Hafta sonunda, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladık.
Öncelik, Başöğretmen Atatürk’te olmak üzere, biz Türklerin ‘çağcıl uygarlık sahnesindeki onurlu yerini’ borçlu olduğumuz tüm Cumhuriyet kuşağı öğretmenlerinin bu özel gününü kutluyor, her birinin ellerinden öpüyoruz.
Ölenlere de Tanrı’dan rahmet diliyoruz.
Atatürk ilke ve Devrimleri meşalesini taşımaktan ‘yılmayan’ eğitim ordusu askerlerinden birinin yüreğimizde ayrı bir yeri var; altmış yıl önce ortaokulda Türkçe öğretmenimiz olan Şadiye Yılmazgil’in.
Telefonla ve sosyal medya aracılığıyla hâlâ sık sık iletişim kurabildiğimiz öğretmenimizi pazar günü bir grup arkadaşımızla birlikte Bakırköy’deki evinde ziyaret ettik. Elbette çok mutlu oldu. Taptaze belleğiyle -kimilerimizi okul numaralarıyla olmak üzere- daha dün ayrılmışız gibi anımsıyor.
ÖRNEK KİŞİLİĞİN YANSIMASI
Biz öğrencileri için Şadiye Öğretmenimizin en önemli yanlarından biri, tutku ölçeğinde edebiyat / sanat sevgisi aşılamasının yanı sıra çocuk yaşımızda bize ‘yetişkin, saygın bireylermişiz’ gibi davranmasıydı.
Oysa şimdi kendisi, olanca alçakgönüllülüğüyle öğrencileri tarafından neden bu denli sevildiğini anlayamadığını söylüyor.
Bu arada, onun yeni öğrendiğimiz bir davranışı, örnek kişiliğinin bir başka yansıması.
Masal gibi; yarım yüzyılı aşan zaman önce çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda bizler hemen herkesi, koşulsuz şartsız severdik. Ne yoksul / varsıl ne etnik köken / din ayrımı bilirdik. Ya da gerçek tamamen böyle olmadığı hâlde şimdi yaşlanınca öyle sanıyor, öyle duyumsuyoruz.
Ne olursa olsun, ‘çiğ süt emmiş’ insanın, hele ‘yaşken eğilecek çağdayken’ doğru yönlendirilmesi çok önemli.
Kaldı ki İngiliz yazar William Golding’in (1911 – 1993) “Sineklerin Tanrısı” romanını okumuş ya da sinema uyarlamasını izlemiş olanlar anımsarlar; çocuklar, kimi zaman birbirlerine karşı müthiş acımasız olabiliyorlar.
Günümüzde, “akran zorbalığı” adı verilen bir çocuklar arası şiddet sarmalı da var.
Şadiye Öğretmenimizin örnek kişiliğini yansıtan olaya gelince…
Kendisi, öğrencilerinden birinin Ermeni asıllı, dolayısıyla Hristiyan olduğunu anlayınca onun yokluğunda sınıf arkadaşlarını toplayıp şöyle diyor:
– Arkadaşınız …., din derslerine girmeyecek. Nedenini kendisine sormayacaksınız. Hâttâ kendi aranızda bile bu konuda tek kelime etmeyeceksiniz!
Anne sevecenliğinin yanı sıra tatlı sert disiplinden de hiç ödün vermeyen öğretmenimizin bu uyarısını bir tek öğrencisi bile çiğnemiyor.
MADALYONUN İKİ YÜZÜ
Bir yanda internet aracılığıyla dünyayı tanımaya çalışan çocuklarımız…
Ve Şadiye Yılmazgil’lerin bıraktığı yerden, ulusal eğitimi çağdaş ölçütlerle sürdürecek nitelikli öğretmen adaylarımızın, kaldırılacağı sözü verilmesine karşın torpil / mülakatlarla elendikleri acı gerçeği…
Öte yanda, Millî Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturan ‘tarikat sever’ kişinin son zamanlarda sıklıkla yinelediği söz ve davranışları, kendileri iş başında kaldıkça yarının büyüklerini pek iyi bir geleceğin beklemediğini gösteriyor.
Ulusal eğitim izlencesini (müfredat, program) göz göre göre, bilim dışı / çağ dışı bir yapıya dönüştürebilen egemenler, son olarak CHP’li belediyelerin çalışan anne babaların çocukları için açtığı çağcıl (modern) kreşleri kapatmaya yöneldiler.
AKP’li Murat Kurum, İBB Başkanlığına aday olunca İstanbul’da 300 kreş açma sözü vermişti. Seçilemedi. İmamoğlu seçildi ve şimdiye değin kente 3- 7 yaş arasındaki çocuklar için 105 kreş yaptı. 10 bin anne baba böylece rahat bir nefes aldı. Ancak, Millî Eğitim Bakanlığı, geçen hafta valiliklere bir yazı göndererek “Belediyeler kreşlerini kapatsınlar, yeni kreş de yapmasınlar!” buyurmuş. Bakan, iktidar bileşeni tv kanalına yaptığı açıklamada, “Biz kreş demedik, ana sınıfı dedik.” diyor. İmamoğlu, yazıyı gösteriyor: “Bak, burada kreş yazıyor!”
