‘DOMATES GÜZELİ’Nİ BİLEN ÖĞRETMEN!

Fransızca, ‘kültür dili’ sayılıyor.
İngilizce ise ‘dünya dili’.
Söz varlığına, sömürgeleştirdikleri ülkelerin dillerinden de sözcükler katan bu ‘yayılmacı’ iki ulustan İngilizlerin sözcük sayısının 600 bin; Fransızların da 400 bin kadar olduğu savlanır.
Peki, Türkçede kaç sözcük var, dersiniz?
Yıllar önce ortaya çıkan birileri, dilimizde “616 bin 767 sözcük” bulunduğunu öne sürmüşlerdi.
Nasrettin Hoca’nın, eşeğinin üzerindeki kıl sayısını abartarak söylemesine itiraz eden kişiye verdiği yanıt gibi:
— İnanmıyorsan say!
İşin gerçek uzmanı araştırmacılar, iyimser bir öngörüyle Türkçedeki sözcük sayısının ‘100 bin’ dolayında olduğunu söylüyorlar. Hem de Arapça, Farsça, Fransızca ve öteki kimi dillerden girenlerle birlikte…
Dilimizdeki 70 harften oluşan ‘en uzun sözcük’ bile öz Türkçe “başarı”nın eskimiş Arapça karşılığı olan “muvaffakiyet”le başlıyor.
“Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebile- ceklerimizdenmişsinizcesine.”(1)

TÜRKÇENİN ÜSTÜNLÜĞÜ

Yine de ana dilimizi küçümsemeyelim.
Hâttâ tam tersine Türkçenin, öteki dillerden üstünlüğü sayılabilecek iki özelliğiyle övünebiliriz.
Bunlardan birincisi, dilimizde her sesin bir harfle karşılanması; dolayısıyla da sözcüklerin genellikle yazıldığı gibi okunması.
Batı dillerinde ise tek ses için üç dört harf birden kullanıldığı oluyor. Örneğin, Fransızlar “su”yu “eau” diye yazıp “o” olarak okuyorlar; tek sesi, üç harfle karşılıyorlar.
Türkçenin ikinci üstünlüğü; son eklerle türetilmeye elverişli olması.
Yalnızca “gün” (eski Türkçede: “kün”) kökünden türetilmiş sözcükler:
güney, günlük, gündem, gündelik, günübirlik, güngen (takvim) …
Önceleri “Türkçeleşmiş, Türkçedir.” diyen Ziya Gökalp (1876 -1924) sonradan, öz Türkçe sözcük kullanmakta daha seçici davranmaya başlamış.
Atatürk’e de Dil Devrimi konusunda esin kaynağı olan Gökalp, ana dilimize bağlılığın önemini, şu dizeleriyle vurguluyor:
“Evinin yemişi erikle elma / Komşunun bağından hurmayı alma / Başka dile uymaz annenin sesi / Her sözün ararsan vardır Türkçesi.”

KONSANTREYİ BOZMAK (!)

Söz varlığı ne denli varsıl olursa olsun, toplumların kültürel kalkınmışlık düzeyinin bir göstergesi de bireylerinin günde kaç sözcükle konuştukları.
Bilim ve sanatta gelişmiş, yazın (edebiyat) yapıtları üretenler, tüketenler (okuyanlar) çok sözcük kullanıyorlar.
Biz Türklerin günde ortalama kaç sözcükle konuştuğumuzun yanıtı da yine Nasrettin Hoca fıkrası gibi; ‘dört yüz’ ile ‘üç bin’ arasında değişen sözcük sayısı verenler var.
Araştırılması çok güç bu noktaya takılıp kalmaktansa konuşup yazdıklarımızın içeriğine ve ‘doğru Türkçe’ konusuna odaklanmamız, bizce daha akılcı.
Doğru Türkçe öğrenmek için en başta, ‘doğru ulusal eğitim’den geçmemiz gerekiyor elbet.
Bu çerçevede, öncelikle öğretmenlerimizin çok iyi yetiştirilmeleri şart.
Ancak, geçenlerde bir tv haberini izlerken içimizi acıdı, derin bir üzüntüye kapıldık. Tepke (refleks) olarak da ağlanacak hâlimize gülmekten kendimizi alamadık.
Haber, artık sayısını da adlarını da anımsamakta güçlük çektiğimiz öğrenci seçme sınavlarından birine ilişkindi. Sınavın yapıldığı okulun bahçesindeki veliler, içeride ter döken çocuklarından daha heyecanlıydılar.
Öğretmen olduğu anlaşılan bir kişi, sınav sırasında bahçedeki velileri sessiz olmaları için tatlı sert bir dille uyarırken ne dese beğenirsiniz:
— Öğrencilerimizin konsantresinin bozulmasını istemeyiz.

