KİRLİ RUHLAR

Bir haftadır yağmur yağıyor.

Gökyüzü, okul müdürü gibi asık yüzlü görünse de aslında baba yürekli; çocuklara karne armağanı olarak ‘yağmur çeşitliliği’ sunuyor:

— Sınıfınızda dört mevsim tablosu var ama siz yağmurları çok iyi tanımazsınız.

Örneğin, şu anda penceremizi sis gibi incecik damlalarla yıkayan yağmur türüne ‘ahmak ıslatan’ derler. Ahmet, gülünecek bir şey varsa bize de söyle, birlikte gülelim yavrum!

Ahmet, okul bahçesindeki ortanca. Öylesine içten, gözlerinin yanı sıra gözenekleriyle gülüyor. Bir hafta önce uç vermeye başlayan genç irisi tomurcukları, yağmuru yedikçe büyüyüp açık yeşilden asıl renkleri pembeye, turuncuya, mora… neşeyle dönüyor.

Hele, birbirini kesen iki sokağın başındaki iki ‘nöbetçi’ ıhlamur ağacı! Önce yakalarına sarı beyaz çiçekler taktılar. Sonrası bir cümbüş. Artık, duvar üstlerini saran hanımelilerle hangisi birbirine öykünüp açtıysa… Bülbülün Leyla’sı güller de onlara katılınca  -her nasılsa kurtarılabilmiş- doğa parçaları, tüm canlıları yaz esriği yapan birer doğal parfüm laboratuvarı…

ŞİFASIZ ‘PANDEMİ’!

Unvanları kartvizite sığmayan İngiliz matematikçi, uygulayımbilim (teknoloji) araştırmacısı, asker, yazar John Godolphin Bennett, bizde kötü anılır. 8 Haziran 1897 doğumlu Bennett’in (ölümü 1974); İstanbul’un İngilizlerce işgal edilip Osmanlı Meclis-i Mebusan’ındaki İttihatçı milletvekillerin Malta’ya sürülmesinde -ve de yaşanan birçok olumsuzlukta- parmağı olduğu söylenir.

Ama, şu güzel sözü söyleyen de Bennett:

“Doğaya hoyratça davranan toplumlarda, insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça oluyor.”

Benzer özdeyişin daha güzelini, bizim Aziz Nesin (20 Aralık 1915 – 6 Temmuz 1995) dile getirmiş:

“Kirli çevre, insanın ruhunu kirletir; kirli ruhlar da çevreyi kirletir.”

Burada anahtar söz, galiba ‘kirli ruh’.

Keşke yağmur, doğayı kışın kirinden, pasından kurtardığı gibi kirli ruhları da yuyup arındırabilse.

Çünkü, ruhsal kirlilik; yalnız yakın çevredekileri değil ülkeyi, dünyayı, bütün insanlığı kıskacına almış bir tür pandemi.

Ve kimi kirli ruhlar, insanların doğup yetiştikleri, kök saldıkları topraklarda yaşamasına da izin vermiyor.

AFGAN NİŞANLI

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü öncesi İstanbul’da, kovit 19 pandemisi nedeniyle kısıtlama altında çalışan bir aşevindeyiz. Burada, garson arkadaşını ziyarete gelmiş bir Asyalı gençle konuşuyoruz. Kendisi Afgan‘mış. Afganistan’da evlenmek üzere çalışıp para biriktirmek için Türkiye’de bulunuyormuş. Bu arada, nişanlısının ailesine başlık parası vermiş olduğunu öğreniyoruz.

— Peki, diye takılıyoruz ; sen burada yavuklun için ter dökerken o başkasını severse… 

— Bizim orada öyle şey olmaz, ağabey, diyor. Afganistan’da burası gibi serbestlik yok.

— İyi de ya senin gönlün bir Türk kızına kayarsa? Başlık paran yanacak o zaman…

Mahcup, gülümsüyor.

Bulabildiği gündelik işlerde, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan yarı aç, yarı tok çalışıp para biriktirecek de ‘dünyaevi’ne girecek!

Bizim genç işsizliğimizde tarihsel patlama yaşanırken kanayan yürek yaramızı bir de bu el çocukları derinleştiriyor.

KANADA’YA YAKIŞMADI

BM‘nin son Dünya Mülteciler Günü yazanağına (rapor) göre, geçen yıl dünyada 82 milyon 400 bin kişi, yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Kovit 19 yüzünden ulaşımın kısıtlanmış olmasına karşın, bu bir rekor. En yaygın kaçış nedenleri arasında; açlık, şiddet ve insan hakları ihlalleri yer alıyor. 

