KAPI KOMŞUMUZ CEHENNEM!

İsmet İnönü (1884 – 1973) bir söyleşisinde, “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer; uyurken bile gözün açık olacak.” demiş.
İnönü; Türk asker, siyasetçi ve devlet insanıdır. Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk başbakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk genelkurmay başkanı.
Kimi politikacıların açıkça “iki ayyaştan biri (öteki ise Atatürk)” diye nitelendirebildiği rahmetliğin yukarıda aktardığımız uyarısını önemseyecek kimse kaldı mı? bilemiyoruz.
Ömrünü, ‘gerçek devlet insanı’ olanları ya da böyle bir gizilgücü (potansiyel) bulunanları sanki karalamaya adamış siyasetçilerin, Türk ulusu için yaşamsal herhangi bir konuda sağduyulu (*) davranıp davranmayacaklarını artık bilemediğimiz gibi…

VUR, ‘ESET ARTIĞI’ ALEVİ’YE!

ABD /İsrail bağlaşıklığı (ittifak) ile yerle bir edilen Suriye’de, yönetime el koyan dinci teröristlerin Alevi kıyımı tırmanıyor.
Sözümüz ona ‘uygar’ dünyanın gözü önünde…
Biz bu satırları yazarken ağırlıklı olarak Lazkiye ve Tartus kentleriyle çevresinde çocuk kadın demeden vahşice kıydıkları Alevilerin sayısının bini aştığı haber veriliyordu.
Bölgede iki askerî üssü bulunmasına karşın Rusya’nın çıtı çıkmıyor.
Çünkü, ABD ile aralarında “Ver Ukrayna’yı, al Suriye’yi” pazarlığının gizli anlaşmayla sonuçlandığı belirtiliyor.
Bizim iktidar yanlısı medya da salt dinsel inanç ayrımı nedeniyle öldürülen bu kişilerden, “Eset artıkları” diye söz ederek yine hiçbirimizi şaşırtmadı.
Oysa, herkes görüyor ki terörist yönetime karşı silahlı direnişte bulunmaları bir yana, kuru ekmeğe muhtaç duruma düşürülmüş zavallı insanlar bunlar.

SAHİCİ ‘BARIŞ ANLAŞMASI’ MI?

Bu arada, yine ABD / İsrail bağlaşıklığı tarafından, ‘Suriye egemeni’ diyebileceğimiz iki terör örgütünün, HTŞ ile SDG’nin ‘barıştırılması’ neredeyse bir sevinç dalgası yarattı.
ABD eliyle kurulduğu bilinen köktendinci El Kaide / El Nusra’nın devamı HTŞ. Onun lideri Colani de kendi kendini Suriye Cumhurbaşkanı olarak atayan terörist başı.
Anlaşma masasının öteki yanında da kendilerine Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adını veren Kürt ayrılıkçı teröristler var. Ki, SDG’nin omurgasını, Türkiye’nin resmen “Suriye’deki PKK” olarak gördüğü Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor.
HTŞ gibi yine “ipleri ABD’nin elinde” bulunan SGD’nin başındaki Mazlum Abdi de zaten “2012 yılına kadar ben bir PKK mensubuydum.” diyor. Trump’ın, 47. ABD Başkanlığını devraldığı 20 Ocak’taki törene davet edecek denli önemsediği bu teröristten “General Mazlum” diye söz ettiği, yine bütün dünyanın malumu.
Ordusu yok edilen Suriye, artık bu iki yapının silahlı güçlerine / terörist liderlerine emanet.
Humus kırsalındaki bir havaalanından, Amerikan askerî helikopteriyle başkent Şam’a götürülen Abdi’nin Colani ile imzaladığı metin, ‘sahici bir barış’ anlaşması olarak hayata geçirilebilecek mi?

SATIR ARASI KUŞKU

Ana fikri, ülkede “entegrasyon” yani ‘bütünleşme, uyum’ sağlamak diye açıklanan sekiz maddelik anlaşmanın ilk maddesi aslında umut veriyor:
“Tüm Suriyelilerin, dinsel ya da budunsal (etnik) kökenlerine bakılmaksızın, liyakat temelinde temsil edilme ve siyasî katılım haklarını güvence altına almak.”
“Suriye topraklarının tamamında ateşkes” ve “yerinden edilmiş Suriyelilerin, devlet koruması altında kendi memleketlerine geri dönmelerinin sağlanması” da kulağa hoş geliyor.
Ancak, anlatımın biraz karmaşık olduğu altıncı madde, kuşku uyandırıcı:
“Suriye’nin, Esad’ın yanlıları ve güvenlik ile birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadeleye destek verilmesi.”
Bizim yandaş medyanın “Eset artıkları” diye söz ettiği Alevilere yönelik kıyımın sürdürüleceğine ilişkin ucu açık bir tümce gibi.
Oysa, Suriye Alevilerinin arasında, hiç kuşkusuz biz Türklerin akrabası olan ya da evlilik yoluyla edinilmiş hısımlık bağı bulunan azımsanmayacak sayıda kişi var.
Onların, gözünü mezhep hırsı bürümüş canilerce yok edilmesine, Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) tarafından pazar günü İzmir’de yapılan eyleme katılanların dışında kitlesel tepki gösteren pek olmadı. Yapılmak istenen kimileri gösterilere de malum güvenlik gerekçesiyle izin verilmedi.

BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK

Hısım – akrabalığı da geçtik diyelim; Suriyeliler bizim kapı komşumuz. Genellikle olumlu anlamda kullandığımız “Komşuda pişer, bize de düşer.” diye atasözümüz var. Ama eğer istenen, komşu evinin yakılması ise ki öyle yapıldığı görülüyor, zaman içinde nereden eseceği belli olmayan ‘yayılmacı’ rüzgârların etkisiyle alevlerin bizim saçağımıza sıçramayacağı güvencesini kim verebilir!
Üstelik, yakın geçmişte Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas (Madımak) facialarını yaşamış bir toplum olarak ibret almış olmamız gerekiyor.
Türkiye’nin Suriye’de işlenen son insanlık suçlarına resmî tepkisi büyük önem taşırken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Alevi katliamı kınamayıp ortada bir “provokasyon” olduğunu söylemesi, yadırgatıcıydı.
Keza Fransa, İngiltere, Almanya, Çin gibi ülkelerin tepkileri de cılız, laf ola beri gele, kabilindendi.

‘KARŞI FETVA’ GELİR Mİ?

Suriye’deki yangının bir parçası olan Alevi kıyımının Şam’da verilen “Öldürün!” fetvasıyla başladığı öne sürülüyor.
İki gün sonra, günlerden cuma. Gönül ister ki bizim Diyanet İşleri de Suriyeli dinbaz eşkıyaya karşı örnek bir Cuma Hutbesi ile bölgede barış rüzgârları estirmeye çalışsın.
Kuranıkerim’de, “Allah’a imanı emreden ve şirki yasaklayan ifadelerin hemen arkasından sıralanan ahlak emirleri arasında ana babaya iyi davranmaktan sonra ‘komşuya iyilik’ yer alıyor.”
Bize inanmayan, Nisa Suresi’ne baksın.
Ayrıca, Endülüslü Arap tefsirci Kurtubî (1214 – 1273), “ayetteki ‘ihsân’ sözcüğünün, yerine göre komşunun mutluluğunu ve kederini paylaşma, birlikte dostça yaşama, ona eziyet etmeme ve onu himaye etme gibi erdemli davranışları içerdiğini” belirtiyor.
Bu son sözler de bizim ezberimiz değil, Türkiye Diyanet Vakfı’nın (TDV) İslam Ansiklopedisi’nde vurgulanıyor.
Haydi Diyanet, ‘insan / komşu haklarını kutsayan’ böyle tarihsel bir Cuma Hutbesi ver de iç ve dış barışa susamış hepimiz mübarek ramazan ayında duacın olalım!

DİL YANLIŞLARIMIZ

Türkiye, ‘herkesin her şeyden yargılanıp cezalandırılabileceği’ dönemi yaşıyor.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) iki yöneticisi hakkında, geçen ay yapılan genel kurul toplantısında iktidarı eleştirdikleri için dava açılmıştı.
Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras ile Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan için hazırlanan iddianame geçen hafta kabul edildi. Haklarında, bir yıldan 5,5 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Bir muhalefet partisi lideri, adı geçen iki iş insanının yaka paça gözaltına alınmalarına tepki gösterdi; bu yolla Türkiye’nin yurt dışındaki saygınlığına gölge düşürüleceğini belirterek şöyle dedi:
“Mehmet Şimşek’in en son (görmek) isteyeceği fotoğraf…”
Bu tümcede bir mantık yanlışı var. Şöyle:
Söz konusu anlatıma göre, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in ‘görmek istedikleri’nin arasında, iki iş insanına yapılan bu kötü muamele de yer alıyor. İstek sıralamasında en sonda bulunsa bile!..

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Yasak ülkemde olmak şucu, bucu…
Hepimizin var, AKP’ye gönül borcu!
Yasaya konulsa ya artık doğrudan
“CHP’li belediye başkanı olma” suçu!

(*) Sağduyu: Doğru, akla uygun yargıya varma yeteneği; aklıselim, hissiselim.