Kaygıyla izlediğimiz ‘siyaset dili’ne, son olarak ‘ırkçılık’ da eklendi.
23 Haziran’da yinelenecek İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde, kamuoyu yoklamalarına göre önde görünen Millet İttifakı (CHP + İyi Parti) adayı Ekrem İmamoğlu’na çelme takmak için bu ilkel, insanlığın yüz karası ‘kafatasçılık silahı’nı bile kullananlar var ne yazık ki.
Trabzon doğumlu İmamoğlu‘na; aklını peynir ekmekle yemiş kimi politikacılar ve onlara yakın görünme yarışındaki koca koca işadamları tarafından “Yunan / Pontus Rum’u” etnik kimliği yapıştırılmaya çalışıldı / çalışılıyor.
Eskiler, “Zırva tevil kaldırmaz.” derlerdi. Bu saçma, sözüm ona ‘suçlama’yı hangi anlamları yükleyerek yorumlayacaksınız ki!
Ekrem İmamoğlu’nun dedelerinin İstiklal Savaşı şehit ve gazisi olduklarını bir an için unutup (!) varsayalım ki onlar Rum kökenli. Bu bir suç ya da kusur mudur?
Elbette, önce “insan” olabilmek önemli.
Karşımızdaki yeni tablo ise; onlarca yıldır siyaset sahnesinde ilk kez, İmamoğlu’nun kişiliğinde yurtsever, dürüst, akıllı, uygar, kendisine karşıt görüşte olanlara bile sevgi ve saygı dolu, karizmatik bir lider bulmanın heyecanını, coşkusunu yaşayan halkımıza, ne yapsam da yeniden yaranabilsem diye yırtınanların düştükleri son cinnet hâli.
İBRETLİK 6 – 7 EYLÜL
“Selanik’te, Atatürk’ün evi Yunanlılar tarafından bombalandı” yalanı üzerine, 6 Eylül 1955’te İstanbul’da binlerce kişinin ayaklandığını, bu aymazlara anımsatmak gerekiyor. Ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülenler; başta Beyoğlu olmak üzere Rumların yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Fatih, Balat , Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy’deki gayrimüslimlere ait ev ve işyerlerine saldırdılar. Resmî rakamlara göre, en az 11 kişinin öldüğü, binlerce kişinin yaralandığı 6 – 7 Eylül olaylarında; dört bin 214 ev, beş bin 317 işyeri, 26 okul, bir sinagog, iki manastır tahrip edildi, 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi.
LEFTER’E DE SALDIRI
Türk futbolunda bu yıl, bilindiği gibi “2018-2019 Lefter Küçükandonyadis Sezonu”ydu.
Çok gecikilmiş de olsa bir tür ‘günah çıkartmak’ amacıyla belki…
Çünkü, Fenerbahçe’nin ve millî takımın efsane futbolcusu olması, Yunan asıllı Lefter’i, 6 – 7 Eylül 1955 karabasanını yaşamaktan kurtaramadı.
O Rum asıllı Lefter (1925 – 2012) ki Türk A Millî Takımı formasıyla başkent Atina’da, Yunan Millî Takımına da gol atmıştı. Ve ne ilginçtir; Yunanlılar ona, “Turko Turko!” diye lehte tezahürat yapmışlardı.
İşte, o 6 Eylül günü, Lefter’in oturduğu Büyükada Hamam Sokak’a da çöp arabasıyla bir grup saldırgan geldi. Araçtan inip ünlü futbolcunun evini taşlamaya başladılar. Bir yandan da “Vurun şu gâvura!” diye çığlık atıyorlardı.
Sadece bir kışkırtmayla yaşanan dehşet anlarının devamını, Lefter‘in kendisinden dinleyelim:
“On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım. En kötüsü, harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Evde ne pencere ne kapı kalmıştı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar.İstanbul‘dan emniyet müdürü evime geldi, gece gördüğü manzara karşısında ‘Aman Allahım!..’ dedi.”
NUBAR TERZİYAN ÖRNEĞİ
Bir zamanlar futbolumuzda Lefter, Metin Oktay, Can Bartu neyse sinemamızda daAyhan Işık oydu.
5 Mayıs 1929 İzmir doğumlu yıldız aktör Ayhan Işık, 1979 yılında İstanbul’da öldü. 13 Haziran’da beyin kanaması geçirmiş, üç gün sonra da hayata veda etmişti.
Sinemanın Ermeni asıllı karakter oyuncularından Nubar Terziyan, oğlu gibi sevdiği Ayhan Işık’ın ardından, 17 Haziran 1979 tarihli Hürriyet gazetesine bir taziye ilanı verdi. Üzüntüsünü dile getirdiği ilanın altına da imza olarak “Amcan” diye yazdı.
Ayhan Işık’ın ailesi, hemen ertesi gün aynı gazeteye bir ilan vererek “Terziyan ile Işık arasında bir akrabalık bulunmadığını” belirtti.
Terziyan da ilk ilanını, 21 Haziran’da verdiği ikinci bir üzücü ilanla tekzip etmek zorunda kaldı.
Işık’ın ailesinin Terziyan’a tepki gösterme nedeni ilginçti; gerçek soyadı “Işıyan” olan ünlü aktörün hayranları, söz konusu ilana “Amcan” diye imza atan Terziyan gibi Ermeni asıllı sanabilirlerdi.
Maazallah!…
VE SAMİ HAZİNSES
Yine, sinemamızdan bir başka acı örnek:
Tanınmış karakter oyuncusu, aynı zamanda şair / bestekâr Sami Hazinses,
1925 Diyarbakır doğumluydu. İlk gençlik yıllarında Diyarbakır Musiki Cemiyetindemüzik eğitimi almıştı.
Sonra, kimilerine göre sevdiği Gül adlı bir kızı vermedikleri için, kimilerine göreyse kız kardeşinin sevdiği gençle evlenmesine karşı çıkan babasına tepki olarak İstanbul’a göç etmişti.
Fabrika işçiliği, Yeşilçam’da küçük roller derken Zeki Müren’in seslendireceği “Bir Dilbere Müpteladır Gönlüm” şarkısını besteledi. Ardından, dönemin parlak assolistlerinden Sevim Tanürek’in üne kavuşturacağı “Derdimi Kimlere Desem” ile Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses’in de seslendirecekleri “Yeter Ağlatma Beni”besteleri geldi.
Sevilen şarkılarını yeni filmleri izledi ama Sami Hazinses, hak ettiği mutlu, rahat yaşama kavuşamadı. 22 Ağustos 2002’de, kaldığı huzurevinde fenalaştı, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
Ve milyonlarca seveni, Sami Hazinses’in gerçek adını, ölümünden sonra öğrendi:
Samuel Agop Uluçyan.
Evet, o Ermeni asıllıydı ve gerçeği, 77 yıllık ömrü boyunca bizlerden gizlemişti.
Elbette bunun utancının kendisine değil de bize ait olduğunu bilse göğsünü gere gere söylerdi.
Her biri, ışıklar içinde yatsın.
İnsanlık ayıbı kafatasçılığı hortlatmaya çalışıp ateşle oynayanlara da en hafif deyişle yazıklar olsun.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Devlete vatandaşlık
Bağıyla bağlı halka…
Türk milleti, demiş Atamız.
Irkçılık siz soysuzların
Alamet-i farikanız (*)
(*) Marka