Biz Türkler, tarih boyunca hep batıya; Batı Uygarlığı’na doğru ‘yürümüşüz’.
Bizi niteleyen “Yörük” sözcüğü, bilindiği gibi, “yürümek”ten geliyor.
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, Yörük‘tü.
Tarihçi Ahmet Şikârî’; 13’üncü yüzyıl Anadolu beylerinden Germiyan Hükümdarı Ali Şah’ın (Şîr), Osman Bey’i şu sözlerle küçümsediğini öne şürüyor (1):
“Aslı, cinsi yok bir yörük oğlu iken bey oldu.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de anne tarafından Konyalı bir Yörük ailenin torunu. Atatürk’ün büyükbabası Sökeli Kızıl Hafız da Yörük kökenli.
Ata’nın kız kardeşi Makbule Hanım (2):
“Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e ‘Yörük nedir?’ diye sordum. Ağabeyim de bana ‘yürüyen Türkler’ dedi.”
‘YÜREK’ VE ‘YÜRÜMEK’…
“Yörük”ün, “yürümek”ten geldiği bilinir ama “yürek” sözcüğünün serüvenini, kökenbilimle (etimoloji) yakından ilgilenenlerin dışında pek kimse bilmez…
İlginçtir;
“Yürek” sözcüğü de “yürümek” kökenli.
-Tr. “yürümek” (devinmek, yürümek)ten “yür-e-g / yüreg / yürek” … (3)
-Eski Türkçe’den beri kullanılır; yür-mek “hareket etmek”ten yür-ek. (4)
Daha da ilginci, bizim bu öz Türkçe “yürek” sözcüğünün, Güney Amerika ülkesi Uruguay’ın başkenti Montevideo’ya değin ‘yürümüş’ olması!..
İki meslektaşımız sayesinde…
Bakın, nasıl…
‘GÖNLÜN HARİTASINDA
SINIR YOKTUR’
Yıl: 2011. Türk gazeteciler Banu Acun ve Canan Kaya, Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano ile röportaj yapmak üzere Montevideo’ya giderler.
Öykünün devamını, iki meslektaşımızın “Gönlün Haritasında Sınır Yoktur” başlıklı yazısından (5) aktaralım:
“… Montevideo sahilinde yaptığımız yürüyüşte (Galeano), ‘Ben yürürken içimde sözcükler de yürür,” dediğinde biz de Türkçeden bir örnek verdik. ‘Caminar’ın Türkçe karşılığının ‘yürümek’ olduğunu, ‘corazan’a ise ‘yürek’ dediğimizi ve kimi etimologların yürümenin yürekten geldiğini iddia ettiğini söyledik. Hemen küçük defterini çıkardı ve her iki sözcüğü de not aldı. Kimbilir, bu iki sözcük bir gün yürür ve bir Galeano kitabında karşımıza çıkar.”
‘HİKÂYE AVCISI’NIN AVI !
İngiliz yazar John Berger’ın “Dünyanın Vicdanı” diye tanımladığı Eduardo Galeano, söz konusu röportajın yapıldığı tarihten dört yıl sonra 13 Nisan 2015’te akciğer kanserinden öldü (doğ. 1940).
Ama, Banu Acun ile Canan Kaya’nın dilek / öngörüleri gerçekleşti…
Galeano’nun, ömrünün son yıllarında yazdığı -2017’de Türkçeye çevrilen- “Hikâye Avcısı” kitabında (6) şu çarpıcı satırları yer aldı:
“Ben yürürken benliğimin derinliklerindeki sözcükler de yürüyor ve istedikleri hikâyeleri anlatmak için başka sözcükler arıyorlar. Sözcükler, tıpkı dünya üzerinde dolaşan gezgin ruhlar gibi hiç acele etmeden ve güney göklerinde kendilerini arada sırada yavaşça aşağı bırakan kimi uçan yıldızlar gibi yürüyorlar. Sözcükler nabız atışı ritminde yürüyor…”
Ve yazının devamında ‘bingo’:
“… Bugünlerde tamamen bir tesadüf eseri, Türkçede yürümek ve yürek sözcüklerinin aynı kökten geldiğini öğrendim.”
