Aralık, güzün kışa evrildiği ay.
Artık, canlıların mevsim dönerkenki olağan uyum güçlüğünden mi, “kişisel mevsimimiz”den mi ya da ikisi birden mi bilemeyiz; kimi sabahlar, yatağa çivilenen İsa’yız sanki.
Hasan Hüseyin Korkmazgil‘in dediğince:
“Başım gezer bulutlarda / Ayaklarım kan içinde …”
Aynalar da giderek gençliğimizin karikatürünü göstermeye başlıyor.
Yaşlanmak bize, hiç değilse kendimizi kötü duyumsatmakta ısrarcı kişilerle “aksatayı kesebilme” özgürlüğü sağlayabilseydi…
“AKSATA” NEDİR
Dostluğunu özlediğimiz rahmetlik gazeteci Doğan Katırcıoğlu (1937 – 2011), hasta olduğu hâlde yatmaktan kaçınırdı. Bir gün kendisine sitem etmiştik:
— Doğan Ağabey, eve gidip yatağa girerek dinlenmek yerine, kopuk uçurtma gibi geziyorsun!
Verdiği yanıtı hiç unutmuyoruz:
— Yatınca kalkamam gibi geliyor.
Aynı zamanda üretken bir yazar olan Katırcıoğlu’nun hemen tüm kitaplarının editörlüğünü biz yapmıştık.
Yukarıda kullandığımız “aksatayı kesmek” eylemiyle de ilk kez onun bir kitap taslağında karşılaşmıştık. Mahalle bakkalına kızan bir müşteri şöyle diyordu:
— Bu gidişle seninle aksatayı keseceğim.
Araştırınca, “aksata”nın; Arapça ‘alma’ anlamındaki “ahz” ile ‘verme’ demek olan “i’ta”nın (ahzuita), eski İstanbul ağzında büründüğü biçim (alışveriş) olduğunu öğrenmiştik.
DEVRAN DÖNÜYOR AMA…
Doğan Ağabey bu dünya ile aksatayı keseli sekiz buçuk yıl oldu. Epeydir görmüyoruz ama torunu Batuhan, delikanlılık çağına doğru ilerliyordur.
Bu arada biz, ilk torunumuz Mert’i kucağımıza aldık. Sigortacı gelin kızımız Handan için mutluluk sigortası; iktisatçı / iletişimci oğlumuz Ozan Evren’in de “Nativity’nin İzinde“ romanının ardından yazdığı en iyi eser, Mert. Daha kırkı yeni çıkmasına karşın biz kendisine güzel şeyler fısıldayınca gülümsüyor. Mozart’ın “Bebek Senfonisi”ni de çok seviyor.
En önemlisi; Batuhan‘la Mert‘i nasıl bir Türkiye ve dünya bekliyor?
Çocuklarımız görece şanslı sayılırlar; acaba torunlarımızın yeri, Özdemir Asaf’ın deyişiyle “düşlerimizin içindeki bayram yerleri” olabilecek mi?
YABANIL İLİŞKİLER
Eskiler, gençler ve çocuklar için “Tanrı, iyi insanlarla karşılaştırsın.” dileğinde bulunurlardı.
Bu dileğin gerçekleşme olasılığı, hepimizin gözü önünde yazık ki gittikçe azalıyor.
21’inci yüzyıl, ‘kötülerin altın çağı’.
Hele, yabanıl kapitalizm ve köktendinci soslu faşizmin halvet olmasıyla ortaya çıkan vicdansız yönetimler, ülkeleri ve toplumları varlık / yokluk sorunsalıyla (2) karşı karşıya bıraktıkça…
Eskilerin yukarıda aktardığımız dileğine biz de şunu ekleyelim:
Torunlarımız, kendilerini namert köprüsünden geçmekle yüz yüze bırakabilecek onur kırıcı koşullara boyun eğmesinler.
“Muhibbi” takma adıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman’a, Evliya Çelebi’nin mal ettiği şu öykücükte (anekdot) olduğu gibi:
Kanuni, 1541 Haziran’ında Avusturya Budin Seferi’ne çıkar. Akrabasından birinin, Meriç Nehri’nin üzerine köprü yaptırmış olduğunu görünce kendisinden ricacı olur:
— Lâla, ihsan edersen köpründen geçip gazaya gidelim.
