‘DİYALEKTİK YAZILAR’A ALÇAKGÖNÜLLÜ KATKI

“Diyalektik”, Eski Yunancadan Fransızcaya (dialectique), oradan da dilimize geçmiş bir sözcük.
Ortaokul ve lise öğreniminden anımsayacağımız “tez – karşı tez ile akıl yürütme yöntemi, münazara”dan alıntı.
Geniş anlamıyla ise ‘doğanın, insanların, dolayısıyla toplumların sürekli iç çekişmeler / çatışmalar yaşamaları ve bundan kaynaklanan devinimleri / değişimleri sonucu ortaya çıkan olgu’ gibi karmaşık bir kavram.
Eski Osmanlı aydınlarının “cebel” (Ar.) dedikleri “diyalektik” sözcüğünün Öz Türkçemizdeki -ne yazık ki benimsenmemiş- karşılığı: “Eytişim”.
Bir ‘ne yazık ki’yi de diyalektiğin, günümüzde kimi toplumları ‘tersine evrim’e götürdüğü gerçeği için söyleyebiliriz.
Bu konudaki görüngemizi (perspektif) şimdilik “doğru ve güzel Türkçe” ile sınırlı tutarak bir kitaptan söz edeceğiz.

ALPARSLAN ÇAKIR’IN SÖYLEŞİSİ

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İletişim Fakültesi mezunu Alparslan Çakır, yaptığı söyleşi ve röportajların da aralarında bulunduğu gazete yazılarında, “Diyalektik Yazılar” sabit başlığını kullanıyor.
Söz konusu ürünlerini, aynı adla şimdi de kitaba dönüştürmüş (*).
Artık başarılı bir meslektaşımız olan Alparslan Çakır, Ritim Sanat Yayınları’nca basılan “Diyalektik Yazılar”ında, Cezmi Ersöz’den Sunay Akın’a; Nasuh Mahruki’den Saygı Öztürk’e… uzanan röportajlarının yanı sıra bizimle yaptığı bir söyleşiye de yer vermiş.
YeniGün okurlarının ilgisini çekebileceği düşüncesiyle bu söyleşiyi özetleyerek sunuyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

ULUSAL DİLİN ÖNEMİ

A.Ç.: Kitabınızın (Güncel Örneklerle Medyada Dil Yanlışları, Alfa Yayınları) hemen başında “Ulusal Dilin Önemi” ara başlığı var. Medya mensupları bu önemin yeterince farkında mı?
Atatürk, “Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” diyerek ana dilimizi ‘doğru ve güzel’ kullanmamızın önemini vurgulamış. Bu uğurda, “Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmayı” amaçlayan Büyük Önder’in 15 yıla sığdırdığı tüm devrimleri gibi, Dil Devriminin de bilimsel bir gerekçesi var. Bence gerekçe şudur: İnsanın sözcüklerle düşündüğü, bilimsel olarak kanıtlanmış. Sözcük dağarcığımızın varsıllığı, yoksulluğu ya da yoksunluğuyla düşünme yeteneğimiz doğru orantılı. Dolayısıyla da toplumlar ulusal çıkarlarına, öncelikle ana dillerini koruyup geliştirmeden sahip çıkamazlar, daha doğrusu bu bilinçte olamazlar.
Kimi deneyimli, birikimli meslektaşlarımız bu gerçeğin ayırdında ama ne yazık ki çoğu medya çalışanı yeterince bilinçli değil.

ÖZENSİZLİK, CAHİLLİK…

A.Ç.: Söz konusu dil yanlışlarının ana nedenleri olarak neler ön plana çıkıyor?
Medyamızdaki dil yanlışlarını kastediyorsan dikkatsizlik, özensizlik, cahillik bir arada… Buna özentiyi de katabiliriz. Öte yandan, İstanbul’un Bağdat Caddesi’nden son geçtiğimde, tabelaların neredeyse yüzde doksanında yabancı sözcükler görünce çok üzüldüm. Göçmenlerin yoğunlaştığı bölgelerimizdeki Arapça tabelalar cabası!
A. Ç.: Kitabınızda “Anlam Bozuklukları ve Yapısal Yanlışlar”, “Mantık – Bilgi Yanlışları, Çelişen Sözler”, “Yazım Yanlışları”, “Dilbilgisi Yanlışları” ve “Konuşma Yanlışları” adlarıyla beş ana başlık ile karşılaşıyoruz. Medyada bu yanlışlardan en çok hangisine, neden düşülüyor?
Yazılı medyamız yazım, görsel ve işitsel medyamız da sesletim (telaffuz) yanlışından geçilmiyor. Haber dilimiz çok bozuk. Belki de ‘zamanın ruhu’ gereği (…) Arapça – Farsça kırması sözcüklerden ne kurtulabiliyor ne de onları doğru kullanabiliyoruz. Kökenbilim (etimoloji) merakımız olmadığından, gülünç yazım ve sesletim yanlışları yapıyoruz. Örneğin, ulusal bayram haberlerinde, “resmigeçit”i sözleşmiş gibi “resmî geçit” diye söyleyip yazıyoruz. Oysa, Arapça kökenli “resm”, ‘tören’ demek; “resmigeçit” de ‘geçit töreni’ ya da ‘geçiş töreni’… “Resmigeçit” (resm-i geçit) tamlamasında; hemen her sunucunun uzatarak söylediği ‘i’ harfinin, nispet ‘i’si olmadığı için kısa okunması gerekir. Kimilerinin, zaten ‘tören’ anlamını da içeren tamlamaya ayrıca bir ‘tören’ daha ekleyerek “resmî geçit töreni” demeleri ise yanlışın katmerlisi. (…)
Tv kanallarının gediklisi olan kimi yorumcular da “ikircik” sözcüğünü sürekli yanlış kullanıyorlar. İkircik (ya da ikircim); kararsızlık, tereddüt, demek. Eski Türkçe “ikirçgün” sözcüğünden geliyor. “İkircikli” sıfatı da “mütereddit”in öz Türkçesi.

