1789 Fransız Devrimi, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerine dayanıyordu.
Atatürk ve arkadaşlarının başardığı Türk Devriminin ana tema’sı da bu olmuştur.
Avrupa’daki ‘Aydınlanma Çağı’na katkıda bulunmakla kalmayıp Fransız Devrimini hazırlayan ‘düşünsel iklim’in yaratıcılarından biri, Jean-Jacques Rousseau’ydu (1712 – 1778).
Cenevreli felsefeci /yazar / besteci Rousseau, günümüzden 263 yıl önce yazdığı “Toplum Sözleşmesi”nde (1) şöyle diyordu:
“… Genel istemle herkesin istemi uyuşmaz. Genel istem genelin yararını amaçlar, daha doğrusu bütün bir toplumun yararını amaçlar, öbürü özel istemlerin toplamından başka bir şey değildir. Toplumda her kişi, toplumsal sözleşmeye uyarak genel istemin öngördüğü yasalara başeğmiş olur.” (2)
‘ÖZEL İSTEM’LE VARILACAK YER
Ve “Toplum Sözleşmesi”nin siyasal yansıması:
‘Budunsal (etnik) köken ayrımına dayalı’ siyasal parti olmaz.
Olursa ülkeyi bölünmeye götürür.
Bölgemizde gem’i azıya almış emperyalistlerin birincil arzusu da budur.
[Bizce, Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra gördüğü ‘en değerli üçüncü devlet insanı’ olan Bülent Ecevit’in (1925 – 2006) siyasal ömrü, bu tezi savunmakla geçti.]
Doğrusu insan, bireysel olarak kendini nasıl duyumsuyorsa, aidiyet duygusu neyse odur.
Her birimizin kökeni farklı olabilir -nitekim çoğumuzunki öyledir- ama bir toplumun yapı taşlarını oluşturduğumuz zaman ‘kederde ve kıvançta ortaklık’ sorumluluğunu üzerimize almış oluruz.
Sıklıkla verilen bir örnek ama yinelemeye değer:
Avrupa’da , 1990 yılına değin, Yugoslavya diye saygın bir ülke vardı. Parçalanıp dağıldıktan sonra ortaya çıkan yedi devletin otuz beş yıldır esamisi okunmuyor. Hiç de okunmayacak.
Ayrımcılık ülküsü (ideal) güdenler, öncelikle bu gerçeği unutmamalı.
ARANAN ‘HAKLARA’ (!) DİKKAT
Bir ülkede, yürürlükteki anayasa ve yasalar, ‘budunsal ayrılıkçı’ siyasal parti kurulmasına izin verebilir. Ya da bu konuda kimi boşluklar olabilir. Ama o partiye düşen, kendi kuruluşuna olanak tanıyan anayasa ve yasaları yok saymak / çiğnemek olamaz.
Misak-i millî sınırlarını tanımayan; hem Kürt ayrılıkçı hem de şeriatçı olduğunu gizlemeyen; eski Hizbullah terör örgütünün devamı olduğu öne sürülen Hüda Par’ın, hâlen Meclis’te dört milletvekiliyle temsil edildiğini biliyorsunuz. Meclis’e, iktidar partisi listelerinden girdiğini de…
Bu oluşum, geçen hafta düzenlediği, eski ve yeni kimi iktidar milletvekillerinin de katıldıkları “Kürt Meselesine İnsanî Çözüm Çalıştayı”nda, aynı isteklerini açıkça yineledi.
Öte yandan, Meclis’te 57 milletvekili bulunan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi “DEM”in çabaları daha da dikkat çekici.
İktidar bileşeni MHP lideri Bahçeli’nin, “Kurucusu Öcalan, gelsin Meclis’te PKK’yı lağvettiğini açıklasın!” girişimi bağlamında yaşanan gelişmeler, aslında beklediğimiz gibi, irkiltici yeni doruklara tırmandı.
DEM Parti Meclisinin, 12 Şubat 2025 günü yayımladığı konuya ilişkin bildirge, ‘devletimizin çatısı’ demek olan yürürlükteki Anayasa ve yasalarla çelişen bir ‘özel istemler’ manzumesi.
“DEMOKRASİ” DERKEN…
Şöyle:
Söz konusu bildirgede , “Kürt halkı”, “halklar” gibi tanımlamalar geçiyor. (Elbette buna şaşırmamak gerekiyor; çünkü partinin adı da “Halkların…” sözcüğüyle başlıyor. 2025 Türkiye’sinde iktidar partisinin adının “Adalet”le başlamasına karşın Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 142 ülke arasında 117. sırada bulunduğumuz temel çelişkisine şaşırmadığımız gibi… Adalet Bakanı, bu sıralamaya karşı çıkıyor ama öte yandan İBB Başkanı İmamoğlu’nun başına neredeyse her gün yeni bir ‘dava çorabı’ örülürken geçen hafta anayasal eleştiri hakkını kullanan iki TÜSİAD yöneticisinden birine, soruşturma açıldı!)
