Geçen hafta 3 Haziran’da, 58’inci ölüm yıldönümü nedeniyle andığımız ‘memleket sevdalısı’ Nâzım Hikmet’in Şilili arkadaşı Pablo Neruda (1904 – 1973), bir şiirinde şöyle diyor:
“… ve bir gün bitirmek için dünyasal yoksulluğu / yardım et bize ey okyanus, / ey yeşil ve derin baba.“
Şiirin adı: “Deniz Kasidesi“.
Dünya’nın dörtte üçünü kaplayan denizler, Neruda’nın deyişiyle ‘dünyasal yoksulluğu bitirmek için’ elinden geleni yapıyor; yeryüzünde en az 2,5 milyar insan, geçimini denizden sağlıyor.
Ama, adına insan denen aynı ‘yabanıl’ yaratık; ‘beyinsel yoksulluk’tan bir türlü kurtulamayıp toprağını, havasını, suyunu zehirleyerek hem kendi kendine hem de yaşam alanlarını paylaşması gereken öteki canlı türlerine kötülük etmelere doyamıyor.
Son olarak da biz Türkler, Marmara Denizi’nin canına okuyarak Mavi Gezegen’e ihanet ettik.
‘BUNLAR İYİ GÜNLERİMİZ’
Marmara’yı, başta İstanbul kıyılarında olmak üzere, müsilaj (Fr. mucilage, deniz salyası) sardı. Balıklar, istiridyeler, midyeler, denizaltı yaşamının olmazsa olmazı mercanlar ölüyor.
Denizbilimci Prof. Dr. Cemal Saydam, durumu bir ‘felaket’ olarak nitelendirip şöyle diyor:
“Marmara Denizi’nde kıyısı olan her kentin arıtma tesislerini verimli şekilde çalıştırması gerek. Bu tesislerin çalıştırılıp çalıştırılmadıkları, elektrik tüketimlerinin kontrol edilmesiyle belli olur. Hemen harekete geçilse Marmara Denizi’nin eski durumuna getirilmesi altı yedi yılı bulur. Bunlar, daha iyi günlerimiz. Arkadan, kötü bir kokunun baş göstermesi sorunu yaşayacağız.”
Prof. Dr. Saydam, “Marmara Denizi’nin henüz ölmediğini, can çekiştiğini ama İstanbul Kanalı yapılırsa öleceğini” de söylüyor.
‘AFET İLAN EDİLSİN’
Bu arada denizi, yoğun ‘müsilaj’ kuşatması altındaki Tekirdağ’ın CHP’li Milletvekili İlhami Özcan Aygun, “Marmara’nın, içindeki mikroplastik oranı ile zaten dünya ikincisi olduğu; Ergene Nehri’ne organize sanayi bölgelerinden bırakılan atık suyun Marmara Denizi’ne derin deşarj (boşaltma) ile verilmesi sonucu, kirliliğin daha da artacağı” uyarısında bulunuyor.
Konuyu, iki ayrı soru önergesiyle Meclis (?) gündemine taşıyan Aygun; Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’nın 2018 yılında yaptırdığı bir bilimsel çalışmayı anımsatarak “Marmara’nın suda erimiş oksijen miktarlarında geçmiş yıllar temel alınlığında çok düşük, hâttâ sıfıra yakın değerlere rastlanmıştır.” diyor.
Aygun, Marmara’nın ‘afet bölgesi’ ilan edilmesi gerektiğini de belirtiyor.
BÜYÜDÜKÇE BÜYÜYOR
Orhan Veli’nin, “Gemliğe doğru / denizi göreceksin / sakın şaşırma” dizeleriyle; Şair Nedim’in, Kavafis‘in, İstanbul şairi Beyatlı’nın; “Huzur” adlı başyapıtında Boğaziçi’ni görkemli bir roman kahramanıymış gibi anlatan Tanpınar’ın Marmara Denizi, şimdi yer yer bir korku filminin doğal dekoru sanki. Üzerinde bulunan müsilaj tabakası, giderek hem genişliyor hem de kalınlaşıyor.
İstanbul ve Tekirdağ’ın yanı sıra Çanakkale, Bursa, Mudanya, Gemlik kıyılarında Marmara bir ölü denize dönüşüyor.
Bizans döneminde, İstanbul’un simgelerinden biri ‘palamut’ imiş. Kimi Bizans sikkelerinin üzerinde, palamut kabartmaları var.
Fransız tarihçi Braudel de “İstanbul’da, Galata Köprüsü altında satılan renk renk, çeşit çeşit balıkları seyretmek, insanda hayranlık uyandırır.” diyor (1).
Denizbilimci Prof. Dr. Cemal Saydam ise şimdi “Balığı artık unutun…” deyip ekliyor:
“Yakalanabilirse yersiniz. Dalgıçlar, denizin dibinde (oksijensizlikten) ağzı açık balıklar görüyor. Eylülde sezon başladığında, balık yakalayabilene ödül vermek gerekecek!”
