Çetin Altan’ın deyişiyle “Türk’e Türk propagandası yapmanın” hiçbirimize yararı yok.
Türkiye’nin günümüzdeki manzarası iç karartıcı:
Bir yandan siyasî rakiplerine yönelik neredeyse ölüm tehdidine varan şiddet söylemleri, kışkırtmalar; ‘kamu vicdanını kanattığını’ (?) düşündüğümüz anayasa / yasa / kural tanımazlıkla birlikte ortaya çıkan ‘kimi devlet görevlileri ile kimi suçluların iç içeliğine’ ilişkin kuşkular; öte yandan getirim (rant) uğruna belki tarihte benzeri görülmemiş yoğunlukta doğa yağması… sürüp gidiyor.
44 YIL ÖNCE BU GÜN
Türkiye’de ve dünyada 2 – 3 Haziran, iki önemli yıl dönümü.
Bundan 44 yıl önce ülkemizde bir başbakan, ana muhalefet partisi başkanına yönelik ‘suikast ihbarı’ alınca hem devletin güvenlik birimlerini harekete geçirdi hem de ölüm tehdidi altında bulunduğunu kendisine bildirdi.
Tarih: 2 Haziran 1977; üç gün sonra, genel seçimler yapılacak. 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti (AP – MSP – CGP – MHP koalisyonu) iktidarda. Başbakan, Süleyman Demirel.
Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit, ertesi gün 3 Haziran’da Taksim Cumhuriyet Alanı’nda miting yapacak. Başbakan Demirel‘e; Gezi Parkı’nın kuzeydoğu ucundaki Sheraton Oteli’nin üst katından, dürbünlü, uzun namlulu bir silahla Ecevit’e ateş açılacağı ihbarı ulaşıyor.
Demirel; ivedilikle İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve MİT Müsteşarlığına birer yazı göndererek önlem almalarını istiyor. Ecevit’e de gizli bir mektup yollayıp ihbarı aktararak “Mitingden vazgeçmeniz doğru olacaktır.” diyor.
ECEVİT, MEYDAN OKUDU
Ecevit, suikastların yabancısı değildi! Seçim konvoyuna, anılan tarihten kısa süre önce 26 Nisan 1977 günü Tokat‘ın Niksar ilçesinde; 27 Nisan’da Gümüşhane Şiran‘da; 29 Mayıs’ta da yine seçim gezisi çerçevesinde gittiği İzmir Çiğli Havaalanı’nda suikastlar düzenlenmişti.
Rahşan -Bülent Ecevit çiftinin yara almadan atlattığı bu saldırılardan sonuncusunda, CHP İzmir İl Başkanı Mehmet İsvan (eski İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’an kardeşi) ağır yaralanmıştı.
Demirel’den 2 Haziran günü aldığı mektup, Ecevit’i Taksim mitinginden caydırmak bir yana, kamçıladı. Zamanın tek propaganda aracı olan TRT’ye, o gün yayımlanmak üzere, CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu’nun konuşma bandı gönderilmişti. Ecevit, bandı geri çektirip radyoda kendisi konuştu. Başbakan Demirel’in söz konusu mektubunu aktarırken birkaç kez vurguladı:
“Ben ve eşim, yarın Taksim’de olacağız.”
Bu; teröre, teröriste bir meydan okumaydı. Ertesi gün Taksim Meydanı‘nda, CHP’nin en geniş katılımlı -ve de olaysız- toplantılarından biri yapıldı.
İki gün sonra 5 Haziran 1977’de yapılan genel seçimlerden CHP rekor kırarak aldığı yüzde 41,4 oyla 213 milletvekili çıkardı.
Dönemin Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı ve Başbakan Demirel de anımsadığımız kadarıyla bu utkuyu, siyasal olgunlukla karşıladı.
İKİZDERE’DE NE OLUYOR
Şimdi, günümüze dönelim ve yazımızın başında sözünü ettiğimiz getirim (rant) uğruna yapılan son doğa yağmasıyla simgeleşen Rize İkizdere‘ye uğrayalım.
Çamlık ve Cimil dereleriyle Karadere’nin birleştiği yerde kurulan İkizdere, bir cennet. İlçeyi çevreleyen dağların doruklarındaki buzul gölleri ile buz yalaklarından beslenen derelerin suyu hem içiliyor hem de tarımsal sulamada kullanılıyor. Burada, çay ve patatesin yanı sıra fındık, mısır, kivi, armut yetiştiriliyor. Hayvancılık, özellikle de arıcılık yapılıyor; dünyaca ünlü şifa kaynağı Anzer balı elde ediliyor.
