Haziran, sözünü tuttu! Yazın ilk ayının ilk gününde sıcak hava, nemle birlikte geldi.
Doğa, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Bu Sabah Hava Berrak” şiirini, küçük bir değişiklikle söyletiyor:
“Güzel şeyler düşünelim diye / Rengârenk açıvermiş çiçekler”…
Alışveriş dönüşü bizim sokağın başında ayaküstü mola veren iki kadından biri, ötekine:
– Farkında mısın? dedi; şu sokak nasıl da güzel kokuyor.
Birbirinden on metre aralıklı iki ıhlamur ağacının nemli havada daha da cömertçe sunduğu benzersiz çiçek kokularıydı, kadının dikkatini çeken.
Oysa durduğu yerden göremediği ama duyumsadığı ‘doğal parfüm kokteyli’ne katkıda bulunan daha neler vardı, sokağımızın bitimindeki merdivenlerin iki yanında:
Karşı evin çitleri, bahçe duvarları, sapsarı hanımeli çiçeğine kesmişti. Arada sarı, pembe, (Oscar Wilde’ın bülbülünün; aşk için ölmek pahasına yüreğini dikenine yaslayıp akıttığı kanı renginde) kıpkırmızı güller…
Apartman bahçemizdeki tomurcuklanmış ortancalar, kaktüs ailesi, renk cümbüşlü ilkyaz – yaz çiçekleri; begonya, şakayık, aslanağzı…
Ve, balkonumuzdaki pembe – mor çiçekli narin dallarını aşağıya sarkıtmış küpeçiçeği, coşkulu sardunyalar, yeşil – sarı yaprakları yürek biçimli aşk merdiveni…
Balkanlardan ülkemize hep soğuk hava dalgası gelirdi. Bu kez doğamızı sanki ilkyazdan daha çok gönendiren yaz sıcakları geldi.
ZEYTİNE VEDA MI?
Çiçeklerin en güzeli, en hoş kokulusu olmasa da en işlevseli ‘zeytin çiçeği’… Meyveye durup soframızın binlerce yıllık vazgeçilmezi zeytine dönüşüyor. Zeytin; A, C, E vitaminleri, kalsiyum, protein… içeren sağlık deposu. Yağı da anne sütüne eşdeğer; bizi kanserden bile koruyor.
Tanrı bağışı en büyük varsıllıklarımızdan biri; Türkiye’de 170 milyon zeytin ağacı var.
Ama, bu ağaçlardan 120 milyonunun kesilip yok edilme tehlikesiyle yüz yüzeymişiz. İlgili tasarı yasalaşırsa zeytinlik alanlara termik santrallar, maden ve taş ocakları yapılabilecekmiş.
Bu mucize bitkiyi de soluk alabildiğimiz yaşam alanı olarak elimizde kalan avuç içi kadar apartman bahçelerimizde, balkonlarımızda saksıda yetiştirmek zorunda bırakılmayacağımızı umuyoruz.
Ve, zeytinin de dışalımını yapmak zorunda kalmayacağımızı…
ÇOK YAŞA PORTAKAL
(Zaten) Bilinen bir şeyi bildirmek, anlamındaki Arapça kökenli sözü, şöyle yanlış kullanıyoruz:
“Malumun ilanı”.
Fatih Portakal, 2 Haziran 2017 günü Foks TV ekranında, Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın ABD’yi kastederek yaptığı “Kimse kimseyi kandırmasın, bölmeye çalışıyorsunuz.” çıkışını aktardıktan sonra “ilam” sözcüğünü vurguladı:
– Bu, malumun ilamı.
Değerli sunucuyu kutlarız.
‘SOYAD’ DA NE?..
Kimi TV kanallarımızdan, izleyicilerine:
“Ad – soyad yazın, … numaraya gönderin”.
Son olarak da Fil TV’nin ‘uydu alıcısı’ satış kampanyası duyurusunda, aynı dil yanlışı yineleniyor:
“Ad – soyad…”
Türkçede “soyad” diye bir sözcük yok; (kişinin) öz adından sonraki adı, aile adı, anlamında “soyadı” denmeli.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Kendi kendini / Yok edecek bu insanlık / Sevgi dilini tutsak kılıp / Çoğalttıkça nefretini / Bin aynalı tapınaklarda