BUNCA EĞRİLİĞE ‘DOĞRU TÜRKÇE’ (!)

Dört gün önce 26 Eylül Dil Bayramı’nın 88’inci yıldönümüydü.

Türk ulusunun başöğretmeni Atatürk, 26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayı’nda “1. Türk Dil Kurultayı”nı toplamıştı.

Bu “bayram”ı kutlamak bir yana, artık geçiştirdik bile diyemiyoruz.

Dil Bayramı’nda bir manav sergisindeki yazı, ‘doğru Türkçe’ açısından geldiğimiz noktayı gösteriyor gibi.

Turunçgillerden olup Anadolu’da “altıntop” ya da “kızmemesi” denilen meyveye biz kentliler (!) nedense “greyfurt” (İng. grapefruit) demeyi yeğliyoruz. Daha doğrusu, demeye çalışıyoruz.

(Acı acı gülünesi örneği internette görmüş olanlar, yineleyeceğimiz için bizi bağışlasınlar.) İşte o manav yurttaşımız, sergisine kocaman harflerle bu meyvenin adını hem de ‘yumuşak g (ğ)’ ile başlatarak şöyle yazmıştı:

“Ğırıfort”

İĞNEYİ KENDİMİZE…

Peki, biz basın yayın çalışanları, Atatürk‘ün Dil Devrimi kalıtına (miras) uygun davranıp haber ve yorumlarımızda en azından ‘doğru Türkçe’ kullanmaya özen gösteriyor muyuz?

Yoksa elimizdeki kitle iletişim aracıyla bilisizliğe (cahillik) katkıda mı bulunuyoruz?

[Yeri gelmişken Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) adlı yapının, Tele -1′den sonra Halk TV’ye de beş günlük ekran karartma cezası vermesine değinmemek olmaz. Bunlar, “halkın, anayasa güvencesi altındaki haber alma özgürlüğüne karşı” karar ve uygulamalardır. Üstüne üstlük RTÜK‘ün son olarak Halk TV‘yi karartma nedenlerini sıralanırken “Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırılık” gibi bir gerekçe de öne sürülüyor! Söz konusu ilkeler, belli kanallarda her gün paspas edilir, kevgire çevrilirken olup biteni izlemekle yetinenlerin, Atatürkçülüğü su götürmez iki kanala böyle bir suçlama yöneltmeleri, en hafif deyişle halkla alay etmektir.]

Yukarıda, halkımızın yabancı bir sözcüğü (greyfurt) yanlış kullandığına ilişkin örnek verdik; bu konuda biz gazetecilerin nasıl ‘kötü örnek’ olduğumuzu anlatmaya çalışalım…

AH ŞU ARAPÇA!

RTÜK’ün şimşeklerini üzerine çekip karartılan iki kanaldan birinin çalışanı, 26 Eylül 2020 günü, ekrandan haklı olarak yakınıyor:

— Türkiye bunları ‘hakkeden’ bir ülke değil.

Arapça – Türkçe kırması “hakketmek”maden, ağaç, taş üzerine elle yazı ya da şekil oymak, demek.

Ama, televizyoncu arkadaş, söz konusu sansürle ülkemizin, ‘layık olmadığı kötü bir karşılık aldığından’ söz etmeye çalışıyor. Arapça kökenli “hak” sözcüğü ve Türkçe “etmek” yardımcı eylemiyle yapılan eylemin (fiil) doğrusu, ayrı yazılır:

“Hak etmek”

Yardımcı eylemli bileşik eylemlerin yazımı (imla), birçok meslektaşımız için baş belası!.. Tv’deki bir bilgi (!) / kültür yarışmasında, 26 Ağustos 2020 günü bir şarkının sözleri soruldu. Doğru seçenek, ekrana şöyle yazıldı:

“Terketmek”

Yanlış.

Çünkü, Arapça “terk” ve Türkçe “etmek” ile yapılan eylem; “terk etmek” ayrı yazılır.

BIÇAK DA SİLAHTIR

Yine söz konusu kanalın haber bülteninde, bir polis haberi veriliyor:

— Tartışma, silah ve bıçakların kullanıldığı kavgaya dönüştü.

Arapça kökenli “silah; savunmak veya saldırmak amacıyla kullanılan araç” demek.

Yani bıçak da bir silahtır.

