BU BİR DEYİM, BEN SİZE NE DİYEYİM!..

Octavio Paz, “Yalnızlık Dolambacı”nı (Cem Yayınevi), yurttaşı Meksikalıların deyim yerindeyse ‘ciğerini okuyarak’ yazmış.

O kitabı -yıllarca gecikmeyle de olsa- hatmettiğimizden (ve CETVEL’de sizlerle paylaştığımızdan) beri, ‘biz Türkler kimiz, nereden gelip nereye gidiyoruz’u anlayabilme dürtüsüyle tarihimize daha bir merak sardık.

[Bu arada, her alanda karşımıza çıkan dil yanlışlarına duyarlılığımızın, -iyi mi kötü mü olduğuna karar veremediğimiz- bir tepkeye (refleks) dönüştüğünün ayırdına vardık.]

Bir Türk tarih profesörüatalarımızın Orta Asya geçmişini, serüvenini yerinde incelemiş. Bu amaçla ‘eski komşumuz’ Çin’e de gitmiş. Çince öğrenmiş. Çin kaynaklarını taramış. Edindiği değerli bilgileri, yazılı söylencelere göre ‘beş bin yıldır tarih sahnesinde olan atalarımız Hunlar’dan başlayarak onlarca kitapta toplamış.

Şimdilik dördünü edindiğimiz kitaplardan henüz okuyabildiğimiz ikisindeki dil yanlışları, kitapların içerdiği onca emeğe, değerli bilgiye yazık ki gölge düşürüyor.

KİM HISIM, KİM AKRABA?

Bu iki ‘yapıt’tan, künyesinde özellikle sayın profesörün yanı sıra, bir editör, bir de genel yayın yönetmeninin adları yer alan Hunlarla ilgili olanında; “de”nin nerede ek, ne zaman bağlaç ya da ilgeç (edat) olduğu sık sık karıştırılıyor.

Her iki kitapta da Çince adlar, (özgün yazımı Latin Abecesi dışında olduğu için) ‘Türkçe okunduğu gibi’ yazılması gerekirken Batı dillerindeki yazımla (imla) kaleme alınmış.

“Hunların Silahları” bölüm başlığında, Arapça kökenli “silah” sözcüğünün “a”sının üzerine düzeltme imi (şapka) konulmuş: “silâh”. (Şapka, Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerde ‘k’ ve ‘g’den sonra gelip ince okunması gereken ‘a’ ile ‘u’ harflerinin üzerine konulur; kâğıt, mahkûm, rengârenk Ayrıca, birbiriyle karıştırılması olası “hala” ve “hâlâ” benzeri eş sesli sözcüklerde…)

Aynı bölümde, Hun mezarlarına değinilirken şöyle deniliyor:

“Ölen kişinin bedeninin altına okluk ve yay için huş ağacından yapılmış (kalıntı ve izlere göre) büyük kutu yerleştirilmiştir. Uzunluğu yaklaşık 1 m.’dir…”

Sayın profesör, editör ve genel yayın yönetmeni, o bir metrelik kutulara biz “sandık” diyoruz!

Bu arada Çinlilerin, Türk akınlarından kurtulabilmek için barış amacıyla Hun hükümdarlarına prenseslerini gönderip “evlilik yoluyla akrabalık” kurdukları, her iki kitapta belki elli kez belirtiliyor.

Oysa, evlilik yoluyla “akraba” olunmaz, birbirine ancak kan bağıyla bağlı kişiler akrabadır.

Evlilik yoluyla bağlı olduğumuz kimseler bizim “hısım”ımızdır.

‘AKRABA’ ÇOĞUL

Yeri gelmişken her ikisi de Arapça kökenli bu sözcüklerden “akraba”nın aslında çoğul olduğunu anımsatalım. Zaten çoğul olan bir sözcüğe ayrıca Türkçe çoğul “-lar” takısı ekleyerek “akrabalar” dememiz doğru değil. Ama diyoruz.

Peki ya kan bağıyla bağlı olduğumuz bir tek kişiden söz edeceksek?

Eski İstanbullular, örneğin kuzenlerini birine şöyle tanıtırlarmış:

– Akrabadan Ahmet Bey.

Şimdi burun kıvırdığımız Yeşilçam filmlerindeki en sıradan karakterleri bile, dilimizin inceliklerini bilen değerli tiyatro sanatçıları seslendirirlerdi. Örneğin, “esnaf” da “akraba” gibi çoğuldur; “sınıf”ın çoğulu. Yine Yeşilçam filminde, söz gelimi ‘esas kız’la evlenmek isteyen genç, şöyle tanıtılırdı:

– Mahallemiz esnafından Ali.

Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı, demeyin.

