Ocak ayının ortalarındaki ‘ilkyaz iyiliği’ sona erdi.
‘Limonata’ havalar, soğuyuverdi.
Evimizden sokağa inilen merdivenlerin başında bir “gladicia” ağacı var.
Bu mevsimde ağacın -kimi zamane politikacılarına benzettiğimiz- çirkin, yapış yapış ve yalancı keçiboynuzu tohum keseleri, arsızca dört bir yana dağılıyor.
Dün, onların üzerine basmayalım diye basamaklarda slalom yaparken birden dolu tanecikleriyle karışık Tevfik Fikret dizeleri yağmaya başlamıştı:
“Küçük, tekdüze, ürkek darbeler / Kafeslerde, camlarda titreşerek… / Ara sıra türkü söyler, ağıtlar yakar…”
İSTANBUL’DA BİR ‘DADAŞ’
Derken kentte hava sıcaklığı on dereceden fazla düştü.
Sonrasında, kara iklimleri için olağan karakışı, İstanbul da kendisine çok yakışan beyaz mantosunu omzuna alarak yaşamaya başladı.
“Buraları rüzgâr, buraları yağmur / Son omzuna güneşi asmadan gelme.” (Oktay Rifat)
Çalıştığımız gazetelerden birinin Erzurum muhabiri, soğuk bir ayda İstanbul’a gelmişti. Kış boyunca saçaklarından buz sarkıtı neredeyse eksik olmayan Erzurum’un sakini meslektaşımız, bir yakınmasıyla bizi çok güldürmüştü:
— İstanbul’da dondum ben ağabey! Çok soğuk.
Aslında, haberci dostumuz haklıydı.
Kentte özellikle geceleri, sıcaklığı eksi derecelere düşen hava, sert poyrazın dağıtamadığı nemle birleşince insanın soluğunu kesiyor.
Zamansız ‘ilkyaz iyiliği’ne aldanıp açan Kadıköy çiğdeminden Kilyos peygamberçiçeğine değin 39 türü dünyada sadece Boğaziçi’nde yetişen endemik İstanbul çiçeklerinin birçoğu ve kimi meyve ağaçlarının çiçekleri dondu.
Ama yine de özellikle kentin yükseklerinden düze inen arabaların arka camlarındaki kar tabakasının üzerinde, günün tarihiyle birlikte kalp çizimleri var.
Kar’ı seviyoruz.
İHANETLERİMİZ
Kar’ın bizi sevdiği ise artık pek söylenemez.
Doğa / hava düşmanı betonkentin göğü delen çatılarına değin ulaşabilen nazlı, beyaz taneciklerden çoğu, yağmur damlalarına dönüşerek yere iniyor.
Çölleşme / susuzluk kapıda olduğu için aslında buna da dünden razıyız.
Kim bilir ayazdan, dondan korumak için üstüne beyaz anne örtüsü sereceği; içerdiği potasyum, kalsiyum, demirle besleyip büyüteceği tarımsal üretimimize kendi ellerimizle kıydığımızdan, çiftçimize tarihsel ihanet içinde olduğumuzdan, eskisi gibi coşkuyla yağmıyor, ayak sürüyordur belki de kar.
Hoş, zaten yağmur olarak yeraltı sularına karışabilmesini sağlayacak birkaç karış toprak bulmakta da zorlanıyor ya!
ÇOCUKLARIMIZ
Dev beton yapıların bulunduğu semtlerde, kar’ı yağmura dönüştüren ‘ısı adacıkları’ oluşurken gecekondu semtlerinde yaşayanlarımız buz kesiyor.
Dünyanın her yerinde, kar’ın en çok mutlu ettiği kişiler, kuşkusuz çocuklar. Daha doğrusu, öyle olması gerekiyor.
Ama olamıyor.
Yoksul evlerinin, anne babaları işsiz çocukları, belki yine manav amcalarından aldıkları meyve kasalarını kızak yapıp yokuştan aşağıya kayıyorlar.
Biz pek görmüyoruz ama ortaklaşa kartopu coşkusunu da yaşıyor olabilirler.
Bildiğimiz; eve döndüklerinde onları bekleyen aile bireyleriyle acı ortaklığı; yarı aç, açıkta ve soğukta olmak, küresel pandemi koşulları gereği okula gidememek, bilgisayarları ve internet bağlantıları olmadığı için de “uzaktan eğitim”den yararlanamamak.
Kar beyazı, onların yoksulluğunu, çaresizliğini örtemediği gibi derinleştiriyor.
