HEYBEDEKİ ‘KARA MİZAH’ TURPLARI!

Üç beş yıl önce birisi çıkıp da “Gün gelecek, yürüyüş biriktireceksin!” dese güler geçerdik.
Oysa, doğru öngörü olurmuş.
Fırsatını ve de kaslarımızda yeterli gücü bulur bulmaz, karşı konulmaz bir kendimizi dışarıya atıp ‘yerküreyi arşınlama’ isteğine kapılmaya başlayınca anladık.
Yaşamın gerçeği:
Yaşlanmanın salt kendisi bile başlı başına bir hastalık.
Öyle olmasa “geriatri” diye bir bilim dalı olmazdı.
Hani, hücrelerimizi ele geçirme sevdalısı sinsi güç, bizi önce eve, Tanrı korusun sonra da yatağa bağımlı kılarsa hiç değilse yakın geçmişimizle avunabilelim diye…
Ve tabii ki ülkemizin göğünde yoğunlaşıp ulusça soluğumuzu kesen kapkara ‘adaletsizlik / eşitsizlik / vicdansızlık’ bulutlarının, ruhsal durumumuz üzerindeki kötü etkilerinden kurtulabilmek, biraz olsun kafamızı dağıtmak için…
Yürüyüş biriktiriyoruz!

ACIYI BAL EYLEDİK’

Gülmek, hayata mizah penceresinden bakabilmek, sanırız daha çok biz insanlara ‘bahşedilmiş’ bir üstünlük.
Doğadan balözü devşirme sanatı ya da zanaatıyla donatılıp dünyaya gönderilmişiz.
Tıpkı, arılar gibi yazın ürettiğimizi kışın kendimiz tüketmek için.
Ama, arılardan öyle farklı bir yanımız var ki onların emeğinin ürününü tek lokma bırakmamacasına (ç)alıyoruz.
Bizim açgözlülüğümüz yüzünden onlar, balın yenisini üretmek için sürekli kendilerini tüketiyorlar.
Abarttığımızı sanmayın; yarım kilo bal yapabilmek için iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundalar.
Yeterince duygudaşlığımız (empati) olsa Hasan Hüseyin Korkmazgil’in (1927 – 1984) ünlü şiirini vızıldadıklarını duyumsardık:
“Acıyı bal eyledik!”

‘BİRKAÇ YILIN DAHA VAR’

Deniz kıyısında keyifle, ‘ağır endam, fıstıkî makam’ yürümek yerine bunları düşünürken belediyenin çöp kamyonu önümüzü kesti!
Kaldırımdaki çöp konteynırını kamyona boşaltan eli uz, ‘arı gibi çalışkan’ temizlik işçisi gence şöyle takıldık:
— Beni de çöpe atmayacaksın umarım!
Adam, espriden anlayan biri çıktı. Bize göz ucuyla bakıp yanıt verdi:
— Birkaç yılınız daha var, ağabey!
— O kadarcık mı?
Bu kez bizi tepeden tırnağa süzerek:
— Fazlasını istemeyin bence… iyi değil, dedi.
Genç emekçi, Cicero’nun “Yaşlılık” kitabını okumuş olabilir mi? diye usumuzdan geçti.
Eski Romalı bilgin / devlet insanı Cicero (İÖ 106 – İÖ 43), yapıtının kahramanı Cato Maior’a şunları söyletir (1):
“Tanrılardan biri bana bu yaşta çocukluğa dönmemi bağışlasaydı bile, ‘Dünyada olmaz!’ derdim; koşu alanının bir başından bir başına gittikten sonra, alanın varış noktasından başlangıç noktasına getirilmeyi istemezdim doğrusu.”