İşte, bu İkizdere‘nin İşkencedere Vadisi’nde halk, -her taşın altından çıkan- Cengiz Holding’e taş ocağı ruhsatı verildiğinden beri ayakta. Yerleşim yerlerinin hemen dibinde açılacak taş ocağının harıl harıl yolları yapılıyor, direnişçi halkla iş makinelerinin arasına demir kapılar çekildi.
Taş ocağı, İyidere ilçesi için tasarlanan ‘lojistik merkez ve liman’ yapımının taş gereksinimini karşılayacakmış.
Taş ocağı için yollar açılırken kökünden sökülen kızılağaç, gürgen, meşe, kestane, ladin, köknarlarla birlikte molozlar, dere yatağına atılıyor. Böylece kirlenen suyun, inşaat ilerledikçe tamamen kesilerek bölgenin incisi ‘çay’ başta olmak üzere tarımsal üretim ve arıcılığın sona ereceğini, yaşam haklarının tümüyle ellerinden alınacağını halk, yana yakıla anlatıyor.
Yerden göğe kadar da haklılar.
… VE PERU’DA NE OLDU
Bizim gibi yoksul halklar, dünyanın öteki bölgelerinde de benzer sömürülerle karşılaşıyor.
Örnek: Peru’nun İkizdere’si, 16 bin nüfuslu Tambogrande kasabası. Onların Cengiz Holding’i ise Manhattan Minerals adlı, Kanada merkezli çok uluslu bir madencilik şirketi.
Tambogrande sakinleri, 1996 yılından başlayarak kasabayı terk etmeye zorlanırlar. Çünkü, Japon asıllı Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori, burada madencilik yapması için Manhattan Minerals‘e gizlice ayrıcalık (imtiyaz) vermiştir.
Tambogrande; ağırlıklı olarak mango ve limon üretilen bir tarım bölgesidir. Peru’nun limon üretiminin yüzde 40’ı burada yapılır.
Şirketin maden aramaları, kasabadaki evlerin yarısının başka bir yere taşınmasını gerektirecek ve yeraltı suları kirletilerek tarım yapılması olanaksız duruma gelecektir.
Halk, şiddetle karşı çıkar ama Peru hükümeti yine de Tambogrande’deki 10 bin hektarlık arazide maden çıkarma hakkını, dört yıllığına şirkete satar. Kasabalılarsa geri adım atmazlar.
HAKLILAR KAZANDI
Tambograndeliler, STK’lar ve öteki kimi kuruluşların da desteğiyle devletin bu konuda bir ‘halk oylaması’ yapmasını sağlarlar.
Halk oylaması tarihi: 3 Haziran 2002.
Yani, tam 19 yıl öncenin yarını.
Oylamayı, toprağından suyundan ödün vermeyen Tambograndeliler kazanır.
Bu arada, halkın çıkarılmasını istemediği madenin ne olduğunu merak ediyorsunuzdur.
Söyleyelim:
Kasaba, dev bir ‘altın madeni’ yatağının üzerindedir.
Ve yüzde 65’i günde bir doların altında gelirle yaşam savaşımı veren, yoksulun yoksulu Tambogrande sakinlerinin, örnek bir sağduyuyla son sözleri şu olmuştur:
“Altına hayır, doğaya evet.”
Dünya ne garip bir yer değil mi:
Peru’da bir kasaba halkının istencine (irade) saygı gösterilip belki milyonlarca ton rezervlik altın madeninden vazgeçiliyor.
Bizim Rize İkizdere’de açılacak kıytırık bir taş ocağıyla, yaşadıkları yerin cehenneme çevrilecek olmasına karşı direnen halkın üzerine ise kolluk güçleri ısrarla, inatla sürülüyor.
Bu arada, bir başka ilginçlik (!):
Peru’da, altın madeni için halk oylaması yapılması isteminin en güçlü destekleyicileri arasında din adamları, daha doğrusu Katolik kilisesi de bulunuyordu.
Bizim, yoksul kitlelerin yaşamsal sorunlarıyla ilgilendiklerini pek fazla duymadığımız; güzelim İslam dinini neredeyse Atatürk düşmanlığıyla bir tutanların kulakları çınlar mı?..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Kalmayınca sıkılacak ümük
Cefakeş doğaya döndük
En son Marmara Denizi’ni
Ağlattık ‘salya’ sümük.