YENİ ‘KAVİMLER GÖÇÜ’NE DOĞRU MU? -2

Dünya; en geniş ölçekli kitlesel insan göçünü, 350 – 800 yılları arasında yaşadı.
Kavimler Göçü, halkların; iki ayrı dönemde Asya’dan Ön Asya’ya (Anadolu), Kuzey Afrika’ya ve Avrupa kıtasına yerleşmesiyle meydana geldi.
İlk Hun devleti, İÖ 220’li yıllarda Teoman tarafından kuruldu.
Türk adının geçtiği ilk devlet olan Göktürklerin, Bumın Kağan öncülüğünde tarih sahnesine çıktıkları yıl, 542.
Ardından, Türk tarihi; Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular… diye sürüp gidiyor.
Kısacası, bilinen toplam 16 Türk devleti ve Orta Asya’dan, şimdi yaşadığımız topraklara doğru kitlesel göç…
Peki, atalarımızın ‘büyük göç’ünün altında yatan ‘başat’ nedeni biliyor muyuz?
Kimi tarihçilere göre, kuraklık.
Kimilerine bakılırsa İslamiyeti Anadolu’ya yaymak için.
Tarihi, nesnel araştırmalara dayandıranlara göre ise atalarımız ‘zorla yerinden yurdundan edilmiş’.
Eğer öyleyse yaşanan, göç değil “tehcir”; yani “topluca sürülme”.

TABAN TABANA ZIT BİLGİLER

Orta Asya’daki iç deniz adı verilen büyük gölün kuruduğu doğru. Ancak, o nedenle ortaya çıkan kuraklık; atalarımızın Orta Asya’da yeni ve güçlü bir devlet kurmalarına yol açtı. (1)
“Kuraklık yüzünden hayvanlarına otlak ve su bulabilmek için güneye, Maveraünnehir’e inen Oğuz boyları, Gazneliler ve Karahanlılar’la savaşmak zorunda kalmışlar ve Tuğrul Bey bu savaşı kazanınca da Büyük Selçuklu Devleti kurulmuştur.”
Öte yandan, “İslamiyeti Anadolu’ya yayma amaçlı göç” savı da gerçekte olup bitenlerle taban tabana zıt.
Atalarımız, Müslümanlığı Orta Asya’da yaymak isteyen ‘cihat’ ordularına ‘iki yüz yıl’ karşı koydular. (2)
“Arap orduları, daha Emeviler döneminde, 8’inci yüzyılda, İran topraklarındaki bütün halkları İslamlaştırarak Maveraünnehir’e kadar geldikleri hâlde, Türklerin sert direnmeleri karşısında çekilmek zorunda kalmışlardır. Böylece, kendileri Müslümanlığı kabul etmedikleri gibi, tam iki yüzyıl boyunca Arap ve Acem ordularına karşı durarak da İslamiyetin Orta Asya içlerine doğru yayılmasını geciktirmişlerdir.”

ÖNCE VARSILLAR BENİMSEDİ

Orta Asya’da Müslümanlığı ilk kabul eden Türkler, ‘tuzukuru’ bir azınlık; “sart” adı verilen kentli tacirler ve Maveraünnehir’in bereket fışkıran topraklarında varsıllaşan çiftçilerdi.
Sonra, 940 yılında Karahanlılardan başlayarak İslamiyet, Türkler arasında yayılmaya başladı. Yayıldıkça da Türk boyları, dinsel inanç farklılığı yüzünden birbirleriyle şiddetli çatışmalara girdiler. (3)
“Kimi tarihçilerin savladığı gibi, 11’inci yüzyılda apar topar Anadolu’ya göçen atalarımız, buralara (…) cihat amacıyla gelmemişlerdir. Tam karşıtı, Müslümanlığı kabul etmedikleri için Müslüman olan Türkler tarafından, bizce, zorla yerlerinden yurtlarından edilip göçürülmüşlerdir.”