Anayasamızın 54. Maddesi “Atatürk Milliyetçiliği”ni esas alıyor:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür…”
Yine Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, üniter (tek siyasal örgütlenmeye sahip, tek merkezli) bir devlet.
Üniter yapı, “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” ilk dört maddeden üçüncüsünde de vurgulanıyor:
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” (…)
DEM Parti’nin söz konusu bildirgesi, hassas ‘demokratik haklar’ söyleminin içine yerleştirilmiş, ‘bölücülüğe’ en azından kimi göz kırpmalar içeriyor; üstelik ‘budunsal ayrımcılık’ yalnızca ‘Kürt asıllı’ yurttaşlarımızla da sınırlı kalmasın, isteniyor sanki. Elbette, sıralamada ilk yere, kendileri oturarak:
“Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar; Sünniler, Aleviler, Ezidiler, Hristiyanlar, Museviler ve diğer tüm halklar, inançlar ve kimlikler hiçbir ayrımcılığa uğramadan, anadilinde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara sahip olmalıdır.”
Bildirgede “demokratik haklar” sözüyle kastedilen “ulusal istenç” (millî irade) ise iktidar ve bileşenleri ona zaten Türk – Kürt ayrımı yapmaksızın uymuyorlar.
Örnek: Seçim sandığında kazanamadıkları DEM Partili belediyelerin yanı sıra CHP’li belediyelerin yöneticilerinin de ‘terör’ ve ‘yolsuzluk’ suçlamalarıyla tutuklanmalarına yol açıp yargı kararlarını beklemeden, yerlerine -üstelik belediye meclis üyesi de değil- doğrudan kayyım atıyorlar.
Ama, tüm bunlara karşın…
Yasa dışılığı ‘yöntem’ olarak benimseyen yönetimlerle baş etmenin yolu, 263 yıllık “Toplum Sözleşmesi”ne yani ‘genel istem’e uyumlu, Anayasaya ve yasalara saygılı olmaktan geçiyor.
YANLIŞ ANLAŞILMASIN
Bu arada, bir yanlış anlaşılmaya meydan vermeyelim…
Terörün bitmesini, canilerin dışında kim istemez!
Kırk bin şehidimizin ailelerinin de PKK’dan intikam alma siyaseti güdülmesiyle ‘yüreklerindeki ateşin soğuyacağına’ inandıklarını sanmıyoruz.
Yeter ki yeni vatan evlatlarının kanı dökülmesin.
Ancak, ‘dünya tarihinin bu en vahşi terör örgütü’, hepimize ‘demokrasi dersi’ verecek havası yaratılmak istenmiyor mu, insanın tepesindeki saçlar dimdik oluyor.
Efendim, PKK, “say(g)ın Öcalan”ın (!) mektubunun okunacağı ‘kongre’sini toplayıp ‘ateşkes’i oylayacakmış!
Külahımıza anlatın, demokratlığınızı!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Yukarıda, Anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” maddelerinden üçüncüsünde, “Türkiye Devletinin … dili Türkçedir.” dendiğini aktardık.
Dolayısıyla da devletimizin, DEM Parti Meclisinin bildirgesinde istendiği gibi, ‘Kürt asıllı’ yurttaşlarımıza ‘Kürtçe öğretmek’ diye bir yükümlülüğü yok. Hele, Kürtçenin bölgede resmî dil olarak kabul edilmesi hiç olanaklı değil.
Ancak, kendileri anadillerini öğrenmek / geliştirmek için özel okullar, dil enstitüleri kurarlarsa devlet kendilerine yardımcı olabilir.
Bu arada, DEM Parti Meclisinin bildirgesi bir tv kanalının 15 Şubat günkü izlencesinde tartışıldı. Bildirgede geçen “anadili” kavramı, sürekli “anadil” diye kullanıldı.
Oysa, ikisi birbirinden farklıdır.
“Anadili (Fr. langue maternelle)”, insanın çocukken annesinden, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil, demek.
Sözcüğün sonundaki ‘-i” harfi eksiğiyle “anadil (İng. primitive language)” ise aynı kökten gelen çeşitli dillerin varsayılan kaynağı, anlamında.
Doğru örnek: Türkiye Türkçesi için anadil, Orta Asya Türkçesidir.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Çeyrek yüzyıldır Babıâli’de
‘Uçan Gazeteciler’ dönemi;
Halk’ın habercilerine en son
Dört- on dört yıl hapis istemi!
1) T. İş Bankası Kültür Yayınları, Türkçesi: Vedat Günyol, 2022
2) Afşar Timuçin; “Bilim ve Gelecek dergisi”, 9 Nisan 2018, sayı 35