Fizik bilimindeki “bileşik kaplar esası”nı hemen hepimiz biliriz:
Biçim ve kalınlıkları farklı, tabanları birleşik kapların içine aynı türden sıvı koyarsanız her kaptaki sıvının yüksekliği aynı olur. Bileşik kapları eğseniz de içlerindeki sıvılar eşit düzeyde kalır.
Ama, kapların içine koyduklarınız birbirine karışmayan türden sıvılarsa her birinin yüksekliği farklı olacaktır.
Dirimbilim (biyoloji) ve toplumbilimde (sosyoloji) ise durum değişiktir:
Türleri aynı ya da ayrı canlılar, aynı koşullar altında biçim ve yapı bakımından zamanla birbirlerine benzer. Yani, daha önceki bir yazımızda konu ettiğimiz bilimsel terimle “yöneşir”. Doğal olarak düzeyleri de eşitlenir.
KÜFÜRLÜ DİYALOG
İstanbul ilçelerinden birinin belediye başkan yardımcısı -partisi, adı lazım değil- ilçede taşınmaz malların satış ve sürüm değerlerinin (rayiç bedel) yükseltilmesini protesto eden halkla tartıştı. Söz konusu politikacının, o sırada bir protestocuya da sövdüğü belirtildi. Elbette, aklı başında hiç kimsenin onaylamayacağı bir davranış.
Bizse bu köşede hep yaptığımız gibi, medyamızın söz konusu olayı halka duyururken kullandığı haber dilini ele alacağız.
Gündelik bir gazetemizin 16 Şubat 2020 tarihli sayısında yer verilen tatsız olaya ilişkin haberde, şu dil yanlışları dikkatimizi çekti:
1- “Küfür etmek.”
Haberin başlığında ve metninde geçen ‘yardımcı eylemli bileşik eylem’ bitişik yazılır: Küfretmek.
(Konuya ilişkin yazım kuralını daha önce bu köşede anımsatmıştık. Meraklıları, YeniGün arşivinden ya da kişisel web sitemizden o bilgilere ulaşabilir.)
2- “Küfüre, küfürü…”
Arapça kökenli “küfür” sözcüğünün, ünlü harfle başlayan ek aldığında ikinci ‘ü’ sesi düşer. Doğrusu: “küfre”, “küfrü”…
3- Haberde; yurttaşa sövdüğü belirtilen kişinin, olaydan sonraki sosyal medya paylaşımı da şöyle aktarılmıştı:
“…Yıllardır birebir görüştüğümüz, ahbabımız … ağabey ile samimiyetimize binaen aramızda geçen diyaloğu farklı yansıtarak…”
‘Yüz yüze, karşılıklı olarak’ anlamlarındaki sıfat ayrı yazılır; “bire bir”. Bitişik yazarsanız ‘etkisi kesin olan’ anlamına gelir; “Bu ilaç falanca hastalığa birebir.”
4- Özel adı bağlı unvanlar, büyük harfle başlar; Hasan Ağabey, Ayşe Abla vb.
Yeri gelmişken “küfür” sözcüğünün dinsel bir anlam içerdiğini de anımsatalım:
“Tanrı’nın varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme.”
Dahası, anlam genişlemesine uğrayarak “siyah” demek olduğunu…
Örnek, Fuzuli‘nin şu dizeleri:
“Küfr-i zülfün salalı rahneler imanımıza / Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza…”
[(Ey sevgili!) Senin saçının siyahlığı imanımızda gedikler açalı, perişan hâlimize düşman (bile) ağlar.]
SÜRDÜRMEYE DEVAM (!)
Geçen haftanın bir tatsız haberi de bir gencimizin, sevgilisi tarafından dövülen bir kadını kurtarmak isterken elinin kana bulanmasıydı.
Özel bir tv kanalımızın 9 Şubat 2020 tarihli ana haber bülteninde şöyle denildi:
— (Kadın örgütleri) Kadına şiddeti önlemek isterken katil olan Kadir için mücadeleyi ‘sürdürmeye devam’ ediyor.
“Sürdürmek” ve “devam etmek”; eş anlamlı eylemler. Dolayısıyla “sürdürmeye devam etmek” yanlış Türkçe.