Adam huysuzlanır:
— Hünkârım, Allah gazanı mübarek ede. Dönüşte geçersin.
Bu yanıt üzerine kızan padişah, atını Meriç’in sularına sürerek güçlükle de olsa karşıya geçer. Ardından şu dizeleri söyler:
“Minnet ile kokma gülü, al eline süseni (3)
Geçme namert köprüsünden ko aparsın (4) su seni.”
Aralık, güzün kışa evrildiği ay.
Ama, kışın ardı ilkyazdır.
Karaduygu (melankoli) gizilgücü yüklü aralık rapsodisi (5), bir bakacağız ki mart, en geç nisan ayında yerini Cahit Sıtkı Tarancı’nın “yemyeşil oluvermiş ağaçlar” güzellemesine bırakacak;
“… Biz güzel şeyler düşünelim diye.”
Ve güzel yaşayalım, mutlu olalım, torunlarımız için gelecek kaygısı duymayalım diye.
Yeter ki bütün yüreğimizle isteyelim ve bu uğurda elimizden gelen ne varsa yapalım.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Türkiye’de kadın olmak zor. Son olarak bir torba yasayla 12 yaşından küçük kız çocukları için evlilik yolunun açıldığı öne sürülüyor. Buna karşı çıkan etkinci (aktivist) kadınlarımız, gelinlerin beline taktıkları kuşaktan esinlenerek kırmızı kurdele eylemi yaptılar.
Eyleme öncülük eden çok değerli, deneyimli tv sunucusu, ekrandaki kendi görüntüsüne işaret ederken şu dil yanlışına düştü:
— Gördüğünüz ‘puantiyeli’ kol, benim kolum.
Puantiye (Fr. pointillé); bilindiği gibi zaten ‘noktalı, benekli’ kumaşlar için kullanılan bir sıfattır. Sözcüğün sonuna ayrıca bir sıfat yapım eki “-li” ulanarak “puantiyeli” denmez.
BÜTÜNCÜL / BÜTÜNSEL
Bir siyasetçimiz, konuk edildiği tv’deki tartışma izlencesinde, “Bu sorunu ‘bütüncül’ bir yaklaşımla ele almalıyız.” diyordu.
Siyasetçinin ‘bütün boyutlarıyla’ anlamında kullandığı “bütüncül” sıfatı, aslında bir devlet yönetme biçimi olan “totaliter” (Fr. totalitaire) sözcüğünün öz Türkçe karşılığı; “demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde toplandığı demokratik olmayan (devlet düzeni).“
Bu kişinin konuşmasında kastettiği doğru sözcük ise “bütün niteliğinde olan, bütünle ilgili, total” anlamındaki “bütünsel” sıfatı.
Dil yanlışları her yerde…
Bir hastanenin bekleme salonunda oturuyoruz. Kapalı devre tv yayınında, halk sağlığı için önemli uyarılar yapılıyor. Söyle bir tümceyle karşılaşınca gülümsemekten kendimizi alamıyoruz:
“… için dört temel gereksinime ihtiyaç vardır.”
Öz Türkçe “gereksinim” zaten ‘eksikliği duyulan şey’ demek ve Arapça kökenli “ihtiyaç” ile eş anlamlı.
Bu durumlarda hepimiz için Türkçe Sözlük, olmazsa olmaz ihtiyaç.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Ölen karısıyla nekrofili
On ikilik kızla pedofili
Makamdan dehleyelim artık şu
Aklı hortumunda sapık fili
1) Kubbealtı Lügâti, Kasım 2011, sayfa 32
2) Çözülemeyen sorun, problematik.
3) Süsengillerden, iri ve mor renkli çiçekleriyle güzel görünüşlü, hoş kokulu, uzun yaşayan bir süs bitkisi, (iris germanica).
4) Eski Türkçede “alıp barmak” (varmak), “alıp gitmek, alıp götürmek”ten.
5) Homeros’un şiirlerindeki olaylardan ya da halk türkülerinden, ulusal / yerel ezgilerden oluşturulmuş müzik yapıtı.