‘BEYNİNİ İPTAL ETMİŞ’ CANLI
Sözü yine Neruda’nın dizesindeki ‘dünyasal yoksulluğun’ altında yatan ‘beyinsel yoksulluğa’ ya da ‘yoksunluğa’ getireceğiz…
Bir yazımızda aktarmıştık; YeniGün okurları için yinelemenin yeri ve zamanıdır:
Eski Japon İmparatoru Hirohito, denizbilime meraklıymış. Denizaltındaki yaşamı incelerken “tulumlular”dan basit bir canlının, bir tür ‘beyne’ sahip olduğunu saptamış. Bu canlı, larva durumunda özgürce yüzerken beynini kullanırmış. Olgunlaşma evresinin sonlarında ise bir kayaya tutunur, deniz suyunu süzerek yaşamaya başlarmış. İşte, o aşamada inanılmaz bir şey yaparmış: Kendi beynini tüketir, yok edermiş (2).
Kıssadan hisselik iki “var”la yazımızı noktalayalım:
1- Elâlemde ne imparatorlar var.
2- Hirohito’nun keşfettiği ‘beynini iptal etmiş’ tulumlu ile biz insan soyu arasında galiba bir akrabalık bağı var!
DİL YANLIŞLARIMIZ
Bir siyasal partinin lideri, ülke ölçeğinde esnafın dertlerini dinliyor. 12 Nisan günü görüştüğü esnaftan birine, sorunlarını nasıl çözeceklerini anlatırken şunu şöyledi:
— Usuletle, suhuletle…
Arapça kökenli “suhulet”in anlamları: ‘Kolaylık, yumuşaklık, naziklik, uygun ortam’.
Usulet, diye bir sözcük ise yok.
Sayın lider, yine eskimiş Arapça bir sözcük olan “uhuvvet” (kardeşlik) demek istiyordu sanırız.
* Aynı partinin bir başka yöneticisi de 1 Haziran gecesi konuk olduğu tv izlencesinde şöyle bir tümce kurdu:
— Dünya şok oldu.
Sözün doğrusu ise bilindiği gibi:
“Şoke (Fr. choqué) olmak”; birdenbire şaşırmak, hoşa gitmeyecek bir şeyle karşılaşmak.
Benzer yardımcı eylemli bileşik eylemin de doğrusu:
“Şoke etmek”; birdenbire şaşırtmak, hoşa gitmeyecek bir şey yapmak.
RUMEN / ROMEN AYRIMI
Siyasetçi kimliğiyle de tanınan bir tıp profesörü, Rusların bulduğu kovit 19 aşısı ‘Sputnik V’deki V’nin harf değil, ‘Rumen rakamıyla beş demek olduğunu’ söyledi.
Oysa “Romen rakamıyla…” demesi gerekiyordu.
Çünkü “Rumen”; Romanya halkından olan kimse, Romanyalı, anlamına gelir.
Beş, anlamındaki söz konusu rakam (V) ise Eski Romalılara yani “Romenlere” (Fr. romain) aittir.
* Hafta sonları yayımlanan kültür – sanat ağırlıklı bir tv izlencesinin sunucusundan, 22 Mayıs günkü yayında şu sözü işitince gülmekten kendimizi alamadık:
— Çağlayan şelalesini görüyorsunuz, değerli izleyiciler…
Öz Türkçe “çağlayan”; Arapça kökenli “şelale”nin ufağıdır;’küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktığı yer’.
Dolayısıyla “çağlayan şelalesi” demek yanlış.
[Öte yandan, Semir Aslanyürek’in yönetip başrolünde Hülya Koçyiğit’in oynadığı 2001 yapımı film; afişine (çift l’li ve ‘şapkalı’) yazılmış “Şellâle” adıyla sinema tarihimize girmiş bir Türkçe yanlışı içeriyor.]
Bu arada, “çağlayan”ın eş anlamlısı “çağlar”; “şelale”nin eş anlamlısı ise “çavlan”.
Sayın sunucu, “Çağlayan şelalesinin çavlanını görüyorsunuz!” da diyebilirdi!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Orhan Veli’den esinle-
İstenmediği Boğaziçi’nde
Oturmuş,
Oturmuş da bir ders…
Tutturmuş;
Okulda öğür olduğu (3)
Polislere bilim diye
‘Zahmetsiz tez nasıl yazılır’ı
Anlatmaya koyulmuş!
1) Fernand Braudel; “Akdeniz”, çev. Necati Erkurt – Aykut Derman, Metis Yayınları, Ekim 2007, sayfa 38
2) Mümin Sekman; “Her Şey Beyinde Başlar”, Alfa Yayınları, Mart 2011, sayfa 18
3) Öğür olmak: Sürekli birlikte bulunduğu kişilerle yakınlık kurmak.