“Normal”; dilimize Fransızcadan girmiş bir sözcük. Türk dilbilgisinde ‘ad’ olarak; ‘aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum’ (1) gibi anlamları var.
Cumhurbaşkanlığınca açıklanıp İçişleri Bakanlığınca genelgesi yayımlanan “üçüncü aşama” uygulamalarla yarından (1 Temmuz) başlayarak hepimiz, ‘normalleşme’ye geçilmesini bekliyoruz!
Aynı genelgeye göre, kovit19 önlemleri kapsamında daha önce çalışmaları sınırlanan tüm iş yerleri, ruhsatlarındaki faaliyet konularına göre belirlenmiş saatler arasında hizmet verebilecek.
Turizm mevsimi yaz’ın ortasında olmamıza karşın, canlı müzik dâhil olmak üzere ‘müzik yayımına saat 24.00’e kadar izin verilmesine’ ise tepkiler sürüyor.
Bu arada halk sağlığı uzmanlarımız, kovit19 virüsü sinsice bir değişime uğradığı için “maske – mesafe – temizlik” kuralını gevşetmememiz uyarısında bulunuyorlar.
Haydi hayırlısı, diyelim.
AHMET HAŞİM’İN SİNEMALARI
Bu arada, yarından başlayarak yeniden önünde ‘kurulma’ olanağına kavuşacağımız ‘beyazperde’ için özel bir ayraç açalım…
Ahmet Haşim (1887 – 4 Haziran1933) coşkusuyla…
Ünlü şair / yazar Ahmet Haşim, gazete köşe yazarlığının atası sayılan Fransız yazın ustası Alain’in etkisiyle 1920’li yılların İkdam gazetesi için kaleme aldığı “Bize Göre” başlıklı köşe yazılarından birinde -günümüz Türkçesiyle- şöyle diyor (2):
“Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, cismimin değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini duyumsarım. Karanlık, ölümün küçük bir parçasıdır. Onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?
Sinemanın başka bir olumlu yanı da olgun yaşın, kafatası içinde bir devedikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safgönüllülüğünü ve kolayca aldanış yeteneğini koymasıdır.” (…)
SİZİNKİ HANGİSİ?..
Ahmet Haşim’in deyişiyle ” çocuk safgönüllülüğünü ve kolayca aldanış yeteneğini” sinema salonundaki yumuşak karanlığa bırakıp “kafatası içinde bir devedikeni gibi sert duran acıtıcı mantığa” dönmemizi, yaşam zorunlu kılmasaydı keşke…
Öteden beri ulusça “kaderde, kıvançta ve tasada ortak” olduğumuz söylenegelse de her birimizin ‘normale dönmek’ten anladığı, farklı şeyler.
Örneğin:
Yine yarın (1 Temmuz) İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çıkılmasıyla ‘uluslar arası hukuk desteğinden yoksun’ kalacağını düşünen kadınlarımız, öldürülmemeyi; işsizimiz, iş bulmayı; çalışanımız, iş güvencesini; esnafımız, ağır pandemi koşullarında almak zorunda kaldığı banka kredilerini geri ödeyebilmeyi; çiftçimiz, ‘devletin kendisine borçlu olduğu’ parasal desteğin sağlanmasıyla üretebilmeyi, ürününün değerlenmesini; gazetecimiz, fikir ve anlatım özgürlüğünü, –son olarak Fransız Basın Ajansı AFP’nin foto muhabiri Bülent Kılıç’a beş gün önce İstanbul’da haber peşinde koşarken yapıldığı gibi- polisçe boğazına basılıp soluğunun kesilmemesini, ters kelepçe vurulmamasını, turkuaz (?) basın kartını kendi meslek örgütünün vermesini; Boğaziçili akademisyen ve öğrencimiz, atanmış değimsizin (liyakatsiz) yerine, değimli gördüğü kendi okul yöneticisini seçebilmeyi;Tozkoparan Mahallelimiz, çoluk çocuğunun geçimliğinden (nafaka) kısıp aldığı yasal tapulu konutunda barınabilmeyi; İkizderelimiz, suyunu içtiği derelerini, Validebağlımız soluduğu ormanını kaptırmamayı…
Sıralarken bile bizi hafakanların (3) bastığı örneklerden, örnek beğenin:
… Kara paracı, çirkin politikacıyla al takke ver külah ilişkisini sürdürebilmeyi; politikacı, günü ve kendi ‘netice’sini kurtarabilmeyi; uyuşturucu ‘baron’u, zehir ticareti ayyuka çıktığı hâlde halkı ‘moron’ yerine koyabilmeyi; kimilerinden artık ‘cinsiyet ayrımcısı’ ve ‘aşı karşıtı’ hekim bile yetişen (!) tıp fakültelerine girmeyi hedefleyen öğrencimiz, aslanın midesinden ‘beleş puan’ almış sayılabilmek için Katar uyruğuna geçmek zorunda kalmamayı; LGBT’li de benzer cinsiyet ayrımcılığına uğramamayı…
Yok eğer bunca eğrilik arasında siz gerçek bir bilim insanı, söz gelimi matematikçiyseniz -ve üniversitedeki yerinizi hâlâ bir ‘medrese abaküsçüsü’ne (!) kaptırmadıysanız- “normal”den; ‘bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme’yi anlıyor ve topluma doğru anlatıyor olabilirsiniz.
