Göktürk Devletinin yöneticisi Bilge Kaan; Orhun Yazıtları’nda uyruğuna, “Çinlilere öykünmeyin, yok olursunuz!” öğüdünde bulundu. Göktürkler, daha önce ikiye bölündükleri, elli yıl Çin boyunduruğunda tutsak yaşadıkları hâlde Bilge Kaan’ın öğüdüne uymadılar. Ve o tarihsel günden sadece dokuz yıl sonra, 744’te tarih sahnesinden silindiler.
Ulusların kalıcı olmasında, anadilini koruyup geliştirmesinin önemini çok iyi bilen Başöğretmen Atatürk, birçok çağcıl atılıma koşut olarak başardığı Dil Devrimiyle bizi özümüze döndürdü. Türkiye Cumhuriyeti’nin “ilelebet payidar kalacağını” (sonsuza dek yaşayacağını ) söylerken de yalnızca on beş yıla sığdırdığı devrimlerle kurduğu sağlam altyapıya ve elbette bunları koruyup kollayacak olan Türk aydınlarına ve halkına güveniyordu.
‘BERAT’ MI, ‘BERAAT’ Mİ?
Kalıcılık, ölmezlik, anlamlarındaki Arapça kökenli “beka”; özellikle son aylarda sıklıkla kullanılan bir sözcük.
Önümüzdeki yerel seçimlerde halkımızın tercihlerinin, “devlette beka sorunu”yaratabilecek denli önemli olduğunu söyleyen siyasetçilerimiz var.
[Neyse ki bu arada, yaygın olarak ince ‘k’ ile “bekâ” diye yanlış söylenen “beka”nın (kalın ‘k’ ile) doğru sesletimi öğrenildi; kâr, kârdır!]
Ama, bizce daha da çok önemsememiz gereken “beka” sorunumuz şu:
İnternet aracılığıyla artık basbayağı ’emperyalizmin dünya dili’ olan İngilizceye, öte yandan Arapça – Farsça kırması uydurma Osmanlıcaya karşı anadilimizi geliştirip daha donanımlı kılmaktan vazgeçtik sanki; Türkçenin günümüzdeki söz varlığını karınca kararınca korumak için bile ‘cansiparane’ çaba harcamamız gerekiyor.
Konuya ilişkin dikkat çekici son örnekler, yine medyamızdan:
Eski bakanlardan biri, geçen hafta partisinin adayına oy isterken tartışma yaratan bir söz söyledi. Kimi medya organlarımıza (örneğin, Yeni Çağ’a) göre;
– Falanca adaya vereceğiniz destek, ruz-ı mahşerde ‘berat’ belgelerinizden biri olacak, dedi.
Kimilerine (örneğin, Cumhuriyet’in internet sürümüne) göre ise;
“…ruz-i mahşerde (kıyamet günü) ‘beraat belgesi’ (kurtuluş) olacağını söyledi.”
HANGİSİ DOĞRU
Konuşmanın (seçmeni dinsel yönden etkileme amaçlı) içeriği bir yana, eski bakanın kullandığı sözcük hangisiydi; “berat” mı, “beraat” mi?
Biz, emin olabilmek için konuşmayı,Tv kanallarının yanı sıra internetten de birkaç kez izledik; eski bakan “berat” diyor.
Türk Dil Kurumu’nun (TDK) Büyük Türkçe Sözlük’üne göre, “berat”ın ilk anlamı şu:
“Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent”
İkinci anlamı:
“Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu.”
Her iki anlam da eski bakanın muradından farklı.
Aynı sözlük, “beraat”i de şöyle açıklıyor:
“(Hukukta) Aklanma”
Bu durumda, eski bakanın (ve de Cumhuriyet’in) sözcüğü yanlış kullandığı izlenimi doğuyor.
Ama hayır; gerçek bu da değil.
