AYDINLIĞIN KARANLIĞI

— Resim yaparken ışığa dikkat etmelisin. Aydınlığın içinde karanlık vardır.
Fransız yönetmen Jean – Pierre Jeunet’nin “Amélie” (Amelia) filminden bir replik yukarıdaki. 2001 yılı yapımı filmde, Serge Merlin’in canlandırdığı karakter, bir ressam adayına fısıldıyor, söz konusu ‘sırrını’:
‘Aydınlığın içinde karanlığın var olması’, iç içe geçmiş karşıtlığı barındıran oksimoron bir durum. Ne yazık ki örnekleri de çok…
.
AŞK ŞAİRİNİN ŞERRİ
.
Amerikalı şair Edgar Allen Poe’nun (1809 – 1849) kaleme aldığı “Anabelle Lee”yi, bütün zamanların en çok okunan, en dokunaklı aşk şiiri sayanlar çoktur:
“… Ne yedi kat gökteki melekler, / Ne deniz dibi cinleri, / Hiçbiri ayıramaz beni senden…” (Çev. Melih Cevdet Anday)
Ama ayırdı!
Şair ile gerçek adı Virginia Eliza Clemm olan ‘Anabelle’, kardeş çocuklarıydı. Evlendiklerinde Virginia yalnızca 13, Edgar ise 27 yaşındaydı. Şair, karısını o denli kötü koşullarda yaşattı ki zavallıcık 25’inde, ince hastalık veremden öldü. Poe’nun bu genç ölüm üzerine vicdan azabı çekip çekmediğini bilemeyiz ama iki yıl sonra da kendisi yaşama veda etti.
.
NAZİ SEVER HAMSUN
.
Bizde, eskilerin bir sözü vardır; “Tanrı kimseyi açlıkla terbiye etmesin”.
Norveçli romancı Knut Hamsun (1859 – 1952) yoksulluğu, deyiş yerindeyse dibine değin yaşamış bir yazardı. Kılık kıyafetiyle dilenciden farksızdı. İlk ve en ünlü romanı “Açlık”ın bir bölümünün müsveddelerini götürdüğü Norveç Politiken Gazetesi Yazıişleri Müdürü Edvard Brandes sonradan, “Ondan daha düşkün bir başka insan, pek az görmüşümdür.” diyecekti. Müsveddeleri uzun bulup geri çevirmek üzereyken Hamsun’un kelebek gözlüğünün gerisindeki gözlerinin ifadesinden etkilenince kabul etti. Kitap taslağını evine götürüp okumaya başlayınca da elinden bırakamadı. Sonunda, dönemin gözde dergilerinden Ny Jord’da yayımlanmasını sağladı.
“Açlık” ve onu izleyen öteki değerli yapıtlarıyla 1920 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Knut Hamsun 93 yıl yaşadı.
Ve bunca yaşam deneyimiyle ola ola, ülkesi Norveç’i işgal eden faşist Alman yayılmacı Nazilerin destekçisi oldu.
.
KAHREDEN PROTESTO
II. Dünya Savaşı’nda, takvimler 1 Eylül 1939’ü gösterirken Alman orduları, Norveç’e de girdiler. Neredeyse kaşla göz arasında 20 kamyon dolusu Norveç Merkez Bankası altınını Almanya’ya kaçırdılar. Bir süre sonra Müttefiklere yenilerek çekilecekler ama bu arada deniz üsleri kurup Norveç’ten kereste, balık, süt ürünleri ve maden sağlamanın altyapısını oluşturacaklardı.
İşte, ülkesindeki faşist işgalini yazılarıyla destekleyen Knut Hamsun’un evinin önünde bir sabah küçük bir kız belirdi. Elindeki, yazara ait kitabı kapının önüne bıraktı. Kızın bu yaptığını, kısa süre içinde yüzlerce kişi daha yaptı. Olgun, sessiz eylemle kapısının önünde dev bir kitap yığını oluşunca Knut Hamsun neye uğradığı şaşırdı. Yazarın ömrünün bundan sonrası, artık faydasız olan son pişmanlıkla geçecekti.
.
‘EY YETİMİ SAFA!’
.
Yazındaki (edebiyat) başarı ölçütlerinden biri, yazarın yapıtlarında kullandığı sözcük sayısıdır. Bu açıdan bakılınca Peyami Safa (1899 – 1961) için döneminin Shakespeare’i bile denilir. Gerçekten de en çok “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” olmak üzere Safa’nın romanları, sözcük varsıllığıyla öne çıkar.
