Büyük Önder Atatürk‘ü, sonsuzluğa uğurlayışımızın 81’inci yılında özlemle anıyor ve arıyoruz.
Geçen pazar günü (10 Kasım) saat dokuzu beş geçe, siren sesleriyle ulaştığımız duygusal / düşünsel yoğunluk bize, aşağıdaki alçakgönüllü dizeleri kaleme aldırdı:
Rakı da içtin / Sigara da içtin / Bilim sanat ektin / Uygarlık biçtin.
Kin içmedin / Kan içmedin / Barışı sevdin / Yağıdan (1) kaçmadın.
Şişirmedin avurdun / Bütün yurdu doyurdun / Yakıp yıkan cahilliğin / Dumanını savurdun.
Çocuğu rahleden aldın / Devriminle kutsandı kadın / İlkelerin ulus miladım / İnsanlık onuru, ATATÜRK adın.
ÇADIRI KORUYAMAMAK!
Atatürkçülükten uzaklaştıkça yaşamsal damarlarımız bir bir kopuyor.
Katılaşan yüreğimiz artık beynimize kan pompalamamaya başladı.
Belgesel filmlerdeki, yabanıl hayvanın dişlerini geçirdiği ceylan örneği paralize olmuşuz, bir tür felç geçiriyoruz.
“Acından kimse ölmemiş.” diye bir atasözümüz var, Türkçe sözlüklerde duruyor; “insan yoksul olabilir, işsiz ve parasız kalabilir ama karnını doyurmanın mutlaka bir yolunu bulur.” anlamında.
Ama, geçen hafta İstanbul ve Antalya’da, dörder kişilik iki aile açlıktan, yoksulluktan canına kıydı; ölenlerden biri iki, diğer yedi yaşındaki çocuklar.
Türkiye ekonomisinin durumu kötü, demek suç sayılacakmış. Bir ‘mazeteci’ (!), sanırız ellerini ovuşturarak bunu yazıyor. Tv’lerdeki sözüm ona tartışma izlencelerine bakıyoruz; her Allah’ın gecesi ekrana çıkarılan kimileri, bu kadın ‘mazeteci’ ile aynı Tanrı’nın çocukları! Kimi iyi niyetliler de tartışma uzadıkça onların dümen suyuna girmiyorlar mı, kahroluyoruz.
Durum, aşağıdaki kara mizah öyküsüne benziyor:
İngiliz yazar Sir Canon Doyle’un kahramanı Sherlock Holmes ile yardımcısı Dr. Watson, yıldızlı bir gecede, açık arazide sırtüstü uzanmış gökyüzüne bakıyorlarmış. Holmes:
— Söyle bakalım Watson, demiş; bu yıldızlı gökyüzü sana ne ifade ediyor?
Watson:
— Fizik bilimi açısından, dünyamızın uzayda bir nokta kadar yer kapladığını… Teolojik bakımdan, Tanrı’nın karşısında ne denli aciz yaratıklar olduğumuzu… Meteorolojik açıdan da yarın havanın güzel olacağını anlatıyor. Bilmem, göremediğim bir yönü var mı?
— Var ya, demiş Holmes; biz uyurken üstümüzden çadırı çalmışlar.
BİR SECCADELİK ‘VATAN’!
Yazının girişindeki şiirimizde “yurt”; Sherlock Holmes öyküsünde de “çadır” sözcüklerini rastgele kullanmadık.
“Çadır”, biz Türkler için yalnızca çadır demek değil.
Farsça “çader”in öz Türkçesi “yurt”; Arapça kökenli olanı da “vatan”.
Göçer, çadırını söküp her nereye taşıyorsa orası onun yeni vatanıdır.
Kaşgarlı Mahmut (1008 – 1105), “Divan-ı Lügat-it Türk”te şöyle diyor:
“İl kalır, törü kalmas.”
Yani, “vatanını terk edebilirsin; yeter ki töre’ni, gelenek ve göreneklerini terk etme”.
Aynı koşutlukta, Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden sonra egemen olan -kimilerimizce tekrar canlandırılmaya çalışılan- “ümmet” anlayışı:
“Seccadeni serdiğin yer, vatanındır.”
Bu durumda, rahmetlik şair Refik Durbaş‘tan esinle şunu söyleme hakkımız doğar:
“Misak-ı millî ne yana düşer usta?”
Nitekim, Mustafa Kemal Atatürk olmasa Türk ulus – devleti tarih sahnesine çıkamayacak; keza, yukarıdaki anlayış gereği Sevr Antlaşması‘nı seve seve kabullenecek ve yayılmacı Batı’nın seccademizi (!) sermemize izin verdiği avuç içi kadar bozkır parçasına “yurt” demeye razı olacaktık.
İyi mi!..