Efendim, belediyelerin kreş açmasının yasalarda yeri yokmuş! Eğer yoksa siz niye açma sözü verdiniz?
Elbette yasalara, Anayasaya kimlerin ne denli bağlı (!) olduğunu biz artık çok iyi biliyoruz!
Kreşle ilgili yasal boşluk varsa doldurun ki çalışan anne babalardan yana olduğunuzu anlayalım.
Hayır, amaç başka; bir taşla üç kuş birden vurmak:
1- Çocukları, henüz 4- 6 yaş arasındayken tarikat / cemaat bağlantılı Kuran kurslarına çekmek.
2- Çalışan kadını iş yaşamından koparıp eve hapsetmek.
3- CHP’li belediyelerin en temel hizmetleri bile vermelerine engel olmak.
Aynı Milli Eğitim Bakanı, “CHP, camileri ibadete kapattı, ahır yaptı.” diyebiliyor. Cumhuriyet düşmanlarının piri olan ‘fesli’ Mehmet Şevket Eygi tarafından uydurulan bu sav, yıllar önce tarihsel belgelerle çürütülmüştü. Gerçek şudur:
II. Dünya Savaşı’nın Trakya sınır kapımıza dayandığı 1942 yılında, Hitler ordularının ibadethaneleri bombalamayacağı düşünülerek müzelerimizdeki tarihsel değerler, kimi camilere taşınmıştır. Dolayısıyla da buralar geçici olarak ibadete kapatılmıştır. Böylece din tacirlerine gün doğmuştur! Aslında onlar dinine, diyanetine gerçekten bağlı olsalar CHP’ye ve dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye teşekkür ederler; çünkü, camilere taşınan değerler arasında, Hz. Muhammet’e ait Kutsal Emanetler de bulunmaktaydı. Kaldı ki insan ibadetini evinde de yapabilir ama bu değerler yitirilirse geri gelmez.
BİR IŞİD EMİRİMİZ EKSİKTİ!
Üstelik, bunlarla da kalınmıyor…
Terör örgütü IŞİD’in Türkiye Emiri olduğunu söyleyen bir köktendinci, elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaşmakla yetinmeyip çıkarıldığı tv kanalında “Laiklik, Allah’a kafa tutmaktır.” diyor.
Dört kez tutuklanan, en son ‘kaçma şüphesi bulunmadığı’ (!) gerekçesiyle serbest bırakılan bu sapkının, daha önce de bir Mehmetçiğimizin IŞİD militanlarınca diri diri yakılmasını onayladığı öne sürülmüştü.
İktidara yönelik en küçük eleştiri karşısında tv’lere ceza yağdıran RTÜK’ten, biz bu satırları yazdığımız güne değin, söz konusu kanala herhangi bir yaptırım gelmedi.
Dahası var:
* “Mustafa Kemal’in askeriyim.” diyen kadın teğmene sosyal medyada ‘f….şe’ gibi aşağılık sözlerle saldırmak, yasalarımıza göre tutukluluk gerektiren suç değilmiş!
* “Namaz kılmayan öldürülebilir…” demek de öyle.
* Yardımcısı olan kadın öğretmenin odasına, kıyafetini beğenmediği gerekçesiyle kapıyı kırarak girip eşyalarını dışarıya atan imam hatip müdürünün yaptığı, ifade özgürlüğü kapsamındaymış!.. Bursa İl Millî Eğitim Müdürlüğü kendisine bir de ‘üstün hizmet madalyası’ vermez mi!
* Öte yandan, halkın seçtiği DEM Partili Tunceli ve CHP’li Ovacık Belediye başkanlarının yerine de kayyım atandı.
* Bu arada TÜİK’in, memura, işçiye, emekliye zam yapılırken dikkate alınan ürünlerin fiyatlarını gizlemesi, dava konusu oldu. Mahkeme, TÜİK’ten söz konusu fiyatları yayımlamasını istedi. TÜİK, “Fiyatlar, internet sitemizda var.” yanıtını verdi. Oysa iki yıldır yok.
Resmî bir kurum, mahkemeye pervasızca ‘yalan beyanda’ bulunabiliyor.
Vah Türkiye’m!
Neresinden tutsanız elinizde kalan bir ‘kimyasal tepkime’dir gidiyor!
Ancak, bunca olup bitenin sorumlularını ararken kendimizi soyutlamayalım.
Dostoyevski’nin “Karamazof Kardeşler” romanında, Starets Zosima’nın ağabeyi, annesine şöyle der (1):
“Herkes herkese karşı herkes için ve her şey için suçludur.”
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Nerde var, bir bak
Şeytanın esiri;
Silinmiştir yüzünün
Rabbiyessiri (2).
1) Can Yayınları, Türkçesi: Ayşe Hacıhasanoğlu, sayfa 404
2) Yüzünün Rabbiyessiri silinmek: Soğuk, itici, ruhunun çirkinliği yüzüne yansımış kişileri tanımlamakta kullanılan eski bir deyim.