ZİHİNSEL İKLİM
Bu arada, ilk anda sevindiğimiz gelişme: Korona virüsüne karşı haftalardır hacı yolu bekler gibi beklediğimiz Çin aşısı SinoVac‘ın üç milyon dozluk ilk bölümü ülkemize getirildi ve uygulanmaya başladı. Önce sağlık çalışanlarına ve ileri yaştaki yurttaşlara uygulanmak üzere, aşağı yukarı bir aşı takvimi de belirlendi gibi. Halkın çekincesinin ortadan kaldırılması için sayın Cumhurbaşkanı’nın öncülük ederek ilk kez kendisini aşılatmasını anladık.
Ama ya Cumhurbaşkanı’nın ardından kuyruğa girip aşılanan siyasetçiler?.. Doğrusu, onları yadırgadık.
Türkiye’nin gereksinimi olan, 120 milyon doz aşı. Şimdilik dışalımını yapabildiğimiz ise yalnızca üç milyon doz. İkinci bölümün mart ayında getirilmesi bekleniyor. Peki ya getirilemez ya da getirilebilen miktar, hepimiz için yaşamını ortaya koyan, özveri timsali sağlık çalışanlarına yetmezse bunun sorumlusu, söz konusu kişiler olmayacak mı?..
Öncelikle aşılanacaklar arasına katılması için kendisine yapılan çağrıya uymayıp “Sıramı bekleyeceğim.” diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu kutluyoruz.
Zihinsel iklimden söz açmışken…
Son olarak ikisi medya mensubu, biri siyasetçi üç kişi, kimi politikacılar tarafından kendilerine yöneltilen sert eleştirilerin hemen ardından ağır fiziksel saldırıya uğradı.
Daha önceki kimi kışkırtıcı konuşmalardan sonra olduğu gibi, ‘durumdan vazife çıkaran’ militanlar; Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu, KRT Programcısı Avukat Afşin Hatipoğlu ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a ayrı ayrı pusu kurup bir tür linç girişiminde bulundular.
Şiddetle kınıyor ve gerçekte şu ya da bu kişilere değil, doğrudan özgür düşünceye tahammülsüzlük anlamına gelen demokrasi düşmanı böylesi ilkelliklere hâttâ sözü eğip bükmeden gerçek tanımıyla söyleyecek olursak “terör”ün dik âlâsına, yetkililerimizin topluca karşı çıkmalarını bekliyoruz.
Ve de uyguladığı şiddetin kimsenin yanına kâr kalmaması sağlanarak toplum vicdanının rahatlatılmasını…
DİL YANLIŞLARIMIZ
Almanya’da, kovit 19 aşısını bulan Türk asıllı Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci, bu kez de kas hastalığı SMA için ilaç üretiyorlarmış.
Bir tv kanalının 13 Ocak günkü ana haber bülteninde, bu gelişme şöyle sunuldu:
— Müjdeli haber…
Farsça kökenli “müjde” (T. muştu), zaten ‘sevindirici haber’ anlamına geliyor. Dolayısıyla “müjdeli haber” denmez; “müjde” demek yeterli.
(“Müjde”nin bir anlamı da ‘sevindirici haberi getiren kişiye verilen bahşiş’.)
Yine bu kanalın ertesi günkü ana haber bülteninde, aynı sunucunun düştüğü bir başka dil yanlışı:
— KPSS sonuçları açıklandı; herkes ‘sükûtuhayale’ uğradı.
‘Hayal kırıklığı’ anlamındaki Osmanlıca söz “sükûtuhayal” değil, ilk ünlü harfi ‘ü’ sesi yerine, ‘u’ ile söylenip yazılan “sukutuhayal”dir. Yani ‘sessizlik’ anlamındaki Arapça kökenli “sükût” değil, ‘düşme’ demek olan yine Arapça kökenli “sukut”la yapılan tamlama.
Bir de Osmanlıca “sukutuhayal”e, öz Türkçe karşılık olarak “düş kırıklığı” diyenler var. Bizce doğru değil; çünkü “düş”, Arapça “rüya”nın öz Türkçesi. Yine Arapça kökenli “hayal”e en yakın öz Türkçe sözcük ise “düşlem”. Dolayısıyla da “sukutuhayal”i, “düşlem kırıklığı” diye Türkçeleştirebiliriz.
Bunlar bizi hâlâ tasalandırıyorsa elbet.
EPİGRAM
Yoksulun gıdası:
Halk Ekmek…
Engellemek;
Halt etmek!