlaşılacağı gibi ‘aydınlığı’ seven bir çiçek.
3) Euphorbia pulcherrima ya da “Atatürk çiçeği”, aslında Meksika ve Guatemala’ya özgü bir bitki türü. Atatürk’ün, bu çiçeğin ülkemizde yetiştirilmesine öncülük ettiği belirtilir. 8 Temmuz 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir habere göre ise ABD’li Prof. Kirklend tarafından laboratuvarda üretilmiştir. Adı geçen bilim insanı, Kayseri’de Amerikan Koleji’ni ziyareti sırasında Atatürk’ü görür ve beraberindeki profesör arkadaşı, yeni elde edilen çiçeğe “Gazi Atatürk” adının verilmesini önerir. Öneriye uyulur ve çiçeğin adı, dönemin “Nebatat (Bitkiler) Dairesi”nce resmen tescillenir. (Kaynak: Vikipedia Özgür Ansiklopedi)
4) Cumhur: Halk.