Boğaziçi’nde deniz, birkaç gündür sürekli renk değiştiriyor. Dün, su yeşiliydi. Bu sabah Büyükdere Koyu, göztaşı renginde bir krater gölü olup çıkmış!
Çubuklu sırtlarına güneş doğuyor; koruluğun denizle buluştuğu yerdeki mavi karanlık, Beykoz’a doğru yerini, sim rengi parıltılara bırakıyor.
Dünyanın, içinden deniz geçen tek kenti İstanbul, göz alıyor.
Ve, insanoğlunun hiç bitmeyen, bitmeyecek huzur arayışında ömür boyu gezseniz keşfedemeyeceğiniz gizli durakların, sığınakların mekânı Boğaziçi.
Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın “Huzur” romanını yeniden okuma zamanıdır. Büyük edebiyatçımız, o yapıtında Boğaziçi‘ni; Nuran’la Mümtaz’ın aşkını bile geri plana iten başat bir roman kişiliği olarak ‘huzur’una çıkarır okurun.
AKBAL: ‘KAFANLA YÜRÜ’
İki yıl önce 28 Ağustos’ta yitirdiğimiz Oktay Akbal’ın son yazısı da “Huzur”du. Cumhuriyet’teki 23 Mart 2014 günkü “Evet / Hayır” köşesini hasta yatağında yazan Akbal “… içimde bombalar patlıyor” deyip ekliyordu:
“Sonunda çareyi buldum. Yazmak, yine yazmak. (…) Ah şu daktilo önünde bir daha. Yıllar geçmiş sanki, onunla son buluşmamız gibi. Bitir sen şu karmakarışık duyguları, bir huzur bulabilsem…”
Usta yazar, 23 Ocak 2013 tarihli yazısında da “Yürümek, yürüyememek, bütün sorun bu! Yıllardır insanoğluna bağışlanmış en güzel duyarlıktan uzaktayım.” diyordu. Cumhuriyetle yaşıt Cumhuriyet aydını, bilgelik imbiğinden süzülmüş şu öğütleriyle taçlandırıyordu yazısını:
“… Yürü ey insan, elinde olanak varken yürü, hep yürü. (…) Bir kurtuluşa, bir direnişe, bir coşkuya… Varırsın ya da daha da uzaklaşırsın. (…)
İnsanoğlu her alanda yürümeli. Yalnız bacaklarınla, ayaklarınla değil, kafanla, düşüncelerinle, duyarlığınla…”
‘YAŞLI KOVA’ ÖYKÜSÜ
Rahmetlik Akbal, gazetesi Cumhuriyet genellikle değerbilir kişilerce yönetildiği için şanslıydı. 1969 yılından, ‘huzura yürüdüğü’ 2015’e değin (kısa bir dönem Milliyet’te yazdı) Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdürdü. Oysa kimi gazetelerde yönetim değişince birçok bilge gazetecinin öncelikli olarak işten atıldığının yakın tanığız. İlerleyen yaşları bahane edilerek… Hâlâ bu tutumu benimseyen yöneticiler varsa kendilerine şu öyküyü anlatmak isteriz:
Yoksul bir adam bahçesine, yakınlardaki kuyudan su taşıyormuş. Bir gün, elindeki kovalardan biri dile gelip adama şöyle demiş:
– Öylesine eskidim ki kevgire döndüm. Baksana, sen kuyudan bahçeye getirinceye değin içimdeki suyun yarısı boşa akıp gidiyor. Beni değiştir artık!
Adam, karşı çıkmış:
– Sen benim emektar kovamsın, değiştirmem. Hem işe yaramadığını da nereden çıkardın? Yürüdüğüm yolun iki yanına bak bakalım, neler göreceksin.
Yaşlı kova, sahibinin elinde sağlam kovayı taşıdığı tarafa bakınca kuru otlar, dikenler görmüş. Kendisini taşıdığı tarafta ise yol boyunca akıttığı suların yaşam verdiği rengârenk çiçekler, onların üzerinde coşkuyla vızıldayan arılar, börtü böcekler…
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
İktidarspora / Transfer olduk / Sen de var mısın? / İzmir Marşı’nı söyleyen / Yurtseverler kalesine / Faullü gol atıp / Gazeteci döver misin?