‘BU MEMLEKET BİZİM’

Günümüze bakarsak…
Nâzım Hikmet’in “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket, bizim…” diye kıvançla okuduğumuz şiirini bile giderek içselleştiremez duruma düşü(rülü)yoruz sanki.
Özellikle de “bu memleket bizim” dizesini…
Ülkemizin; ‘ümmet’tendir diye ev / arsa karşılığı neredeyse işporta tezgâhında vatandaşlık dağıtılan eğitimsiz Arap, Afgan… ‘kara kalabalıklar’la doldurulmasına, ‘cinnet’ getirircesine devam edildikçe…
Zaten yoksul bıraktırılmış; her gün daha da yoksullaştırılan; yargı kararları yok sayılarak her türlü yaşam kaynağı göz göre göre elinden alınan bu ulusun boğazından kısıp ödediği vergilerle okumuş, yetişmiş genç insan gücü, kitleler hâlinde batıya ‘itilmiş’ oluyor.
Bir başka deyişle; kendilerini ‘en Müslüman’ olarak görenler, ‘az Müslüman’ ya da basbayağı ‘kâfir’ saydıkları Atatürkçü, laik Türkleri, kendi ‘klon’larına dönüştüremedikleri için ‘bu topraklardan atmak’ üzere, yerlerine ‘hazır köktendinci’ ithal ediyorlar.
‘Tekerrür eden tarih’in mi yoksa ‘talih’in garip cilvesi mi?
Benzetmede hata olmaz; Türkiye’nin sosyolojik / demografik durumu, yerbilimci deyişiyle deprem tehdidi altındaki Anadolu’nunki gibi:
“Afrika levhası Arap levhasına çarparak onu Avrasya levhasına doğru itiyor. Bu nedende de Anadolu levhası arada sıkışıp batıya kayıyor.”
Anadolu levhası için nasıl “Kayarsa kaysın!” demeyip karınca kararınca da olsa deprem önlemi almaya çalışıyorsak…
21’inci yüzyılın bu ilk çeyreğinde “tehcir” edilmeye çalışılan biz Anadolu ve Trakya Türkleri için “Giderlerse gitsinler!” denilmesini de sessizce kabullenmemeliyiz.
Çünkü:
“Bu memleket bizim.”

DİL YANLIŞLARIMIZ

‘Muhalefete muhalif’ parti lideri hanımefendi, Büyük Taarruz’un 101’inci yıl dönümü olan 26 Ağustos’ta yaptığı konuşmada, birçok Türkçe çamı devirdi.
Örneğin, dilimizdeki “ünlülerin daralması” kuralı gereği, ‘diyil’ olarak okuması gereken “değil” ilgecini, üstüne basa basa kerelerce, yazıldığı gibi okudu; ‘değil’.
Konuştuğu alandaki partililerinin tezahüratı karşısında duygulanınca da şöyle dedi:
“Ağlatçaanız beni”
Üçüncü hecedeki ‘a’yı daraltıp ‘ı’ya çevirerek şöyle demesi gerekiyordu elbet:
“Ağlatıcaksınız beni”
Hanımefendinin konuşmasından bir başka tümce:
“Ne bizim ne de aziz milletimizin heba edilecek oyları yok.”
Türkçede, “ne”, “ne de” diye yinelenen bağlaçlardan sonra yüklem olumluya döner. Yukarıdaki tümce, “yok” yerine, “var” sözcüğüyle bitmeli.
Ayrıca, eş anlamlı olan “kontrol” (Fr. contrôle) ve “denetim” sözcüklerini bağlaçlı olarak birlikte kullandı; “kontrol ve denetim”!
Ve bir ‘inci’ daha:
“Elbette dışarıdan para bulunabilinir.”
“Bulunabilmek” bir ‘yeterlilik bileşik eylemi’dir. Eylemin çekiminde çatı eki “bul-” köküne; kişi ve zaman eki de “bil-” köküne getirilir.
Bu eylemin, ‘edilgen çatılı, geniş zaman, üçüncü tekil kişi çekimi’ şöyledir:
“Bulunabilir”
Çekimin son hecesine bir “-ni-” eklemek, Türkçe duyarlıları için ‘çekilir gibi değil’!..

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

‘File Sultanı’ Ebrar’la kafayı bozan
Sen ey çatlak sesli köktendinci borazan;
Ata’mın kızları Avrupa şampiyonu,
Seni ‘öttüren’le otur da derdine yan!

1) Demirtaş Ceyhun; “Ah Şu Biz ‘Karabıyıklı’ Türkler”, Sis Çanı Yayınları, 15. basım, Nisan 2000, sayfa 33
2) Agy. sayfa 34
3) Agy. sayfa 35