YÖNETMELİK / YÖNETMENLİK

Dil yanlışlarımız, yabancı kökenli sözcüklerle sınırlı değil elbet.

İnanılması güç ama gerçek; öz Türkçe “yönetmelik” ve “yönetmenlik” sözcükleri bile birbirine karıştırılıyor.

Bir tv kanalında, “Sosyal Ekran” adlı bir izlence yayımlanıyor. 18 Ağustos 2020 günkü bölümde, Japonya’nın Yamato kentinde sokakta yürürken cep telefonuyla konuşmanın ya da ileti yazmanın yasaklanmasına ilişkin haber veriliyordu. Şöyle bir tümce kuruldu:

— Taslak ‘yönetmenlik’ şehir meclisine sunuldu.

Bu Türkçe yanlışının, bir dil sürçmesiyle yapıldığını düşünüp önce üzerinde durmadık.

Ama, kısa süre içinde bir başka kanalda yinelenince dil yanlışlarımızın bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmakta olduğu yeniden kafamıza dank etti.

O haberde de üstelik tv kanalının koskoca ekonomi yöneticisi, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) tahıl dışalımına başlamasını haklı olarak eleştirirken şöyle dedi:

–1932’de, üreticiyi korumak üzere kurulan TMO için (günümüzde) kapsamlı bir ithalat ‘yönetmenliği’ hazırlandı.

Oysa “yönetmenlik” bilindiği gibi, bir kurum ya da kuruluşu, sinema filminin çekimlerini / tiyatro oyununu / tv izlencesini yönetme işi, demek.

Bir ‘n’ harf i eksiğiyle “yönetmelik’ ise bir kuruluşun çalışma yöntemini belirleyen kurallar ya da yasa ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla hazırlanan, düzenleyici kuralların yazılı olduğu resmî belge.

Eski cumhurbaşkanlarımızdan biri de bu yanlışa düşüyordu. Nereden nereye geldik!

KORKUDAN, DEYİM DEĞİŞTİRMEK

Bizde, Meksikalıların ‘ciğerini okuyarak’ yazan Octavio Paz’ın Türk sürümü (versiyon) yurtsever bir aydın yazar ortaya çıkar mı, bilinmez.

Eğer çıkar da Türk basın – yayınının son yıllarda içinde bulunduğu acıklı durumu kaleme alırsa gelecek kuşaklar için ibret (*) verici olabilir.

Örneğin, basın – yayın çalışanları olarak her birimizin beynindeki seksen milyar hücre arasında iletişimin, ‘kendi kendimize sansür’ uygulamakta hangi boyuta tırmandığımı gösterebilir.

Türkçedeki atasözleri ve deyimlerin, binlerce yıllık toplumsal yaşam deneyimlerimizi, birikimlerimizi, kısaca ekinimizi (kültür) yansıttığı için bir tek sözcüğünün bile değiştirilemeyeceğini defalarca yazdık.

Bir tv kanalının 30 Eylül 2020 günkü ana haber bültenini izlerken bu konuda karşımıza çıkan örneğe gülelim mi ağlayalım mı şaşırdık.

Haber şuydu:

“Uzaktan eğitimde, canlı yayımlanan ders saatlerinde sınırlama kalktı. Millî Eğitim Bakanı Selçuk, ‘Yedi sekiz saat tablete oturulmaz, yanlış buluyorum.’ deyince canlı yayımlanan dersler ilkokullarda günlük toplam dört saat, ortaokullarda ise günlük altı ders saati aşmayacak biçimde düzenlenmişti. Ancak bir hafta içinde aynı bakanlığın Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nce uzaktan eğitimdeki ders saatleri kısıtlaması kaldırıldı.”

Söz konusu tv kanalında, bu haber verilirken ekrana şu başlık(KJ) atıldı:

“Bakan ayrı, müdürlük ayrı telden söylüyor.”

Ayrı telden ‘söylemek’ mi?

O da ne?

Deyimin doğrusu, “ayrı telden çalmak” değil mi!

Yukarıda vurguladığımız nedenle bir tek sözcüğünün değiştirilmemesi gereken ‘masumane’ deyimlerimizi bile artık tırpanlayabiliyoruz.

Beynimizin lopları arasına lök gibi oturttuğumuz ‘otosansür’ hazretleri, bu gidişle bakalım bize daha ne cevherler yumurtlatacak!

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Demiştik; güvenme

Sam Amca’na

Gün gelir felek

Kor ona!

 (*) “İbret”, kötü olay ya da gelişmelerden alınan derstir. Olup biten iyi şeylerden ibret alınmaz. Ayrıca “ibret dersi” denilmez; çünkü, “ibret” kavramı “ders”i de içerir.