Mehmet Rauf ile birlikte psikolojik romanın öncülerinden sayılan Peyami Safa (ki adını Tevfik Fikret koymuş) birçok okurunun yadırgadığı bir siyasal görüş çizgisi -ya da sapması- izlemiş. “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nu Nâzım Hikmet’e ithaf etmesine karşın o da Hamsun gibi, II. Dünya Savaşı yıllarındaki gazete ve dergi yazılarında Alman destekçisi olmakla eleştiriliyor.
Nâzım’ın, “Bir Provokatör Üstüne Hiciv Denemeleri” şiirinde, “Ey yetimi Safa!..” diye sesleneceği ölçüde…
.
YASAKLI ‘ZAMBAK’!
.
Eylül” (1901) adlı yapıtı, psikolojik roman türünün ilk örneklerinden sayılan Mehmet Rauf’a (1875 – 1931) gelince… Bu Servet-i Fünun romancısının ‘aydınlığının içindeki karanlık’ ise galiba kendisine değil, bizim sansür hazretlerine ait.
Mehmet Rauf bir deniz subayıydı. 1910’da genç bir yüzbaşıyken II. Meşrutiyet’in görece özgürlük ortamından yararlanarak yazdığı “Bir Zambak’ın Hikâyesi” romanı, Rauf’un yaşamını değiştirdi. Dâhiliye Nezaretince (içişleri bakanlığı) ‘pornografik’ bulunan roman toplatıldı. Askerî mahkeme tarafından altı ay hapisle cezalandırılan yazarın orduyla ilişiği kesildi.
(Sel Yayınları, “Bir Zambak’ın Hikâyesi”ni 1988 yılında hem özgün hem de günümüz Türkçesini içeren baskısıyla yeniden yayımladı.)
.
… VE DİĞERLERİ
.
* Fransız yazar Pierre Loti (1850 – 1923) de Mehmet Rauf gibi bir deniz subayıydı. 19. yüzyıl Selanik’inde görüp âşık olduğu, daha sonra İstanbul’da izini sürdüğü “Hatice” adlı bir Türk kadınının romanını yazdı (“Aziyade” 1879). Ne var ki Saint – Beuve başta olmak üzere kimi Fransız eleştirmenlerin savına göre, kitapta bir Türk tacirin dört karısından biri olarak geçen kadın kahraman (Hatice) aslında bir erkekti. Pierre Loti, eşcinselliğini açığa vurma cesaretini gösterememişti.
* Yukarıda adını andığımız eleştirmen Saint – Beuve, yakışıklı bir erkek sayılmazdı. Ama, yakın arkadaşı olan erkek güzeli Victor Hugo’nun karısı Adèle ile yasak aşk yaşadı. Hem de bu ilişkiyi; 1834 yılında yazdığı kısmen otobiyografik “Volupté” (Fr. cinsel haz, şehvet) adlı kitabında ele vermecesine…
* Voltaire (1694 – 1778), ünlü Bastille Cezaevi’nde on bir ay hapis yattı. Kendisine yüklenen suç, bir başkasının yazdığı şiiri kendine mal etmekti (intihal).
* Bizde daha çok “Tanrı’ya Adanan Toprak” (Öykü Yayıncılık, 1986) romanıyla tanınan Amerikalı yazar Erskin Caldwell (1903 – 1987), bir dönem silah kaçakçılığı yaptı.
* Necip Fazıl Kısakürek (1904 – 1983), bizce Edgar Allan Poe’nun “Anabelle Lee”sinden pek geri kalmayacak bir aşk şiirinin şairidir:
“Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar…”
Ancak, Kısakürek’in en azından gençlik yıllarında yaşamının odak noktası ‘kumar aşkı’ olmuştur.
Şair, 1924 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanıp Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’ne kaydolunur. Ama, yoksul halkın vergilerinden aldığı devlet bursunu, eğitimi için harcamak yerine, Paris kumarhanelerinde savurur. Bu nedenle de aldığı burs kesilince yurda dönmek zorunda kalır.
“Aydınlığın içindeki karanlıkları” sıralamaktan, “Dil Yanlışlarımız”a değinmeye yer kalmadı.
Şimdilik pek umudumuz yok ama bakarsınız gün gelir, “karanlığın içinde aydınlıklar” görür, onları yazarız.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Üç öğün tatlı dil yazmıştım ben sana…
Dedi Tanrı, siyasî pisboğaz insana;
Umut yok yazık, acı söz perhizinden
Artık ne yersen ye, hesabın şeytanla!
.