Evet, dikme…
Her şeyin aşağıya doğru gittiği bir ülkede…
Ve maymunun ‘başını kaldırınca insan olduğu’ bir dünyada, kafanıza bastırıp “Aşağıya bak!” diyen otoriteye boyun eğmeyip hak, hukuk uğruna -mecazî anlamıyla- yasal / anayasal ‘başkaldırı’yı desteklemek anlamında…
Peki ya sizin “normaliniz” hangisi?
DİL YANLIŞLARIMIZ
Bir tv kanalında, değerli bir ekonomi gazetecimizin başarıyla hazırlayıp sunduğu tv izlencesinin adı:
“Dünyanın 1001 Hali”
Bu sabit başlıkta iki önemli dil yanlışı var:
1- Başlıktaki “1001”, mutlaka yazıyla yazılmalı; “Binbir”. Çünkü, başlıkta kastedilen bir sayı değil, ‘pek çok’ anlamında sıfattır. (Ayrıca, çoklu rakamlar yazıyla ifade edildiğinde, birbirinden ayrı yazılır; bin bir, yüz on iki, beş yüz üç…)
2- “Hal” sözcüğü: düzeltme imsiz (şapkasız) yazıldığında, ‘toptan sebze, meyve, bakliyat… satılan yer’ anlamına gelir.
Adı geçen izlence başlığında kastedildiği gibi, ‘durum’ demek olan Arapça kökenli “hâl” ise düzeltme imli (şapkalı) yazılır.
Dolayısıyla söz konusu başlığın doğru yazımı şöyledir:
“Dünyanın Binbir Hâli”
Burada, “dünya” sözcüğünün ‘-nın’ takısından kesme imi (‘) ile ayrılması gerektiğini düşünen okurlarımız olabilir.
“Dünya” ancak bir coğrafya terimi / gezegen anlamıyla kullanıldığında, ‘d’ harfi büyük olarak yazılır ve eklerinden kesme imi ile ayrılır. Doğru örnek: Ay, Dünya’nın uydusudur.
* Aksakal (duayen) diyebileceğimiz çok değerli bir meslek ustamızın 19 Haziran 2021 günkü gazete köşe yazısından:
“… hisse paylarını, … ikilisine satmışlar.”
Dilimize Arapçadan girmiş “ḥiṣṣe” sözcüğünün buradaki anlamıyla karşılığı “pay” olduğu için “hisse payı” tamlaması yanlış.
[“Hisse”nin mecazî anlamı ise ‘bir olaydan çıkarılan ders’. Doğru örnek: Kıssadan (anlatı, olay) hisse.]
Almak isteyene.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Umarımız yok;
her sabah umuda kuracağız
‘memleket ayarlı’
saatlerimizi;
yeni ömürlere bölüp
yüz yıl kılacağız
saliselerimizi.
1) Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlük.
2) Kemal Bek; Ahmet Haşim, Bize Göre, Bordo – Siyah Yayınları, İstanbul 2008, sayfa 83
3) Hafakan: Yürek çarpıntısı.