Bu da yine tv’lerimizde yer alan bir kamu spotu:
“… Hiç ummadığımız anda, cep telefonunuz kullanılmaz hâlde…”
“Ummak” (ümit etmek) bir olumlama. Kim, neden cep telefonunun ‘kullanılmaz hâle geldiğini’ ümit etsin ki! Saçma.
Tıpkı, “düşman kazanmak” eyleminin saçmalığı gibi. İnsanın yeni düşmanlarının olması ‘kazanım’ mıdır!..
İLGİNÇ BİR ÇEVİRİ!
Yazımızın girişinde anımsattığımız “bileşik kaplar esası” gereği sözü, genellikle medyamızdan verdiğimiz “kötü Türkçe” örneklerinin nerelere, nasıl yayıldığına getireceğiz.
ABD’li felsefeci Lee McIntyre‘nin son yapıtlarından biri (Türkçe basımı 2019 Nisan), elimize yeni geçti. Kitabı dilimize ‘kazandıran’ (!) kişinin devirdiği dilbilgisi çamları karşısında hop oturup hop kalktık.
Yapıttaki özgeçmişine bakılırsa çok ünlü bir üniversitemizin felsefe bölümünden mezun olan “çevirmen”in kitapta düştüğü dil yanlışlarını ayrı ayrı irdelemeye, bize ayrılan gazete köşesi yetmez.
Bu kişinin; daha çok “1984” ve “Hayvan Çiftliği” gibi distopik romanlarıyla tanınan ünlü İngiliz yazar Georges Orwell’ın bir savını, söz konusu kitapta nasıl Türkçeleştirdiğine (!) değinmekle yetinelim:
“İnsanlar geleceği, kendi dilekleriyle örtüştüğü takdirde öngörebilirler ancak, en apaçık olgular hoş karşılanmıyorlarsa göz ardı edilebilirler.”
KILÇIKLI FASULYE GİBİ
Yukarıdaki kısa sayılabilecek tümcede yapılan dil yanlışları:
1- Tümcede yer alan “ancak” sözcüğü, bağlaçtır; “lakin, ama, fakat, yalnız” sözleri gibi ‘bir düşünceye karşıt, ikinci bir düşünceyi’ anlatır. Bağlaç, kötü örnekte görülenin aksine, zorunlu olmadıkça (anlam belirsizliğine ya da farklılığına yol açmadıkça) virgülle birlikte kullanılmaz. Çünkü virgül de bir tür bağlaçtır.
2- “En” belirteci (zarf), başına geldiği sıfatlara ‘üstün derecede’ anlamı verir.
Örneğin, “açık” sıfatının başına “en” belirtecini koyarsanız şöyle bir anlam elde edersiniz: “en açık”.
“En açık” yerine, onunla eş anlamlı sayılabilecek “apaçık” sıfatını da kullanabilirsiniz.
Ama sayın çevirmenin kullandığı, belirteç – sıfat karışımı “en apaçık”, bizce sorunlu bir sözdür.
3- Bir tümcenin öznesi insan değilse yüklemi her durumda ‘tekil’ olur.
Örneğin, “Kediler, depremden birkaç dakika önce sağa sola koşuştular.” denmez; “…koşuştu.” demeliyiz.
[Hayvan ve bitki adları ancak teşhis (kişileştirme) sanatı yapılan bir tümcede özne olarak kullanılıyorsa çoğul yüklem alır.]
Ya da özne, söz gelimi soyut bir kavramsa “düşüncelerim giderek berraklaşıyorlardı.” yerine, “… berraklaşıyordu.” tekil yüklemi kullanılır.
Sayın çevirmenin, yukarıdaki tümcede kullandığı “olgu” sözcüğü de ‘kimi olayların dayandığı neden ya da nedenlerin yol açtığı sonuç, vakıa’ anlamında bir addır.
Dolayısıyla “… olgular hoş karşılanmıyorlarsa göz ardı edilebilirler.”yerine şöyle demek gerekir:
“… olgular hoş karşılanmıyorsa göz ardı edilebilir.”
Hoş, bu gibi sevimsiz olguları hoş karşılayıp göz ardı etmeye şahsen pek niyetimiz yok ya!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Karakışta yağlı gövdelerini
Sarıp da süt kuzusundan
Yüzülmüş kanlı gocuklarına
Kıymasın Batılı silah tacirleri
Doğu’nun yalınayak çocuklarına.