BAŞKA ZİHİNLERİ ANLAMAK

İsmet İnönü, CHP Genel Başkanlığı görevini, yapılan özgür seçimle Bülent Ecevit’e bıraktığı 1972 yılındaki Kurultay sonrası Bursa Lisesini ziyaret etmişti. Öğrencilere seslenecekti.
Atatürk’ün en yakın silah ve devrim arkadaşından, o gün uzun -belki de biraz sıkıcı- söylev bekleyenler yanıldılar.
İnönü, gençlere sadece şunu söyledi:
— Okuyun, okuyun!
Bizim ve bizden önceki Cumhuriyet kuşaklarının en değerli ‘rol model’lerinden İsmet Paşa, bu öğüdüyle gençlerin yalnızca okul eğitim / öğrenimini canla başla sürdürmelerini kastetmemişti sanırız. Kendisinin ‘her gün en az kırk dakika okuma’ alışkanlığını ömür boyu sürdürdüğü, bu arada kırk yaşından sonra İngilizce öğrendiği belirtiliyor. Atatürk’ün ise okuyup pek çoğunun sayfalarına not düştüğü kitap sayısının dört bini aştığı biliniyor.
Her iki örnek devlet insanımızın, okuyarak elde ettikleri en önemli kazanımlardan birinin, şu olduğuna inananlardanız:
“Başka zihinleri anlamak”.
.
DÜŞÜNME ÖZÜRLÜYÜZ!
.
Yukarıdaki kavramın (‘başka zihinleri anlamak’) yaratıcısı biz değiliz, İngiliz yazın (edebiyat) profesörleri; Andrew Bennett ve Nichalos Royle.
İki akademisyenin konuya ilişkin görüşlerine geçmeden önce yinelemekten usanmadığımız şu noktanın altını çizelim:
‘İnsanın sözcüklerle düşündüğü’, bilimsel bir gerçektir.
Dolayısıyla da sözcük dağarcığımızın varsıllığı, düşünme yeteneğimizle doğru orantılıdır.
Sözcük dağarcığı kıt insanların düşünce dünyaları çoraktır.
Çünkü, kitap okumazlar.
Toplumca kendimize boy aynası tuttuğumuz zaman bu konuda iç karartan bir manzara görüyoruz.
Bir Japon yılda ortalama 25, İsviçreli 10, Fransız yedi kitap okurken… ülkemizde bir kişi ortalama 10 yılda bir kitap okuyor.
Bu oran, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Ne yaman çelişki! Durumumuzu sağlıklı değerlendirebilmenin yolu da yine iyi bir okur olmaktan geçiyor.
Tut kelin perçeminden!..
.
SAYFALARIN SIRRI
.
Andrew Bennett ve Nichalos Royle’a dönersek…
Bu iki akademisyen, “Hayatta başarılı olmak, nasıl ölçerseniz ölçün, neredeyse her zaman bir ‘zihin okuma unsuru’ gerektirir.” diyorlar (*). Özellikle de romanın; psikiyatri, psikoloji ve psikanaliz de dâhil öbür söylemlerden daha zengin ve daha ayrıntılı biçimde ‘başka zihinler üzerinde kafa yorduğunu, başka zihinleri anlamamızı sağladığını’ öne sürüyorlar.
Genç okurlardan kimilerinin, “Peki bunun bize somut yararı ne olacak?” dediklerini duyar gibi oluyoruz. Yanıt:
“Sınavı yapan kişinin sizden duymak istediği şeyin ne olduğuna ilişkin bir sezginiz yoksa sınavı geçemezsiniz; patronunuzun sizden istediği şeyi mantıksal ve isabetli biçimde tahmin edemezseniz ilerleyemezsiniz. (…) Zihin okuma, insanlar için hayatta kalma aracıdır.”
Bu yanıtla, “Gerçek kişiliğinizi gizleyin, sahtekârlık yapın!” önerisinde bulunulmuş olmadığını söylemeye gerek var mı!..
.
İNSAN OLMAKLA ÖZDEŞ
.
Bizim ‘kitap kurdu’ Büyük Önderimiz ile İsmet İnönü’yü, ‘başka zihinleri anlama’ özelinde değerlendirmek kuşkusuz çok iddialı, uzun bilimsel çalışma gerektiren bir iştir.
Ama, her ikisinin de bir yüzüyle emperyalist, öteki yüzüyle uygar Batı’nın ‘zihnini okuduklarını’ söyleyebiliriz. Elbette “dâhili bedhahların” (iç düşmanların) da…
‘Tek dişi kalmış canavar’ tarafından yutulup sindirilmeye çeyrek kala başarılan mucizevi “Kurtuluş” ve sonrasında Latin Abecesi’nin yeğlenmesiyle sağlanan kültür devrimi, toplumun temel taşı kadının erkekle eşit kılınması Atatürk’ün; tek partiden çok partili düzene, dolayısıyla çoğulcu demokrasiye geçilmesi ise İsmet İnönü’nün Batıcıl tarihsel mimarlığıdır.
Bu arada İnönü, istese CHP Genel Başkanlığı görevini Bülent Ecevit’e bırakmayabilir, olgunlukla karşıladığı söz konusu siyasal yenilgi sonrası gittiği Bursa Lisesinde öğrencilere “Okuyun, okuyun!” demek yerine çok farklı, örneğin hamasi şeyler söyleyebilirdi.
Kimsenin kimseyi dinlemediği, belki anlamak istemediği, önemsemediği günümüz kaos ortamlarında; özellikle kendisine karşıt olan ‘başka zihinleri anlama’ yetisi kazanmak üzere ‘kitap okumak’; bizce artık eski anlamını da aşıp ‘insan olmak’la özdeş duruma gelmiştir.
.
DİL YANLIŞLARIMIZ
.
Kimi politikacılar, konuşma sanatı uzmanlarının “deklamasyon” dedikleri, dinleyeni çok rahatsız eden bir hitabet yanlışını neredeyse her gün yineliyorlar.
Deklamasyon (Fr. déclamation); konuşmanın kof, tumturaklı biçimi demek. Duyguyla ilgisi olmayan, bağıra çağıra söz söyleme, anlamında.
Pek çoğu saçma sözlerini kitlelere, bu şekilde konuşarak (deklamasyon yaparak) aktarınca haklı görüleceklerine inanıyor olmalılar.
Öte yandan bir belediye başkanı, konuk edildiği tv kanalında, yerel yönetimlerin özgürce çalıştırılmadıklarından yakınırken şöyle diyor:
— Türkiye, âdem-i merkeziyetçi bir sistemle yönetilmiyor.
Düzeltme imi (şapka) ile yazılıp ilk hecesi uzun okunan “âdem”; adam, insan demek.
Sayın başkanın söylemeye çalıştığı ise ‘yokluk’ anlamında olup tüm heceleri düz okunan “adem”. “Adem-i merkeziyet”; merkezin yokluğu, anlamına geliyor. “Adem-i merkeziyetçilik” de devlet merkezinin gücünü azaltarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasını savunan siyasal görüş.
Bu arada bir “adem-i lisan”ın ortaya çıktığı görülüyor ki evlere şenlik!
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
.
Savunman:
“Hukuka kalkan
Elleri…
Savunmam.”
(*) Andrew Bennett – Nichalos Royle; “Şu Edebiyat Denen Şey”, Notos Kitap, 2016, sayfa 60