BAYRAMLIK

Üç gün sonra Şeker (Ramazan) Bayramı.

Yurttaşlarımızın, hiç değilse üç günlük bayramı ağız tadıyla geçirmelerini dileriz.

Bütçesinden, kısa dinlenceye pay ayırıp ‘tebdili mekândaki ferahlık’tan yararlanacak olanlarımız şanslı. İşlerine, kendilerini ‘şarj’ etmiş olarak dönecekler.

Şarj deyince yeni türetilen bir sözcüğü anımsadık; “plagomani”. Kişinin cep telefonu ‘şarj’ına ilişkin hastalıklı saplantısı, demekmiş.

Günümüz insanı, ‘ya telefonuma yüklediğim elektrik gücü biter de arayanlar bana ulaşamazsa!’ hastalığından mustarip demek ki! (Yüce Tanrı başka keder vermesin!)

En çok da cep telefonuyla kara sevdaya benzer bir ilişki içindeki biz Türkleri tehdit eden bir hastalık olmalı bu!

Ama, “plagomani” sözcüğünü bulan biz değiliz; bilim ve uygulayımbilim (teknoloji) üstünü ileri Batı.

‘İLKELAYNAK’ MIYIZ?

Bizim bilimle ilişkimizin düzeyini ise geçen yıl ramazanda yaşanan şu acı örnek göstermişti:

NASA’da çalışan değerli Türk bilim insanı Dr. Umut Yıldız, yurttaşlarımızın sorularını yanıtlamak üzere Periskop yayını başlatmıştı. Jüpiter’in yörüngesine giren Juno adlı uzay aracıyla kurdukları iletişime değgin sorular bekleyen Dr. Yıldız’a, halkımız neler sormuştu dersiniz:

“Hocam, oruçlu musun?”

“Abdest nasıl alırız Jüpiter’de?”

“Bu Jüpiter’de kaç ton altın vardır?”

Dünyamızın, öküzün boynuzu üzerinden (!) yapay zekâ yönetimine girmeye evrildiği 21’inci yüzyılın ‘kelaynaklar’ı soruyor gibi…

Evrende tıkır tıkır işleyen bir ‘doğal ayıklanma’ süreci var. Evrime uyum sağlayamayan canlı, yitip gidiyor. Örneğin dünyada, Fas’la birlikte sadece bizim Şanlıurfa Birecik’te bulunan ‘kelaynak’ kuşlarının soyu tükeniyor.

Zaten, Birecik’teki kelaynak varlığını keşfeden de biz değiliz; İngiliz bilim insanı C.G. Dan Ford, ta 1879’da bulmuş.

Ford’un kelaynak keşfinden 134 yıl sonra, 2013 ramazanında bir devletlimiz, memleketi Trabzon Of ‘ta iftara katılmıştı. İftarda, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu anımsatıp ‘konumu itibarıyla’ mucitler çıkaramadığını, gençlerini ‘ara eleman’ olarak yetiştirmeye odaklanması gerektiğini söylemişti.

Böylece, bilimle alakasızlığımızın Türkiye’yi coğrafî olarak alıp bir başka yere ‘konumlandıramamaktan’ kaynaklandığı tanısını koymuş oluyordu bir bakıma!

‘HİSSE’LİK BİR KISSA

Kahvehanelerde oyun oynayanlar, avanta çay içmek için yanlarına ‘konumlananlar’a kızarlar. Bu ‘yancı’lara bir de gönderme yaparlar:

– Çocuğa “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sormuşlar; “yancı olacağım.” demiş!

DHA’nın 16 Haziran’da geçtiği bir haber, oyuncu – yancı gerginliğinin tırmandığı noktayı gösteriyordu! Yine, Birecik’teki bir kahvehanede aniden fenalaşan bir ‘yancı’, oturduğu sandalyeden yere yığılıvermiş. Okey karesini oluşturanlar, zavallı adam boylu boyunca yerde yatarken de çağrılan acil sağlık görevlilerinin müdahalesi sırasında da hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam etmişler. Neyse ki ‘yancı’nın hayatî tehlikesi yokmuş.

Bayramımız kutlu olsun!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

 Olanın olmayana / Bilenin bilmeyene / ‘Kendine Müslüman’ın / Adalet için yürüyene / Borcu var iki cihanda!