Bugün 27 Ocak 2021. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası 1918’de Fransızların işgal ettiği Hatay’ın, BM kararıyla yeniden ‘Türk toprağı’ olarak kabulünün 84’üncü yıldönümü.
Bu utkuyu da benzersiz bir komutan, dâhi devlet adamı olmasının yanı sıra üstün diplomasi zekâ ve becerisine sahip Atatürk‘e borçluyuz.
Biz Türklerin, göçebe de olsak üzerinde yaşadığımız süre içinde yurt diye benimsediğimiz toprağa bağlılığımızın tarihsel kökenleri var.
METE’DEN BERİ
İÖ üçüncü yüzyılda Hun İmparatoru Bahadır Kağan (öteki adıyla Mete) tahta geçtiğinde komşu Tung – hu’lar güçlü bir devletti. Bahadır’ın genç yaşta tahta çıkmasının verdiği cesaretle Hunlar’dan toprak istediler. Aslında istedikleri, bitki örtüsü bulunmadığı için otlak özelliği taşımayan, kıraç bir toprak parçasıydı. Ama, üzerinde Hunların bir ordu konaklama yeri (1) vardı.
Kağan, devlet ileri gelenlerini toplayıp onların bu istem karşısındaki düşüncelerini sordu. Kimileri, böyle verimsiz bir yerin gözden çıkarılabileceğini, bu uğurda Tung – hu’larla çatışmaya girmeye değmeyeceğini söylediler. Bahadır çok öfkelendi, “Toprak, devletin temelidir.” diye kükredi (2).
Sert bozkır koşullarının sert kağanının, bir karışlık da olsa yurt toprağından vazgeçebilen sözde devlet ileri gelenlerine ne yaptığını kolayca kestirebilirsiniz.
ABDÜLHAMİT BİLE Mİ?
Bahadır Kağan’dan 22 yüzyıl sonra Osmanlı padişahı II. Abdülhamit‘in bile, 33 yıllık saltanatı döneminde Osmanlı topraklarının yarısı yitirilmiş olmasına karşın bir ‘vatan toprağına sahip çıkma’ öyküsü var.
Daha doğrusu, bu konuda iki ayrı sav dile getiriliyor.
Dünyaya yayılmış olan Yahudiler, kutsal kitapları Tevrat’la kendilerine ‘vadedilmiş’ saydıkları Filistin’de bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı; “Tanrı bize, ‘Bu topraklar sizin.’ dedi!..”
Filistin, yüzyıllardır Osmanlı mülküydü ve burada bulunan Kudüs, Müslümanlar için de kutsal bir yerdi.
Yukarıda sözünü ettiğimiz savlardan ilkine göre; padişah II. Abdülhamit, Osmanlı borçlarının neredeyse tamamının karşılığı olan milyonlarca sterlin önerilmesine karşın Filistin’i Yahudilere vermedi.
TARİHSEL GERÇEK
Bizce daha ayakları yere basan ikinci savı ortaya atanlar ise “Rotschild’ler ve Osmanlı İmparatorluğu” (Erguvani Yayınları) adlı kitabın yazarları; Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu ve Doç Dr. Sezai Balcı.
İki akademisyen, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptıkları uzun incelemelerin sonuçlarını, adı geçen kitapta topladı. Onların savına göre de 18 – 19’uncu yüzyıllarda, Frankfurt merkezli bankacı bir aile olan Yahudi Rothschild‘ler, padişah II. Mahmut döneminden başlayarak Osmanlı’ya borç veriyorlardı. Yalnızca II. Abdülhamit döneminde verdikleri 60 yıl gibi akla sığmaz uzun erimli (Türkiye Cumhuriyeti’nin 1955 yılına değin İngiliz Bankası’na taksitlerini ödediği) borcun toplamı, 14, 5 milyon sterlini aşıyordu.
Peki, ne karşılığında?
Sıkı durun:
II. Abdülhamit döneminde Yahudilerin, Rotschild’ler öncülüğüyle Filistin’de toprak satın alıp koloniler kurabilmelerinin sağlanması karşılığında…
Ve bu yolla da 14 Mayıs 1948‘de İsrail devletinin kurulmasına giden süreç başlatılmış oluyordu.
ATATÜRK DUYARLILIĞI
Ulusal duyarlılıkta, Atatürk’le kıyaslanabilecek devlet insanı az bulunur.
Ali Fuat Cebesoy, Ata’nın; doğup büyüdüğü Selanik’in elden çıkma olasılığı ufukta belirince nasıl derin bir üzüntüye kapıldığını anlatır (3).
