SANATLA BİLİMİN ATBAŞI YOLCULUĞU

Polonyalı Kieslowski (1941 – 1996), “yedinci sanat”ı onurlandıran sinema yönetmenlerinden. Ayrı bir yazı konusu olacak denli önemli filmler çeken Kieslowski‘nin büyülenerek izlediğimiz yapıtlarından biri: “Veronique’in İkili Yaşamı” (1991). Filmde, Avrupa sinemasının en güzel oyuncularından Irène Jacob’un canlandırdığı baş karakter, ‘çift yaratılmıştır’; Fransa’da Veronique, Polonya’da da Veronika adıyla eş zamanlı olarak ‘ikili yaşam’ sürmektedir. 

Birbirinin varlığını her an duyumsayan iki kadından Veronique,sahnede şarkı söylerken ölür. Birden yalnızlaşan Veronika’nın kuklacı sevgilisi, onun iki kuklasını yapar. Veronika, sevgilisine sorar:

– Neden iki tane?

Kuklacı sevgilinin, ilk anda yönetmen Kieslowski‘nin Tanrı’ya iletisi gibi algılayıp tüylerimizi diken diken eden yanıtı:

– Çünkü çok oynatıyorum, zarar görüyorlar.

DOLLY’DEN ‘SİPARİŞ’ BEBEĞE

Kieslowski‘nin, söz konusu çarpıcı replikte kaderci bir bakış açısıyla “Tanrı bizi hor kullanıyor.” demek istediğini sanmıyoruz. Onunki bir fantezi. Aslında, insanı hor kullanan yine insan. Öte yandan da zarar verdiği kendi türünü ‘onarmak’ için pek çok organının ‘yedeğini’ yapmakla yetinmeyip ‘tamamını yedekleme’ peşinde.

1997 yılında, erişkin bir memeliden klonlanan (genetik olarak kopyalanan) ilk canlıyı, yedi aylık kuzu Dolly’yi anımsayacaksınız.

Aradan geçen 22 yılda, genetik mühendisliği ve nano teknoloji, etik tartışmalarla birlikte ‘sipariş bebek’ üretmeye doğru hızla gidiyor.

Sipariş ikiz kız bebek olunca da Kieslowski fantezisinin ete kemiğe bürünmesi işten değil:

“Veronique’in İkili Yaşamı”

AKTÖRÜN TÜRKÇE GAFI

Teşbihte hata olmaz; bu ‘ikili yaşam’ sözü bize, kültür / sanat gibi çok ciddi uğraşıseçen kimilerinin hâl-i pürmelalini anımsattı; yaptıkları işi hafife almasalar bile o işin gerektirdiği ağır sorumluluğu taşımak, donanıma sahip olmak için yeterli çabayı göstermediklerini… 

Örneğin, tanınmış tiyatro ve sinema sanatçısı Güven Kıraç‘ın değerli bir oyuncu olduğuna hiç kuşku yok. Yaptığı işin eğitimini de almış; MSÜ Konservatuarı mezunu.

Kendisini son olarak 12 Ocak 2019 günü, TRT Haber ekranındaki bir izlence duyurusunda gördük. Bu kanalda, ertesi gün yayımlanacak olan “Vapurda Çay Simit Sohbet” izlencesi duyuruluyordu. Güven Kıraç’ın ekrana yansıyan şu sözüyle irkildik:

– Macar Yahudisi bir karakteri canlandırıyorum.

‘MACAR YAHUDİSİ’ DE KİM?

Kıraç‘ın sözünü ettiği, TRT-1′de yayımlanan “Payitaht – Abdülhamit” dizisiymiş. Değerli oyuncu bu dizide, padişah II. Abdülhamit’in aynı zamanda yakın dostu olan casuslarından Arminius Vambery’yi canlandırıyormuş. 

İyi de bunu anlatırken sayın Kıraç’ın kullandığı “Macar Yahudisi” sözü ne demek?

Macar ve Yahudiiki ayrı ulusal kimliktir.

Budapeşte doğumlu Vambery için:

“Yahudi asıllı Macar”…

Ya da:

“Macaristanlı Yahudi” denilebilir.

APANDİS – APANDİSİT FARKI

Tiyatro sanatçılığından dem vurunca… 

Yabancı filmlerin Türkçe seslendirmelerini, genellikle tiyatro oyuncularımız yapar. Yani ‘doğru Türkçe’ eğitimi almış -olması gereken- kişiler…

11 Ocak 2019 günü, Digiturk kanallarından “Stars”ta, 1958 yapımı bir sinema klasiği oynatıldı. Stanley Donen’in yönettiği, başrollerini Cary Grant ile Ingrid Bergman’ın paylaştıkları “Sonsuz Aşk” (Indiscreet) adlı bu filmin bir sahnesini izlerken hop oturup hop kalktık. Bergman’ın canlandırdığı aktris, telefonla konuştuğu kişiye şunu söylüyordu:

– Tenis kortunda’apandisit’i patlamış.

Vücudumuzdaki kör bağırsağın ince bir parmak gibi olan son bölümüne “apandisit” değil, “apandis” (Fr. appendice) denir.

“Apandisit” (Fr. appendicite) ise bu organın iltihaplanmasıdır.

Dolayısıyla da tıbbî müdahalede gecikilmesi durumunda, hastanın “apandis”i patlar; “apandisit”i değil!

(Ama, “apandis ameliyatı” ya da “apandisit ameliyatı” denilebilir. Çünkü, “ameliyat”sözcüğüyle yapılan tamlamalarda tamlayan, ‘hastalık’ da olabilir, ‘hasta organ’ da.Doğru örnekler: Kanser ameliyatı, kalp ameliyatı vb.)

‘YAN ODADAN’ SAÇMALIK!

Belli aralıklarla Tv kanallarımızda yayımlanan bir başka yabancı film:

“Yan Odadan Melodiler”.

Charlie Peters‘ınyönettiği 1999 yapımı söz konusu filmden çok hoş bir replik; görme engelli kız, ablası Anna’ya (Jennifer Tilly) bir sahnede şöyle diyor:

– Danny’nin sana olan aşkı o kadar büyük ki hepimize bulaştı.

Ama, bu güzel sözün üzerimizde yarattığı olumlu etki, çok geçmeden bir çeviri yanlışıyla gölgeleniyor. Sevgilisi Anna tarafından terk edilen Danny (Jude Law) şöyle yakınıyor:

– Böyle olacağını ummuyordum. 

Ummak; bir şeyin olmasını istemek, beklemek, demek. Yani bir ‘olumlama’. Sanki, âşığın ‘umut ettiği’ şey, terk edilmekmiş gibi! 

Bu ve benzeri saçmalıkları anlatan güzel bir deyimimiz var, ‘zamanın Türkçe ruhu’na (!) cuk oturuyor:

Laf kıtlığında asmalar budamak.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

-Haya(le)t-

Uzatmaları yazıyoruz

Giderayak kaldırmasınlar beni

Şehir hastanesine

Yuvam ŞİİR hastanesi

Yoğun Bakım servisi.