OKTAY AKBAL’IN ÖĞÜDÜ
Galeano’nun çağdaşı Oktay Akbal da Uruguaylı yazardan dört buçuk ay sonra, 28 Ağustos’ta 2015’te aramızdan ayrıldı (doğ. 1923). (Akbal’ın ölüm nedeni, nefes darlığı ve kalp yetmezliğiydi.)
Cumhuriyet’te yaşıt sanatçımız da Galeano gibi, deyiş yerindeyse ‘yürek / yürümek’ sevdalısıydı. Ama, kaderin garip cilvesi; usta gazeteci / yazar, ömrünün son yıllarında yatağa bağımlı kaldı.
Cumhuriyet’teki 23 Ocak 2013 tarihli yazısında Akbal, “Yürümek, yürüyememek, bütün sorun bu! Yıllardır insanoğluna bağışlanmış en güzel duyarlıktan uzaktayım.” diye yakınıyordu.
Yazısının devamında da insanlığa, hepimize öğüt niteliğindeki şu sözlerle sesleniyordu:
“… Yürü ey insan, elinde olanak varken yürü, hep yürü. (…) Bir kurtuluşa, bir direnişe, bir coşkuya. (…) İnsanoğlu her alanda yürümeli. Yalnız bacaklarınla, ayaklarınla değil, kafanla, düşüncelerinle, duyarlığınla…”
Dünyanın iki ayrı ucundan iki bilgenin, Galeano ve Akbal ‘ın bu sözlerinin üzerine daha ne denilebilir ki!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Bir tv kanalının 16 Temmuz 2020 günü saat 14.00’teki haber bülteninde; ‘çalışanlara ücretsiz izin uygulamasının uzatılacağına’ ilişkin tatsız haberde şu söz dikkatimizi çekti:
— … sona erirken…
“Sona ermek” eyleminin ‘durum ulaç ekli’ biçimi, ‘sona erirken’ değil, “sona ererken”dir.
“Erirken” yazım ve sesletimi ise “erimek” eyleminin söz konusu biçimi için kullanılır.
Ertesi gün de bir başka kanalın kapanış haberlerinde, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünden söz eden sunucunun şu tümcesi kulağımızı tırmaladı:
— Ne Başbakan’ı ne de Cumhurbaşkanı’nı haberdar ‘etmemişler’.
Bir tümcede “ne… ne” ya da “ne… ne de” diye yinelenen bağlaçlardan sonra gelen yüklem olumlu olur.
Dolayısıyla yukarıdaki tümcenin doğrusu:
— Ne Başbakan’ı ne de Cumhurbaşkanı’nı haberdar ‘etmişler’.
Haberci / haber sunucusu için en kötü durumlardan biri, ‘doğru Türkçe’den bîhaber olmak!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Suda çırpınmakta olan ulu kişiye
“Elini ver!” diye seslendi kıyıdaki
Hazreti tanıyan biri yol gösterdi:
“Vermekten hoşlanmaz o hacı!”
Ve kurtarıldı boğulmaktan…
“Elimi al!” denilerek ‘kurtarıcı’.
1) Faruk Sümer; “Yörükler”, TDV İslam Ansiklopedisi
2) Enver Behnan Şapolyo; “Mustafa Kemal Atatürk”, Kopernik Kitap
3) İsmet Zeki Eyuboğlu; “Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü”, Sosyal Yayınlar
4) İlhan Ayverdi; “Ayverdi Lugatı, Misalli Büyük Türkçe Sözlük”, Kubbealtı Yayını
5) Banu Acun – Canan Kaya; “Notus Öykü, Aralık 2011 / Ocak 2012″
6) Eduardo Galeano; “Hikâye Avcısı”, Türkçesi: Süleyman Doğru, Sel Yayıncılık