İlkyazın ilk ayı mart, sardunyalı pencereden arada bir yüzünü gösterip göz süzerek yeniyetme âşığının yüreğini hoplatan mahalle güzeli gibi.
Fatih Ormanı sırtlarında, kül rengi bulutlarla saklambaç oynayan solgun ve nazlı güneş, kimi zaman ‘sobe’ deyiverse de…
Ayın ikinci yarısında başlayarak hava, yönetmen Engin Ayça’nın belleğimize kazınmış Türkan Şoray – Ekrem Bora’lı karaduygu (melankoli) filminin çağrışımını yapıyor genellikle:
“Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”
Mart karı ile karışık yağmurdan kaçıp yakınımızdaki bir çayevine sığınıyoruz.
Biz Türklere özgü, ince belli çay bardakları ‘gazoz kapağından hâllice’ ölçeğinde küçültülmüş.
Çay tiryakileri bilirler; ocakçılar, bardağın üstünde ‘dudak payı’ bırakırlar. O ise büyültülüp ‘zenci dudağı payı’na dönüşmüş!
Çayevi işletmecine bu yüzden sitem etsek mi? üç yudumluk çayı, bize otuz beş liraya sattığınız yetmiyormuş gibi bir de iki yuduma düşürmüşsünüz, diye!
Adamın kiradan elektriğe… fahiş zamları kapsayacak olası yanıtı, bizi ânında sitemden vazgeçiriyor:
— Açtırma benim derdimi, benim derdin döver senin derdini!
ÇAYIMLA OYNAMA!..
Çay deyip geçmeyin! Ulusal içeceğimizdir (ötekini anıp da mübarek ramazan ayında, niyetlilerin orucunu sakatlamayalım).
Onunla oynamaya gelmez!
Fransız ressam Delacroix’nın (1798 – 1863) tablosuna gösterdiği özen gibi, çayımıza dokunanların ‘çizmeyi aşmamaları’ gerekir.
Ünlü öykücüktür (anekdot), bilenler bizi bağışlasınlar…
Delacroix’nın Paris’te açtığı sergiyi gezen sanatsever, bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durunca ressamın dikkatini çeker.
Delacroix adama yaklaşır:
— Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
— Evet. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımları hatalı.
— Bunu nasıl anladınız?
— Çünkü ben kunduracıyım, çizme de dikerim.
Ressam, alışılmışın dışında bir şey yapar; tuvalini ve boyalarını getirterek çizmeyi, adamın söylediği biçimde düzeltir ve gerçekten de daha iyi olduğunu görerek adama teşekkür eder.
Ama, adam yine tablonun başından ayrılmaz. Bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde çizim yanlışları olduğunu söyleyince Delacroix’nın sabrı taşar:
— Bak dostum, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!
AKILLARA ‘ZARAR’
Türkiye’de günde 245 milyon bardak, yılda ise 8 milyar 820 milyon bardak çay tüketiliyor.
ÇAYKUR, bu nedenle doğal olarak 2014 – 2015 ve 2016 yıllarını kârla kapatmıştı.
Ama, ne düşünüldüyse bu ‘altın yumurtlayan tavuk’ 2017 yılında Varlık Fonu’na devredildi; THY, Halkbank, Ziraat Bankası, Borsa İstanbul, Türk Telekom, PTT, Türkiye Petrolleri ile birlikte…
Ve zarar etmeye başladı.
2023 yılından bugüne ÇAYKUR’un çay satış fiyatlarına en az yüzde 133 oranında zam yapmasına karşın…
Hiç değilse üreticiye ödenen taban fiyatında da aynı artışı yapmışlardır, diye düşünebilirsiniz.
Ama, hayır!
Aynı süre içinde, üreticiye yaş çay alımı için ödenen fiyattaki artış oranı yalnızca 54,5.
Bu anlayış bize, 2024 yılında bütün dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de neden yükseldiğini gösteriyor.
Ülkemizde enflasyon yüksek olmakla birlikte hiç değilse çöllerle kaplı kimi Afrika ülkeleri, bizden kötü durumda oluyorlardı.
Euro News’un yayımladığı Trading Economics verilerine göre, Türkiye’nin üstünde yer alan Afrika ülkesi yok.
Bu konuda 2025’ten umutlu olan varsa da beri gelsin!
İktidar, çiftçiye Tarım Yasası’nın zorunlu kıldığı “ulusal gelirin yüzde 1’i oranındaki” katkıyı hiçbir zaman tam ve zamanında yapmadı. İçinde bulunduğumuz 2025 yılında da söz konusu yardımın 411 milyar lira olması gerekirken bütçede çiftçiye ayrılan pay, sadece 91 milyar lira. Bunun anlamı:
— Sen üretme! Biz ‘olmayan’ dövizlerimizle gıda ithal edip dışalımcıya kazandırma düzenini sürdürelim.
ADALETSİZLİK TAM GAZ!
