ATATÜRK, NÂZIM VE EFTELYA GERÇEĞİ

Geçen hafta, Nâzım Hikmet’in 117’nci doğum gününü kutladık. Sanat / yazın çevrelerince büyük ustanın şiirlerinden oluşan dinletiler başta olmak üzere, türlü etkinlikler düzenlendi. Bu arada epey zamandır dillendirilmeyen bir şehir efsanesinin de yeniden konuşulmaya başladığına tanık olduk.

Efsane şu:

Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda arkadaşlarıyla sofradayken Nâzım Hikmet’ten söz açılmış. Büyük Önder:

– Gidin şu deli oğlanı bulun, sofraya gelsin.

Polisler, gecenin ileri bir saatinde şairi evinde bulup uyandırmışlar.

– Hemen giyin, seni Atatürk istiyor, götüreceğiz.

– Zorla mı?

– Hayır!

– Gönül rızasıyla mı?

– Evet.

– Öyleyse Atatürk’e lütfen söyleyin; ben Deniz Kızı Eftelya değilim. Gecenin bu saatinde gitmek istemiyorum.

HIFZI TOPUZ’UN SÖZLERİ

Yukarıdaki şehir efsanesi, medyamızın aksakalı (duayen) Hıfzı Topuz’un (doğ. 25 Ocak1923), Nâzım Hikmet biyografisi niteliğindeki “Hava Kurşun Gibi Ağır” (Remzi Kitabevi, 2011) romanında da yer alıyor.

Topuz ayrıca Cumhuriyet’in 29 Mayıs 2011 tarihli sayısında yayımlanan Erdem Öztopimzalı söyleşide, bir soru üzerine şunları söylüyordu:

– Bir gün Atatürk, Nâzım’ın methini duyunca emir verip yanına çağırtıyor. Kapıya gelen askerlere Nâzım, “Ben, Denizkızı Eftelya mıyım!” diyerek Atatürk’ün çağrısına olumsuz yanıt veriyor. Atatürk de “Şair dediğin böyle olur.” diyerek keyifleniyor.

MEHMED KEMAL’İN KİTABI

Oysa, bir başka meslek büyüğümüz olan Mehmed Kemal (1921 – 1998); Hıfzı Topuz’un Nâzım kitabından ve yukarıda aktardığımız gazete söyleşisinden 14 yıl önce, bu şehir efsanesiyle ilgili gerçeği yazmıştı. İmzalı olduğu için şahsen gözümüz gibi sakladığımız (“Denemeler Elemeler”, Çağdaş Yayınları, 1997) kitabında…

Mehmed Kemal’in adı geçen eserinde (sayfa 25 – 26 – 27) aktardığına göre, konuya ilişkin gerçek şudur:

Öyküyü işitmiş olan şair – yazar Hasan İzzettin Dinamo (1909 – 1989), Ankara Hapishanesi’nde, Kuledibi’nde bir gün, koğuş arkadaşı Nâzım’a olayı sorar:

– Üstat, şu Deniz Kızı Eftelya hikâyesi ile Atatürk’ün seni çağırtması olayının aslı astarı var mı?

NÂZIM, GERÇEĞİ AÇIKLIYOR

“Nâzım Hikmet gülerek bu soruya şu yanıtı verir:

– Halk her zaman efsaneler yaratmaktan hoşlanır. Gerçi Atatürk’le aramızda benzer bir olay geçti ama denildiği gibi değildir. Bacaklarımda siyatik ağrıları vardı. Onun çok azdığı günlerdeydi. Eş dost, siyatik için Yalova kaplıcalarını salık verdi. Çocukların rızkından keserek kalktım, oraya gittim. Banyolarda oldukça dinlendirici bir güç vardı. Birkaç banyo aldım. Bir gün banyodan çıkmış, dışarıda ağaçların altında dinleniyordum. Baktım, biraz sonra Atatürk çevresiyle birlikte gelerek biraz ötemde bir masaya oturdu. Ben, onları görmezlikten geldim. Ne benim rahatım kaçsın ne de onlarınki diye düşündüm. Bacaklarımı güneye uzattım, dinleniyordum. Bir yandan da kafam onlarla uğraşıyordu. Onların da benimle ilgilendiklerini biraz sonra öğrendim.”

İŞTE, O TARİHÎ GÜN

Derken Atatürk’ün yaverlerinden biri, şairin yanına gelerek:

– Nâzım Hikmet Bey, der; Paşa Hazretleri sizi masasına çağırıyorlar.

Tarihî günün devamını, yine Mehmed Kemal‘in aktarımıyla Nâzım’dan dinleyelim:

“Yerimden kımıldamaksızın adamın yüzüne baktım. Şimşek çakmışçasına şunu düşündüm: Beni Atatürk’ün masasında görenler olursa çevremde uzun yıllar doğan devrimci efsane bir duman gibi dağılacaktı. Nâzım da Atatürk’e teslim oldu, diyeceklerdi. Böyle düşünerek yavere:

– Kardeşim, dedim. Paşa Hazretleri’nin masasına çağrılmak benim için büyük bir onurdur. Ne yazık ki bacaklarımdaki siyatik öyle sıkıştırmaya başladı ki inlemeden şuradan şuraya gidecek hâl kalmadı. Lütfen söyleyin, beni bağışlasınlar.”

NÂZIM: “AKLIMI PEYNİR EKMEKLE YEMEDİM”

Nâzım, “Yaver geri dönüp gitti. Sanırım, söylediklerimi Atatürk’e iletti.” dedikten sonra şu çarpıcı sözleri söyler:

“Atatürk ondan sonra, orada bulunduğu sürece mavi gözleri ile durmaksızın beni süzdü. Olayın aslı budur.

Sonra İstanbul’da ben de duydum. Paşa beni masasına çağırmış, ben de:

– Arkadaş, yanlış kapı çaldınız. Ben, Deniz Kızı Eftelya değilim, siz gidin onu çağırın… demişim.

Ben, aklımı peynir ekmekle mi yedim ki Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en büyük kahramanına böyle kaba bir söz söyleyeyim.

Böylece büyük şair, hakkındaki şehir efsanesine ilişkin doğruları açıklarkenAtatürk‘e dil uzatanlara da bizce tokat gibi bir yanıt vermiş olur. 

M. ALİ BİRAND’A RAHMET

Tanınmış gazeteci Mehmet Ali Birand öleli altı yıl olmuş. Yenigün’de okumakta olduğunuz ‘medya dili’ eleştirilerimizi, 16 yıl boyunca Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin (TGC) Bizim Gazete’sinde sürdürmüştük. Malum nedenlerle yayın yaşamını noktalamak zorunda kalan Bizim Gazete’deki okurlarımızdan biri de Birand’dı. Rahmetlik meslek büyüğümüz, başında bulunduğu Kanal D’nin, aynı zamanda kendisi sunduğu ana haber bültenini eleştirdiğimiz bir yazımız yayımlanınca bize şu e-posta iletisini göndermişti:

“Haber merkezi çalışanlarını toplayıp bugünkü yazını kendilerine okudum. Hâttâ bununla da yetinmeyip gazeteden yazının kupürünü keserek servisteki panoya astım. Yeni eleştirilerini bekliyorum.”

Kıssadan hisse: Mehmet Ali Birand, kolay olunmuyor. 

Kutsal ışıklar içinde yatsın.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Trafikte çok kızıyorum

En çok da kendime kızıyorum

Neden bu kadar çok kızıyorum diye!