Haber tümcesi şöyle olmalı:

— Tartışma, ateşli silah ve bıçakların kullanıldığı kavgaya dönüştü.

Öte yandan, bir kamuoyu araştırmacısı 4 Ağustos 2020 gecesi katıldığı tv’deki tartışma izlencesinde şu tümceyi kuruyor:

— Muharrem İnce’nin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’lilere ‘moral değer’ kazandırdığı bir gerçek.

Fransızca kökenli “moral” sözcüğü hem ad hem de sıfattır.

Ad olarak kullandığımızda, ‘bir insanın ruhsal gücü, manevî güç, maneviyat’ anlamlarına gelir.

“Moral”in sıfat olarak anlamı ise ‘ahlakî’dir (aktöresel). Dolayısıyla sayın konuşmacının kullandığı “moral değer” sıfat tamlaması, “ahlakî (aktöresel) değer” demektir ki bunun da anlatmak istediğiyle ilgisi yok.

KABAK TADI VERENLER

‘Gereksinim’ anlamındaki “ihtiyaç” sözcüğü, dilimize Arapçadan girmiş. Ünlü harfle başlayan ek aldığı zaman bu sözcüğün sondan bir önceki hecesi uzatılarak okunur:

” İhtiyaaca, ihtiyaacı, ihtiyaacın…”

Bir haber kanalındaki tartışma izlencesinin sürekli konuğu, her gün onlarca kez tanıtım için ekrana çıkıp (sözcüğü dümdüz okuyarak) kulak tırmalıyor:

“… ihtiyacımız var.”

(Hepimize bol keseden öğüt veren bu ‘aklıevvel’ genç adamı, bir süre önce metro treninde görmüştük. Bacak bacak üstüne atmış, cep telefonuyla oynuyordu. Uzun boylu olduğu için bacağı neredeyse karşı koltuğa değiyordu. Ama o, inip binmek isteyenlerin önünden güçlükle geçmelerini hiç umursamıyordu. Neyse ki on beş dakika kadar sonra İTÜ durağında indi de yolcular rahatladı.)

Yukarıdaki sesletim (telaffuz) kuralı, bir başka Arapça kökenli sözcük olan ‘anlaşma, uyuşma, bağlaşma’ anlamlarındaki “ittifak” için de geçerli.

Siyasal partilerimizin kimileri bağlaşma yoluyla kümeleştikleri için bu sözcüğü her gün sık sık işitiyoruz; Cumhur İttifakı, Millet İttifakı

Bir haber kanalının, haftada beş gün -üstelik kimi günler birkaç kez olmak üzere- ekrana çıkan yetkilisi, “ittifak”ın da ünlü harfle başlayan ek aldığında, sondan bir önceki hecesinin uzatılarak (ittifaakı, diye) okuması gerektiğini bilmiyor; sözcüğü ekli biçimiyle de düz okuyor.

Aynı kişi, 8 Eylül 2020 günü de tv kanalının yayın ilkelerini anlatırken defalarca “… yana tarafız” diye garip bir tanımlamada bulundu. “Yan” ve “taraf” eş anlamlı iki sözcük. İkisinden birini yeğleyeceksiniz; “falanca ilkeden yanayız” ya da “…tarafız” diyeceksiniz.

Yine bu kanalda, daha da deneyimli bir haber sunucusu var. O da ötekiler gibi haftanın beş günü ekranda. 28 Ağustos 2020 günü verdiği bir haberde, Akdeniz’de savaş olasılığına karşı Almanya Başbakanı Merkel’in taraflar arasında arabuluculuk etmesinden söz ederken ne dese beğenirsiniz:

“Olası ihtimal…”

Arapçadan gelen “ihtimal”ad olarak ‘bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olasılık’ demek.

Belirteç (zarf) olarak da ‘belki, ola ki’ anlamında.

“Olası ihtimal”i ne görmüş ne de duymuştuk.

Muhtemel ihtimal (!) ya da olası olasılık (!) gibi bir şey.

Zaten yaşayageldiğimiz bunca eğriliğin içinde ‘doğru Türkçe’ aradığımız için bizim saf olduğumuzu düşünenler olabilir.

Ne diyelim, haklılar.

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Yalnızım,

Yalnızsın,

Yalnız…

Aslında biz

Onlardan kalabalığız!