KIRK YILLIK ÇABA

A. Ç.: Kitabın çıktığı günden bugüne 16 yıl geçmiş. Medyada aynı vahim hatalara rastlıyor musunuz? (Rastlıyorsanız) Bu yanlışlar, sizi aynı konu üzerinde ikinci bir kitap yazma düşüncesine sevk etti mi?
Kitabın, ikinci baskısı da yapıldı. Senin de bildiğin gibi, 2004 – 2014 yılları arasında öğretim görevlisi olarak çalıştığım İÜ İletişim Fakültesinde ders kitabımdı. Ayrıca medyada, kırk yılı aşkın süredir ‘dil yanlışları’ konusunda, kalem oynatan biriyim. Hâlen, İstanbul’da yayımlanan YeniGün gazetesinde yazıyorum. Daha önce Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin (TGC) Bizim Gazete’sinde, yine bu konularda, gazete kapanıncaya değin 16 yıl aralıksız köşe yazıları yazdım. TGC’nin Yerel Medya Seminerlerine katıldım; Çanakkale’den Hakkâri Yüksekova’ya değin yıllarca ülkeyi dolaşıp karınca kararınca bildiklerimizi meslektaşlarımıza aktardık. Medyamızdaki ardı arkası gelmeyen üzücü dil yanlışlarına karşı zamanla bir tepke (refleks) oluştu sanki bende.
Bu arada, Batı kökenli “medya” sözcüğüne hâlâ Türkçe karşılık bulunamayışının, önemli bir eksiklik olduğunu da belirteyim. “İletge” diye bir karşılık önerildi ama tutulmadı. “Medya” yerine “basın yayın” desek yine olmuyor; çünkü “yayın; yayımlanan ürünün adı” demek.

BEYATLI’DAN KONFÜÇYÜS’E

A. Ç.: Eklemek istediğiniz başka bir nokta var mı?
Yahya Kemal Beyatlı, “İmlamız, lisanımız düzelince lisanımız da kafamız düzelince düzelecek; çünkü, o da onlar kadar bozuktur, fazla değil.” demiş. (…) Ama, özellikle biz medya çalışanları, ‘kafası bozuk toplumun bir parçası’ olduğumuz bahanesine sığınarak dil yanlışlarını yineleme rahatlığında olamayız.
Bu arada (…) öğretmen adaylarımız çok sıkı bir Türkçe öğretiminden geçirilmeli. Sonra da ana okullarından başlayarak çocuklarımız… Söylediğim gibi, dille düşünce arasında çok sıkı bir bağ vardır; “doğru düşünme” ancak “doğru Türkçe” ile mümkün olabilir.
İÖ 6’ncı ve 5’inci yüzyıllarda yaşamış olan Konfüçyüs’e, bir ülkenin yönetimi kendisine verilse öncelikle neye el atacağı sorulmuş. “Dili düzeltmekle işe başlardım.” diyen bilge, gerekçelerini şöyle açıklamış:
“Çünkü, dil bozulursa sözcükler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa adalet sapar. Adalet saparsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey, dil kadar önemli değildir.”

(*) ritimsanatyayinlari.com/urun/alparslan-cakir-diyalektik-yazilar

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Şeker hastası bebeler için
Toplam bir milyar liralık
Ölçüm aygıtı desteğine
AKP – MHP oylarıyla ret;
Kırgızlar’ın 63 milyon dolar
Borcunun silinmesine ise
Kuzuların sessizliğiyle evet.
Bu mu aklıyla övünülesi devlet?