Hiçbir şey, birbirinden bağımsız değil.
Oktay Akbal’ın (1923 – 2015) ilk öykü kitabının adı; “Önce Ekmekler Bozuldu” (Cumhuriyet Kitapları, 1946).
Avrupa Birliği (AB) üyeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye, halkın yargıya güveninde yüzde 33’lük oranla en sonda. Yani her dördümüzden üçü, yargıya güvenmiyor.
Ama, adaletsizlik hız kesmek bir yana, her gün artarak sürüyor.
Son örnek: İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, beraberindeki 100’ü aşkın Belediye görevlisiyle birlikte gözaltına alınması. Kimi İBB iştiraklerinde yolsuzluk yapıldığı savıyla ilgili olarak sıkı durun, İmamoğlu ‘örgüt liderliği’ gibi bir suçlamayla karşı karşıya!
Öte yandan, yine İmamoğlu’nun 35 yıllık üniversite diplomasının ‘iptal edildiği’ yolundaki inanılması güç uygulama…
‘Hukuk geriye doğru işlemez’ hükmüne karşın ve yetkisi olmayan bir kurulun kararıyla…
Tüm kamuoyu yoklamaları, iktidar partisinin oylarının sürekli düştüğünü ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde de İmamoğlu’nun, kazanma olasılığı en yüksek aday olduğunu gösteriyor.
Şimdi, onu bu yarışta devre dışı bırakmak için 28 üniversite mezununu daha tamamen hukukun dışına çıkılarak ‘yakmakta’ bir sakınca görülmemesi bile vicdanlara sığdırılabiliyor.
Bilim insanlarının, baskıya direnemeyip yasaları çiğneyerek, emsal kararları umursamayarak böylesine siyasetin güdümüne girmesi kaygıları derinleştiriyor.
TBMM’de iktidar grubu milletvekillerinin, ‘diploma iptal’ haberini sevinç çığlıkları ve alkışlarla karşılamaları da öyle…
Umuyoruz ki özellikle Yüce Meclis’teki tavır, halkımızın çoğulcu demokrasiye olan özlemini daha da artıracak ve CHP bundan sonra gireceği hukuk mücadelesinde yalnız Türk seçmenini değil, dünya ölçeğinde demokrat kesimlerin rüzgârını arkasına alacaktır.
BİLEŞİK KAPLAR ESASI
Elbette bu arada olan, Türkiye’ye oluyor…
Hazine ve Maliye Bakanı, ülke ekonomisine can simidi niteliğinde dış kaynak bulmak için ekvator çizgisini (kırk bin km) kaç kez dolaştı bilmiyoruz ama beş yıldır neredeyse kırk cent veren olmadı.
Ekonomistler tam tersine, ülkemizden yabancı sermaye çıkışının sürdüğünü söylüyorlar.
Kaçan kaçana!..
Bizim şahsen en büyük korkumuz ne, biliyor musunuz?
Yukarıda sözünü ettiğimiz ‘demokrasi’ istemiyle kenetlenmek yerine, bu gidişe toplumca son vermekte daha fazla gecikirsek ‘kötülükte birleş(tiril)memiz’.
Fizik bilimindeki “bileşik kaplar esası”nı hemen hepimiz biliriz;
Biçim ve kalınlıkları farklı, tabanları birleşik kapların içine aynı türden sıvı koyarsanız her kaptaki sıvının yüksekliği aynı olur. Bileşik kapları eğseniz de içlerindeki sıvılar eşit düzeyde kalır.
Ama, kapların içine koyduklarınız birbirine karışmayan türden sıvılarsa her birinin yüksekliği farklı olacaktır.
Dirimbilim (biyoloji) ve toplumbilimde (sosyoloji) ise durum değişiktir:
Türleri aynı ya da ayrı canlılar, aynı koşullar altında biçim ve yapı bakımından zamanla birbirlerine benzerler. Yani, daha önceki bir yazımızda konu ettiğimiz bilimsel terimle “yöneşirler”. Doğal olarak düzeyleri de eşitlenir.
Aman!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Kimi muhalefet partilerinin lider ve sözcüleri, bir atasözümüzü çoğunlukla yanlış kullanıyorlar.
Genellikle iktidar tarafından, asılsız olmayan suçlamalarla karşılaştıkları ya da tehdit edildikleri zaman şöyle diyorlar:
“Ateş olsa cürmü kadar yer yakar.”
Atasözündeki “cürüm” (suç) olarak yanlış söylenip yazılan sözcüğün doğrusu “cirim”dir (hacim).
“Ateş olsa cirmi kadar yer yakar”; karşıtlarımızı gözümüzde gereğinden fazla büyütmemeliyiz, anlamında.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Din, iman, vicdan Hak getire;
Ne seçmeni takıyor ne adaleti
İnsanlıktan çıkardı birilerini
Ekrem İmamoğlu şifasız cinneti!