TDK’NİN TUTARSIZLIĞI
Eski bakanın, dinsel kavramlara egemen olduğu anlaşılıyor. Örneğin, Osmanlıca sözcüklere en ayrıntılı biçimde yer verilen “Misalli Büyük Türkçe Sözlük”te (Kubbealtı Lügâti); kamerî aylardan şabanın 14’ünü 15’ine bağlayan gece, Tanrı katında af ve bağışlanma “berat gecesi” olarak geçiyor. Ve her üçü de Arapça kökenli olan “berat, berâat, berâet”, eş anlamlı sözcükler; “borçtan aklanma belgesi, bir işle ilgisi bulunmama, temiz ve arı olma”.
Peki, TDK nasıl oluyor da sözlüklerinde böylesine geride kalıyor? Özellikle de ayrıntılı olarak ele aldığımız son örnekteki “dinsel kavramlar” hakkında?..
TDK’nin, sözlüklerini ve yazım kılavuzunu belli aralıklarda güncellediğini görüyoruz.
Örneğin, Fransızca kökenli “sübvansiyone etmek” (parasal olarak desteklemek) anlamındaki eylemin yaygın kullanımını esas alarak “sübvanse etmek”diyedeğiştirdiğini yeni fark ettik.
Ama, öte yandan konuşma ve yazı dilimizde uzun yıllardır “aptes” olarak yer eden dinsel terimi, yakın zamanda Farsça aslına çevirip sözlüklerinde “abdest” diye yazdığını biliyoruz. TDK yetkililerine sormak gerekir; madem yaygın kullanımı esas alıyorsunuz, siz halktan birinin hiç “Abdest aldım!” dediğini işittiniz mi?
YAZIM / SESLETİM BİRLİĞİ
Eskiler, “Galat-ı meşhur, fasih-i mehcurdan evladır.” derlerdi. Yaygın yanlış, terk edilmiş doğrudan daha geçerlidir, anlamında.
Laf ola, beri gele.
Yanlışlar doğru sayıla sayıla, dilimizin canına okunuyor.
Üstelik bu konuda öncülük eden de Türkçenin “yazım ve sesletim (telaffuz) birliğini”sağlaması gereken TDK.
Bir örnek de yine “beka” gibi moda olan sözlerden “deja vü”; insanın daha önce yaşadığı izlenimine kapıldığı bir ânı yeniden yaşaması, anlamında. Fransızca olan bu söz, “deja vu” diye yazılır ama son sesi ‘u’ değil, ‘ü’ okunur; yani “deja vü” diye sesletilir.
Gelgelelim, TDK’nin Sesli Türkçe Sözlük’ünde üstüne basa basa “deja vu” deniliyor.
Öte yandan, Türkçede iki ya da daha çok sözcük bir araya gelip ayrı bir anlam oluşturuyorsa bu yenisine “bileşik (ya da birleşik) sözcük” denir.
TDK sözlükleriyle yazım kılavuzunda söz konusu açık yazım (imla) kuralının da çiğnendiğini görüyoruz.
Örneğin, “birtakım” ile “bir takım” iki ayrı sözdür.
“Kimi, bazı” anlamındaki “birtakım” belgisiz sıfatı bitişik yazılır.
(Doğru örnek: Birtakım medya kuruluşları, dile özen gösterdikleri için hâlâ düzeltmen çalıştırıyor.)
‘Birbirini tamamlayan şeylerin bütünü’ demek olan “bir takım” ise ayrı yazılır. (Doğru örnek: Futbolda bir takım, on bir oyuncudan oluşur.)
TDK, her iki anlamdaki sözü de ayrı yazıyor: “bir takım”!
Yine, örneğin “beyaz” ve “perde”nin birleşmesiyle oluşan “beyazperde” bileşik sözcüktür ve “sinema” anlamına gelir. Bu iki sözcüğü ayrı yazarsak beyaz renkli bir perdeden söz etmiş oluruz.
Gelgelelim TDK,sinema anlamında bileşik bir sözcük olan “beyazperde”yi de sözlüklerinde ve yazım kılavuzunda ayrı yazıyor.
Ve bunca sorumsuzluk karşısında insanın en hafif deyimle “ağzı dili tutuluyor”!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Son Sefere Doğru-
Dumanı tütüyor
Tarifeli hüzünlerin
Şiir hatlarında.
Çımacı aşkı bağlasa ya
Gece, ayrılığı demirlemese
Köhnemiş iskeleme.