Hatay’ın; 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’yla Misak-ı Millî (ulusal ant) sınırları dışında kalmasına kahrolduğu gibi…
Nüfusunun çoğunluğu Türk olduğu hâlde Suriye topraklarına katılan Hatay, Fransızların manda (BM adına bir tür vekillik) yönetiminde, özerk bölge yapılmıştı.
Zaman içinde Fransızlar, bölgeyi sömürge anlayışıyla yönetip Hatay kendi topraklarıymış gibi davranmaya başladılar.
Bölgede yakınmalar artınca İsmet İnönü’nün yazdığına göre (4), Atatürk, Fransızlarla savaşı göze aldı:
“(İstanbul’dan) Ankara’ya dönerken yolda kendisiyle Eskişehir’de görüştüm. Bir askerî harekât şıkkına girmenin mahzurlu olacağına onu ikna etmeye çalıştım ve muvaffak oldum. Dinledi uzun boylu. Böyle bir hareket yapmayacağını, yaptırmayacağını söyledi.”
Türkiye, 1936’da Fransa’ya bir nota verip Hatay’ın bağımsızlığını istedi. Aynı yıl konuyu, o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti’ne (BM) taşıdı.
GÜÇ, İSTENÇ, KARARLILIK…
27 Ocak 1937’de Hatay (İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini öngören) BM kararıyla yeniden ‘Türk toprağı’ sayıldı.
Bu arada Türk Dışişleri ile Fransa arasında, Atatürk’ün her ayrıntısıyla günü gününe izlediği uzun, zorlu bir diplomasi trafiği yaşanmıştı.
Ve Büyük Önder, doktorların kesin yasağına karşın, 19 Mayıs 1938’de hasta yatağından kalkmış, Hatay’ın komşu illeri olan Mersin ve Adana’ya gitmişti. O hâliyle askerî birliklerin geçit törenlerini sonuna değin ayakta izlemişti.
Bu karşı konulamaz bir güç, istenç ve kararlılık örneğiydi.
İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verme eğilimi de ortaya çıkınca Fransızlar fazla direnemeyip geri adım atmak zorunda kaldılar.
Büyük Önder sonsuzluğa göçmeden dokuz hafta kadar önce 2 Eylül 1938’de Hatay Cumhuriyeti kuruldu. Cumhurbaşkanı, Tayfur Sökmen oldu. Ata’nın ölümünden sonra 1939’da da Hatay ana vatana katıldı.
Kurtuluş Savaşı’nda, “Vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk yurduna, ulusuna ‘adanmışlık’ örneklerinden yalnızca biri, Hatay’a ‘ölümüne’ sahip çıkmaktır.
Ve diplomasi dâhil, her alanda O’nun ayak izlerinden yürümek, O’na değimli olmaya çalışmak dışında bir umarımız yoktur.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Türkçeye Arapçadan girmiş ‘aşağı görülen, değersiz, hor‘ anlamlarındaki “hakir” sözcüğü, -üstelik yanlış sesletimiyle- moda mı oldu?
6 Ocak 2021 günü, bir partinin grup sözcüsü, rakiplerinden birini ‘siyasî bukalemun’ olmakla suçlarken şöyle dedi:
— Kendisi, herkesi ‘haakir’ görüyor.
Ertesi gün de bir ekonomist, konuk olduğu tv izlencesinde “hakir”i, ilk hecesi uzun sesletmekle kalmadı; işsizlikten söz ederken de şöyle dedi:
— Ne kadar ‘kör gözün parmağına’ iş yapılabilir!
Birincisi; “hakir”in her iki hecesi de düz okunur.
İkincisi; ‘çok belli, göze batacak kadar ortada’ anlamındaki deyimin doğrusu: “Kör kör parmağım gözüne”dir.
Güzelim Türkçemizin başını gözünü yarmakta üstümüze yok.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Adaletin kıssası (*)
Haklının yargı tasası
Medya düşmanlarına
Mafya anayasası!
(*) Kıssa: Ders çıkarılması gereken anlatı, olay.
1) ‘Ordu konaklama yeri’ karşılığı diye türetilmiş Osmanlıca bir sözcük var: “Ordugâh”. Türkçe “ordu”ya Farsça “-gâh” sonekinin eklenmesiyle uydurulmuş kırma (melez) bir sözcük olduğu için kullanmadık.
2) Prof. Dr. Ahmet Taşağıl; “Bozkırların İlk İmparatorluğu Hunlar”, Yeditepe Yayınevi, Ocak 2020, sayfa 44 – 45
3) Ali Fuat Cebesoy; “Sınıf Arkadaşım Atatürk-2”, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, sayfa 208
4) İsmet İnönü; “Cumhuriyetin İlk Yılları”, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, sayfa 59