PARAYI GÖRÜNCE…

O gün, esprili gençlerle karşılaşma günümüzmüş!
Bir banka ATM’sine, önünde nasılsa müşteri yoğunluğu yok diye yöneldik.
Para çektikten sonra biraz ağırca hareket ederken arkamızda bir gencin beklediğini ayrımsadık.
— Kusura bakmayın, sizi göremedim, diyerek kendisinden özür diledik.
Genç adam ne karşılık verse beğenirsiniz:
— Normaldir ağabey! Parayı görünce insanın gözü başka hiçbir şeyi görmüyor.
Her şakadaki gibi gerçek payı içeren bu yanıt üzerine, seslice gülmekten kendimizi alamadık.
Fransız yazar Balzac’ın (1799- 1850) “Eugenie Grandet” romanında (2), genç kadın kahramanın babası, paragöz mü paragöz bir adamdır. Ölüm döşeğinde, Hristiyan inancı gereği ağzına uzatılan kutsal ekmek lokması yerine, ekmeğin içine konulmuş olduğu altın mahfazaya el uzatır.
‘Anti kahraman’ baba Grandet, 2000’li yıllar Türkiye’sinde yaşasaydı iktidar partisine ‘yamanmanın’ bir yolunu mutlaka bulurdu.

‘YANSITMA’ HASTALIĞI

Bolu Kartalkaya’da yaşanan otel faciası, bizdeki iktidar sahiplerinden kimilerinin, baba Grandet’ye deyiş yerindeyse rahmet okutabileceklerini gösterdi.
Yapıştıkları koltuklarda sürekli ‘yetkilerini genişletirken’ sorumluluk söz konusu olunca ‘biz yapmadık o yaptı’ tepkesiyle (refleks) CHP’yi suçlamayı neredeyse ‘gündelik spor’ hâline getirdiler!
Ruhbilimdeki ‘yansıtma’ rahatsızlığı, siyasette de böylece ete kemiğe büründürmekle kalmayıp kurumsallaştırdılar sanki.
Karne sevinciyle çıktıkları yarıyıl dinlencesinde diri diri yanan ya da dumandan boğulan en az 36’sı çocuk 78 kişiye mezar olmuş Bolu’daki otelin giriş kapısında devasa bir yazı var:
“Bu tesis, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından denetlenmektedir.”
Faciadan sonra makamında bir dakika bile oturamayıp istifa etmesi gereken Bakan, tam tersine, zeytinyağı gibi üste çıkabileceğinden adı kadar emin!

REZALET BİR DEĞİL…

Kör kör parmağım gözüne, ibretlik tablo özetle şöyle:
1- Bakan, buraya müşteri yollayıp komisyon alan bir turizm şirketinin sahibi.
2- Otelin patronu, kendisinin aynı zamanda mesai arkadaşı; Bakanlığa bağlı Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansında birlikte çalışıyorlar.
3- Bakan, yangının hemen ertesi günü, CHP’li Bolu Belediyesinin faciadan sorumlu olduğunu açıkladı. Oysa, yanan turistik tesisin, ‘mücavir (komşu) alan’ dışında yer aldığı için Bolu Belediyesiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını bilmemesi olanaksız. (İktidar partisinin kurucularından Bülent Arınç bile bu gerçeği görmezlikten gelemedi.)
Nitekim, otelin ruhsatını da İl Özel İdaresi vermiş.
4- Buna karşın, Bolu Belediyesinden, Başkan Yardımcısı ile biri İtfaiye Müdür Yardımcısı, diğeri gariban bir itfaiye eri olmak üzere üç kişi, 19 tutuklu arasında.
5- Tesisin yetkilileri, aslında daha önce ‘yangın yeterlilik belgesi’ almak üzere, Bolu Belediyesine başvurmuşlar. Belediye, duyarlı davranıp uzmanlarına inceleme yaptırmış, yangın önlemiyle ilgili eksikliklerini içeren ‘olumsuzluk’ yazanağı (rapor) vermiş. Otel yetkilileri, söz konusu eksiklikleri gidermeyi ‘pahalı’ bulup başvuruyu geri çekmişler.
6- Sonra,13 Aralık 2024’te bu kez de Kültür ve Turizm Bakanlığına başvurmuşlar. Bakanlık görevlilerinin, otelde ‘yangın önlemi’ denetimi yaptıkları belirtiliyor. Ama, konuya ilişkin yazanak ortada yok!
Ve söz konusu başvurudan yalnızca 39 gün sonra, 21 Ocak 2025’te facia meydana geliyor.
Felaketlere karşı önlem almanın ‘pahalı’ (!), insan canının ‘ucuz’ olduğu ülkemizdeki son büyük yürek yangınımız bu.

