İYİLİK FİRARDA!

Güz; karaduygu (melankoli) mevsimi.
Üzerimiz salkım saçak kara bulutlu sabahlara uyanıyoruz.
Yaşamın, sanatı taklit ettiği anlar da oluyor;
Güneş arada bir, Ayşen Baykal’ın usta sanatçı işi fotoğraflarında gördüğümüz gibi, ağaçların arasından gözalıcı ışık demetleri gönderip çekiliveriyor.
Biz o ağaçları kestikçe yağmur ya pek nazlı ya da yoksul evlerine her biri çavlan altına kurulmuşçasına felaket olarak yağıyor.
Rüzgârın da ayarı bozuk; kimi zaman yaprak kımıldamıyor, kimi zamansa sert esintiler, ruhumuzun köşe bucağında nasılsa kalmış varoluş tadımızı üfürüp süpürüyor.
Toplumca, garip Çingenelere döndük.
Roman delikanlı yaz sıcağında bunalmış. Şans eseri bulduğu bir ağacın gölgesine kendini atar atmaz, göğsünü bağrını açmış. Hafif bir esinti çıkınca daha da keyiflenmiş:
— Es yiğidin bağrına es! diye ünlemiş.
Derken mevsim dönmüş. Ten okşayan meltemin yerini, tin ürperten kuzey rüzgârları almaya başlamış. Bizimkinde üstte yok, başta yok. Yazgısı gibi ‘kara’yele teslim olmakla birlikte kendince sitem etmekten de geri kalmamış:
— Buldun garip Çingeneyi, es bakalım es!
Yirmi bir yıl önce toplumumuz; ‘ten okşayarak’ esmesine kanıp sinesini AKP meltemine açmıştı.
Aradan geçen süre içinde ilkyaz güze döndü ve ‘karaduygu mevsimi’nin demir atmasıyla kulağımızdaki meltem fısıltılı iyilikler, güzellikler bir bir sona erdi.
Demokrasi; evrensel / anayasal / yasal insan hakları; adalet; can güvenliği; özgürlük; eğitim; hakça paylaşım; çalışma barışı… Hak getire!

TARKOVSKİ YANILIYOR

Şiirsel sinema diliyle en başarılı film yönetmenlerinden sayılan Tarkovski’nin (1932 – 1986) bir özdeyişi: (1)
“Çirkin nasıl güzelin içinde varsa güzel de çirkinin içinde vardır. Hayat, bu saçmalığa varan muazzam çelişkinin içine gömülmüştür.”
Yaşamı özümseyip peliküle (2) döktüğüne hiç kuşku duymadığımız Tarkovski sağ olup da 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde olup bitenleri görse özdeyişini anımsatıp kendisine sormak isterdik:
Hangi güzel?..
Gezi Direnişi davasında Yargıtay’ın, aleyhlerinde tek bir kanıt olmaksızın tutsak edilen sekiz aydından üçü hakkında verilmiş 18 yıl hapis kararını bozmasını mı güzel bulup sevineceğiz!
* Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış ömür boyu hapis; halkın seçtiği ama Meclis’te yemin bile ettirilmeyen TİP milletvekili Can Atalay’ın yanı sıra Tayfun Kahraman, Mine Özerden ile Çiğdem Mater Utku’ya verilen 18’er yıl hapis cezalarını onamış olması, adalete vurulmuş birer hançer değil de ne?..
* İnegöl’deki bir ortaokulda, ders zilinin çalması yerine bangır bangır Arapça ilahiler okunması, ‘laik ulusal eğitimin cenaze namazı’ çağrısından çok mu farklı?
* Uluslararası bilim yuvası olmaktan hızla çıkarılan övünç kaynağımız Boğaziçi Üniversitesinde (BÜ) ‘kayyım rektör’e direniş, 1000’inci gününü aştı.
* BÜ’de arkası gelmek bilmeyen değerler kıyımının son örneği: Otuz yıllık akademisyen – yazar Murat Gülsoy, görevden uzaklaştırıldı. Bakalım, onun yerine, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı bir çapsız mı atanacak?
* Bilimin yanı sıra kültür ve sanat düşmanlığının en yeni örneği de bu ay yapılması gereken Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin, “sansür” ilkelliği yüzünden iptal edilmesiyle karşımıza çıktı.
Evrensel sanatçı Tarkovski’den esinle, yukarıda aktardığımız özdeyişi galiba şöyle değiştirmemiz gerekiyor:
* “Hemen her güzelliğin içinde çirkinlik de bulunur. Ama öyle çirkinlikler vardır ki içinde, iyiliğin, güzelliğin zerresini bulamazsınız; bir daha geri dönmemecesine firar etmiştir.”
Biz yine de “bu saçmalığa varan muazzam çelişkinin içine gömülmüş hayat”a karşı, Çetin Altan’ın deyişiyle ‘enseyi karartmayalım’.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Ankara’da geçen pazar günü hain bir terör saldırısı yaşandı, biliyorsunuz. PKK’nın bileşeni HPG tarafından üstlenilen saldırıda, genç bir veteriner hekim öldü, iki polisimiz yaralandı. Merhuma Tanrı’dan rahmet, iki polisimize acil şifalar diliyoruz.
Teröristler, Kayseri’de 24 yaşındaki veteriner hekim Mikail Bozdoğan’a kıyıp aracına el koyuyorlar. İki gün sonra, 344 km.lik yol boyunca tek bir engelle karşılaşmadan Türkiye’nin kalbi Ankara’ya, şah damarımız TBMM yakınındaki İçişleri Bakanlığı önüne geliyorlar. Kısa süre önce başına sayın Cumhurbaşkanı’nın en yakınındaki kişinin atandığı MİT’in de askerî istihbaratın da nasılsa dikkatinden kaçabiliyorlar!
Bizim bilmek istediğimiz, önceki sayın İçişleri Bakanı’nın ‘Biliyoruz’ dediği, ‘teröristlerin ayakkabı numaraları’ değil; ülke içindeki hareketlilikleri. Nerelere, kimlere, ne zaman saldırmaya hazırlandıkları.
Dileriz, hafif atlatıldığı söylenebilecek bu son olay ders olur.
Dil yanlışı, konumuza gelecek olursak…
Yeni yasama yılına başlandığı gün yapılan söz konusu terör saldırısı, doğal olarak TBMM’nin açılışında da kınandı.
Meclis’i açış konuşmasını yapan yetkilimiz, terörle savaşımda yılmayacaklarını dile getirdikten sonra şöyle bir tümce de kurdu:
“… İklim krizlerini, gıda krizlerini, enerji krizlerini çok yakinen takip ederek Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gerekli adımlarımızı atacak, gerekli tedbirlerimizi alacağız.”
Siyasetçiliğinin yanı sıra akademik kimliği de bulunan sayın (prof. dr.) yetkili; aktardığımız konuşmasında “yakinen” sözcüğünü, “yakından”ın karşılığıymış gibi kullandı.
Oysa “yakinen”in, aslında uzaklık ya da yakınlıkla bir ilgisi yok. Arapça “yakin”, sağlam bilgi; “yakinen” de ‘kesinlikle’ demek.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Yüz üçüncü kez açıldı Meclis
Darısı, yüz dördüncü yıla;
Binası kırk dokuz yıllığına
Katar’a verilmeden inşallah!

1) Andrey Tarkovski; “Mühürlenmiş Zaman”, Türkçesi: Füsun Ant, Agora Kitaplığı
2) Pelikül (Fr. pellicule): Boş film, film şeridi.