KONGAR’IN DALGA GEÇTİĞİ

Prof. Dr. Emre Kongar, Türkçeyi doğru konuşup doğru yazmaya en çok özen gösteren bilim insanlarımızdan biridir.
Kongar Hoca, Fransızcadan okunduğu gibi dilimize aktarılan “konsantre” (concentré) sözcüğünün yanlış kullanıldığını alay yollu vurgulamak için “Konsantremi Bozma!” adlı kitap yazmıştı. (2)
“Konsantre” sıfatı, ‘yoğunlaştırılmış, yoğun’ anlamlarına geliyor.
Ad olarak da “konsantrasyon; dikkati bir noktada toplama, yoğunlaştırma’ demek.
Ve “konsantre” sıfatından üretilen ‘yardımcı eylemli bileşik eylem’:
“Konsantre olmak; düşünceyi, duyguyu, gücü bir noktada toplamak’.
Sınav ayırtmanlığı (mümeyyizlik) yapan öğretmen, velileri uyarırken şöyle demeliydi:
— Öğrencilerimizin ‘konsantrasyonunun’ bozulmasını istemeyiz.
Ya da anlaşılması biraz güç olmakla birlikte öz Türkçeyle:
— Öğrencilerimizin ‘dikkat toplaşımının’ bozulmasını istemeyiz.

SIRA, ‘PARÇALA BEHÇET’TE!

Cumhuriyetimizin 100. yılında, gittikçe artan bir özlem ve gönül borcuyla (minnet) andığımız Başöğretmen Atatürk, “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir ulus, henüz bir ulus adını alma yeteneğini kazanamamıştır.” demiş.
Ama, Sözcü gazetesinde 7 Ekim 2023 Pazar günü okuduğumuz bir haber, yukarıda aktardığımız tv haberinden de iç karartıcı, aynı zamanda gülünçtü.
Sultan Uçar imzalı haber, sayın Cumhurbaşkanı’nın kaldırılacağını sözünü vermesine karşın kaldırılmayan “mülakat”a ilişkindi.
Habere göre, Muş’ta yapılan bir mülakatta, öğretmen adaylarına ‘iktidar yandaşı olup olmadıklarını’ anlamak üzere yöneltilen ‘siyaset içerikli’ soruların yanı sıra bu ve benzeri sorular da yöneltilmişti:
“Çocuklara hiç ilahi öğrettin mi?
“… Dinî çizgi film izlettin mi?”
Ve bir de genel kültür (!) sorusu:
“Yeşilçam’da, Domates Güzeli diye tanınan sanatçı kim?”
Şaka gibi ama ciddi!
Mülakatta, “Domates Güzeli Ayşen Gruda”yı bilemeyenler elenmişti.
Kim bilir, Eğitim- iş Sendikasının iptali için dava açtığı Muş’taki söz konusu mülakatı kazananlardan biri de velileri, “Öğrencilerimizin konsantresini bozmayın!” diye uyaran öğretmendir.
Yeşilçam’ın Domates Güzeli’nin rahmetlik Ayşen Gruda olduğunu bilmek, uygulanan dinsel / siyasal ölçütlerin yanı sıra atanmak için önemli bir etmendi!..
Darısı, yine genel kültür (!) sorusu olarak Yeşilçam’ın “Parçala Behçet”inin sorulacağa yeni mülakatlarda ecel terleri dökecek öğretmen adaylarına!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Dile kolay, yetmiş altı yıldır
İşgaldeki Filistin’e ‘Dur’
İşgalci zalime ise ‘Vur’
Diyen, ‘ümmet destekli’
Harami adaleti budur!

1) Kaynak: http://www.papatyam.org/index.php?topic=1833.0;wap
En uzun sözcük için açıklama: “Kötü amaçların güdüldüğü bir öğretmen okulundayız. Yetiştirilen öğretmenlere öğrencileri nasıl muvaffakiyetsizleştirecekleri öğretiliyor. Yani, öğretmenler birer muvaffakiyetsizleştirici olarak yetiştiriliyorlar. Fakat öğretmenlerden biri muvaffakiyetsizleştirici olmayı yani muvaffakiyetsizleştiricileştirilmeyi reddediyor, bu konuda ileri geri konuşuyor. Bütün öğretmenleri kolayca muvaffakiyetsizleştiricileştiriverebileceğini düşünen okul müdürü bu duruma sinirleniyor ve söz konusu öğretmeni makamına çağırıp ona diyor ki: ‘Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine laflar ediyormuşsunuz ha? ‘…” Hazırlayan : Köksal Karakuş – Alıntı : Akla Ziyan Web Sitesi
2) Remzi Kitabevi, 1999