İMAMOĞLU – ÖZDAĞ – BARIM…

Türkiye, Kartalkaya yangınında sönen ocaklara ağlarken ardı ardına birkaç olay daha patlak verdi.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla Ankara’da gözaltına alınıp getirildiği İstanbul’da, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten tutuklandı.
Derken sanatçı menajeri Ayşe Barım, “tv dizisi tekeli oluşturmak” gibi anlaşılması güç bir sebeple gözaltına alındı. Bu arada, 12 yıl önce yaşanmış, (Bayburt dışında) 80 ilimizde hemen her siyasal görüşten, toplam 8,5 milyon kişinin katıldığı ‘Gezi Parkı Direnişi’nin dava dosyasına eklemlendi. Barım, “hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettiği” savıyla sevk edildiği sulh ceza hâkimliğince tutuklandı.
Hafta başında ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, tarihsel bir basın toplantısı yaptı. Toplantıda, İstanbul’daki toplam bilirkişi sayısının 8 bin 806 olduğunu anımsattı. Ama, kendisi -ve de hâlen tutuklu Esenyurt, Beşiktaş… gibi belediye başkanları- hakkında, dayanaksız suçlamalardan oluşan türlü davalarda, çok ilginç (!) biçimde hep aynı bilirkişinin görevlendirilip ‘sürekli olumsuz yazanaklar’ verdiğine dikkat çekti.
Başkan’ın İBB’deki bu toplantısı henüz bitmemişti ki hakkında yeni bir soruşturma açıldığı haberi geldi.
İmamoğlu’nun toplantısından sonra, değerli gazeteci Barış Pehlivan’ın telefonla ulaştığı söz konusu bilirkişi, en az Turizm Bakanı kadar rahat bir tavır içindeydi. Meslektaşımızın (ki bu görüşmeyi izinsiz kaydetmesi sebep gösterilerek Halk TV’nin Sorumlu Müdürü Serhan Asker ve sunucu Seda Selek’le birlikte gözaltına alındılar), yaşıyla ilgili soru yöneltmesi karşısında adam, espri yapmaktan bile geri kalmadı:
— Geceleri saymazsan otuz altı buçuk yaşındayım.
Yani, arkadaş 73 yaşındaymış.
Ne diyeceğimizi bilemedik;
‘Yürüyüş biriktirecek’ yaşta, gümüşlü zurna neyine, mi?
[NOT: Barış Pehlivan’ın konuştuğu bilirkişiyle aynı gün görüşüp sözlerini yayımlayan iktidara yakın bir gazeteyle ve haberde imzası bulunan muhabirle ilgili hiçbir işlem yapıldığını duymadık. Elbette yapılmasın da. Ancak yetkililerin, pek çok konuda olduğu gibi, ‘anlatım özgürlüğü’ konusunda da ‘çifte ölçün (standart)’ uygulamalarını asla kabul etmiyor, şiddetle kınıyoruz.]

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

İnsanlık düşmanlığının
Hiç değişmeyen yasası:
Suskun kalınan her kötülük
Yeni kötülüklerin mayası.

1) Cicero; “Yaşlılık / Dostluk”, Türkçesi: Dr. Ayşe Sarıgöllü – Türkân Tunga, Dünya Klasikleri Dizisi; Cumhuriyet gazetesi yayını, Eylül 1998, sayfa 54
2) Can Yayınları, Türkçesi: Tahsin Yücel, 2020