DİKTATÖR MÜYDÜ?
Kimilerine göre “bindirilmiş kıta” olan bir öbek iktidar partisi fanatiği, Anıtkabir‘de üç gün önceki 10 Kasım töreninde, partili cumhurbaşkanı sanki “Atatürk’ün alternatifi” imişçesine slogan atabildiler. Ve her zaman olduğu gibi yine resmî bir tepki görmediler.
Dahası, toplumumuzda Atatürk duyarlılığının tavan yaptığı 10 Kasım’ın üzerinden çok değil bir hafta geçsin, Büyük Önder‘e salvolarını kaldıkları yerden sürdüreceklerdir. En çok da Atatürk‘ün “diktatörlüğü” (!) üzerinden.
Peki, Büyük Önder sahiden diktatör müydü?
Tarihçi Cemal Kutay (1909 – 2006) “Ardında Kalanlar” adlı kitabında, bu savı çürütmek için çok ilginç bir gerçek öykücük (anekdot) aktarıyor (Cem Ofset yayını, sayfa 100).
Öykücük, özetle şöyle:
Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Bir yurttaşımız hakkında, Atatürk’e hakaretten soruşturma açılmıştı. Hakaret kişiye yönelik olduğundan, Atatürk’ten izin alınması gerekiyordu.
Büyük Önder, yurttaş aleyhine dava açılması için kendisinden izin isteyen bakana sordu:
— Ben ne yapmışım ona?
Adamın, sigara kâğıdı yokluğunda tütünü gazete kâğıdına sarıp içmek zorunda kalınca dudakları yanmıştı.
Atatürk, bakana:
— Siz hiç gazete kâğıdına tütün sarıp içtiniz mi?
Bakan hayır deyince Atatürk’ün yanıtı:
— Ben Trablusgarp (2) Harbi’nde içmiştim, bilirim. Pek berbat bir şeydir. Köylü bana az küfretmiş.
Ata, ardından da günümüz siyasîlerinin ders almaları gereken ‘tokat gibi’ şu sözleri söyledi:
— Siz bu yüzden vatandaşa dava açacağınıza onun insan gibi sigara içmesini sağlayın.
Kendisi hakkında, gözünün üstünde kaşı var, diyenler aleyhine bile dava açanlar, bu öykücükten etkilenirler mi?
Umarız.
DİL YANLIŞLARIMIZ
IŞİD terör örgütü lideri Ebubekir El Bağdadî’ nin, ABD güvenlik güçlerince Suriye’de öldürüldüğü bir süredir öne sürülüyor. Bizim yetkililerimiz de Bağdadî’nin aile bireylerini ele geçirdiklerini övünçle açıkladılar. “Suçun şahsîliği” ilkesi, uluslar arası hukukta da geçerli değil midir? Neyse…
Ünlü fikir gazetemiz, 5 Kasım 2019 Salı günkü sayısında, Bağdadî’nin yakınlarından bir kadının tutuklandığını; ertesi günkü sayısında da aynı teröristin ablasının yakalandığını duyurdu. İki kadının adları, gazetede şu yazımla (imla) yer aldı: Yaqoobmustafa Abdulrazaq ve Rasmiya Awad.
Daha önce de bu köşede yazdık; yineliyoruz:
Latin Abecesi (alfabe) kullanmayan uluslara ilişkin özel adlar, Türkçe okunduğu gibi yazılır. Bu kural gereği, söz konusu iki Arap kadının adlarının doğru yazımı: Yakup Mustafa Abdülrezzak ve Resmiye Avat.
Öte yandan, bir tv kanalımızın kültür izlencesinde bir kitabın tanıtımı yapılırken ekrandaki şu başlık dikkatimizi çekti:
“Francocu İspanya”
Söz konusu olan, A. Raşit Kaya’nın yazdığı “İspanya – Faşizmden Demokrasiye” adlı eser. Kanal, “kültür hizmeti” sunarken yayınevinin internette yaptığı tanıtımdan yararlanmış. Oradaki yazım yanlışını da aynen ekrana aktarmış:
“Francocu İspanya”
Oysa,yabancı bir özel ada Türkçe ek (burada “-ci“) koyarken adla eki birbirinden kesme imiyle (‘) ayırmalıyız:
“Franco’cu…”(Okunuşu: Frankocu.)
Yoksa yazıldığı gibi okunan bir ‘öcü- sözcük’ (!) ortaya çıkar: “Francocu”!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Asgari ücretliye
“Yumurta ile beslen
Eflasyonu yen.”
Çözümünü öneren
Aklıevvele soru:
Hangi kümesin
Komedyen horozusun sen?
(*) Ekin: Kültür
(1) Yağı: Düşman
(2) Trablugarp: Libya’yı oluşturan üç bölgeden birine eskiden verilen ad.