Ülkesinden kopmak zorunda kalanların  yüzde 42’si 18 yaş altında çocuklar. Başta Suriyeliler, Venezüellalılar, Afganistanlılar, Güney Sudanlılar ve Myanmarlılar 2018 – 2020 yılları arasında sığınmacı olarak dünyaya gözlerini açan bebek sayısı, bir milyonu buluyor.

* Türkiye, resmî rakamlara göre “üç milyon 700 bin sığınmacı” ile ilk sırada (gerçek sayının beş milyona yakın olduğu öne sürülüyor). Özellikle Suriyeli çocukların, genç kızların, kadınların, Türkiye’de mafya eliyle fuhuş batağınatürlü suçlara itildikleri, savlanıyor.

Lübnan’da, “Kafala” adı verilen bir dizgeyle (sistem) varsıl işadamlarının daha çok Etiyopyalı kadınları hizmetçi olarak işe alıp köleleştirdikleri, benzer haberlerden.

* Kimi ileri Batı ülkelerinin sığınmacılara ilişkin karne notları da zayıf.

Örnek: Başbakanı yakışıklı Kanada‘da yaşananlar çok yakışıksız; Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü; bu ülkeye sığınanların, “düzenli olarak kelepçelendiğini, zincire vurulduğunu ve dış dünyayla hemen hiç temas ettirilmediğini” duyurdu.

Yine Kanada’da,  ırk ayrımcılığının hortlatıldığı; “beyaz olmayan tutukluların genellikle eyalet hapishanelerinde daha uzun süre tutuldukları” haber veriliyor.

MEHMETÇİK, NEREYE?..

Bu arada Türk askerinin, Afganistan başkenti Kâbil’e, eski Devlet Başkanı Hamit Karzayi’nin adını taşıyan havalimanını hem işletmek hem de korumak üzere gönderileceği resmen konuşuluyor. 

Brüksel’deki son NATO toplantısında, ABD ile bu konuda ilke anlaşmasına varılmış görünüyordu.

Afganistan, halkının dinci terör örgütü Taliban zulmü altında inim inim inlediği bir gayya kuyusuDevlet Başkanlığı koltuğunda Eşref Gani Ahmedzainin oturduğu ülkenin büyük bölümü, Taliban denetimi altında. Dinci örgüt, hükümet güçleriyle sürekli çatışma hâlinde.

ABD, 2001’den beri işgali altında tuttuğu Afganistan’da, nasıl oluyorsa Taliban’la anlaşıp sözümüz ona ‘çekilme’ kararı aldı. Ancak, Trump’tan sonraki Başkan Joe 

Biden, çekilmeyi 11 Eylül 2021′e (New York’taki İkiz Kuleler saldırısının 20’nci yıldönümü) ertelediğini açıkladı. Taliban ise bu ertelemeyi “savaş nedeni” sayacağını ve 2 Mayıs 2021’den başlayarak kendisine “eylem yolunun açıldığını” duyurdu.

BAHANENİN ARDINDAKİ NEDEN

ABD, 11 Eylül 2021’de de olsa Afganistan’dan gerçekten çekilir mi?

Yoksa daha önce Irak işgali örneğinde görüldüğü üzere, ‘çekiliyormuş gibi yapıp’ ülkede yönetim boşluğu / kargaşa doğduğu bahanesiyle hem de daha egemen olarak Afganistan’a da yerleşir mi?

ABD Savunma Bakanlığı “Pentagon” tarafından; Amerikan halkının “Askerlerimizin Afganistan’da ne işi var?” sorusuna yanıt olarak 2010 yılında hazırladığı yazanak, sanırız konuya ilişkin fikir verebilir:

“Burada 1 trilyon doları aşan maden yatakları var; cep telefonlarıyla dizüstü bilgisayarlarda kullanılan lityum başta olmak üzere altın, kobalt, bakır, demir…”

Üstelik Afgan yetkililer, ülkelerindeki maden rezervlerinin 1 trilyon dolar da değil, 6 trilyon dolar değerinde olduğunu söylüyorlar.

Taliban; yine ABD’nin yorumuyla ’11 Eylül 2001 saldırısını birlikte düzenledikleri’ IŞİD’den farksız bir terör örgütü.

Aynı Taliban, “Afganistan’da hiçbir yabancı güç istemediğini” açıklarken Sam Amca’nın (!) maden ocağı bekçiliğini Mehmetçiğin üstlenmesi; en azından TBMM’de tartışılmalı, değil mi!

Bekliyoruz.

Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın “Yağmur” şiirindeki garip dinginlikle:

“Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parça uzaklaş kederlerinden.

Bir ruh gülümsüyor gibi derinden…”

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Ak olsun ya da kara

Sonuçta hepsi para;

İster çarp ister dağıt

Kösele suratlara !..