Güzel Türkçemizdeki güzel atasözlerinden biri:
“Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.”
Yazılı ve görsel / işitsel medya (1) organlarımız, şu dil yanlışını döne döne, sanki ısrarla sürdürüyor:
– Adana eski Valisi.
– DİSK eski Başkanı…
Kim bilir kaç kez anımsattık; Türkçe dilbilgisi kurallarına göre, belirtisiz ad tamlaması ikiye bölünüp ortasına sıfat konulamaz.
Yukarıdaki iki unvanın doğru yazımı:
– Eski Adana Valisi.
– Eski DİSK Başkanı.
Türk diline büyük emeği geçen Şiar Yalçın (1924 – 2010), bu yanlış kullanıma esprili bir dille “kötü sandviç” derdi.
‘SANDVİÇ’İN HİKÂYESİ
Sandviç deyince…
Bu İngilizce sözcüğün, bir özel addan geldiğini biliyor muydunuz; Lord Sandwich’ten (1718 – 1792) …
Kumara aşırı düşkün İngiliz asilzade John Montagu Sandwich, 24 saat kumar masasından kalkmamak için kendisine ‘ekmek arası’ atıştırmalık hazırlatırmış. Bu yiyeceklere ya da yiyecek sunumuna, zamanla lordun soyadı verilmiş: sandviç.
Kumarcı olmasına karşın hayırsız bir adam değilmiş, Lord Sandwich; daha çok Avustralya kâşifi olarak tanıdığımız James Cook’a araştırma gezileri için parasal destek sağlamış. Cook da 1778’de keşfettiği adalar küme’sine onun adını vermiş; Sandwich Adaları (Hawaii).
NEMRUT – ÇAÇARON…
“Sandviç” gibi, kişi adından aktarma başka sözcükler de var dilimizde. Örneğin, kimi kutsal kitaplara göre Hz. İbrahim’i ateşe attıran zalim kral Nemrut, Türkçede ‘yüzü gülmeyen, acımaz, can yakıcı’ anlamlarında sıfat olarak da kullanılıyor.
Öte yandan, Prof. Dr. Doğan Aksan (1929 – 2010), Türkçede ‘geveze’ anlamındaki “çaçaron” sıfatının, eski Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar Çiçero’nun adından bozma bir sözcük olduğunu savlıyor (2).
Addan bozma sözcüklere iki örnek de dilimizdeki “kolonya” ve “daniska”. Hoş kokan alkollü sıvı, bilindiği gibi Almanya’nın Köln (eski adı Kolonya) kentiyle adaş.
“Daniska” da (eskiden Almanya) hâlen bir Polonya kenti olan “Danzig”den (Gdansk) geliyor. Zamanında oradan yurdumuza ithal edilen türlü ürünler çok sağlam ve güzel oldukları için halk arasında “malın daniskası” (Danzig damgası taşıyanı) denilmeye başlamış; en iyi, âlâ, anlamında (3)…
ÖZ TÜRKÇE DERKEN
Yukarıda, “kumarbaz” sözcüğünden kaçınıp “kumarcı” sıfatını özellikle kullandık. Çünkü, uydurma bir dil olan Osmanlıca “kumarbaz” sözcüğü; Arapça “kimar” ile ‘oynayan’ anlamındaki Farsça “-baz” son ekinden türetilmiş.
“Asilzade” de öyle; Arapça “asil” ile Farsça “-zade” son ekinin karışımı olan melez bir sözcük.
[Bizce ‘hibrit’ (melez) tohumun, Türk tarımı üzerindeki yıkıcı etkileri neyse bu uydurma Osmanlıcanın hortlatılmaya çalışılmasından da dilimiz öylesine zarar görüyor.]
Ama buna karşın yazımızda, “asilzade” sözcüğünden kaçınamadık. Çünkü “asilzade”nin öz Türkçe karşılığı olarak yaygın biçimde yazılıp söylenen “soylu” da bizce doğru bir sözcük değil.
Neden? derseniz…
Yabancı ya da Osmanlıca sözcüklere öz Türkçe karşılık önerilirken yeni sözcüğün, anlamca karşıtlarıyla birlikte düşünülmesi gerekir.
“Asilzade”ye “soylu” diyeceksek asalet unvanı taşımayan, halktan kişilere ne diyeceğiz?
“Soysuz” mu?
Diyemeyiz çünkü “soysuz” bir hakaret sözcüğüdür; ‘yoz (dejenere), kötü tanınmış, ahlaksız’ gibi anlamlar içerir.
YONTU – SEÇENEK…
Kaynaklandığı yabancı sözcüğün tam karşılığı olmadığı hâlde benimsenmiş iki öz Türkçe sözcük daha:
“Yontu” ve “seçenek”.
Arapça kökenli “heykel” yerine, öz Türkçe karşılık olarak “yontu”, yaygın biçimde kullanılıyor.
Ama, günümüzde hemen hiçbir heykelin yontularak yapılmadığını düşünürsek “yontu”, “heykel” sözcüğünü pek karşılamıyor gibi.
Öte yandan, Fransızcadan aynen dilimize geçen “alternatif”in de benimsenen öz Türkçe karşılığı “seçenek”. O da pek oturmuyor gibi.
Güncel bir örnek verelim:
Söz gelimi iki ayrı siyasal parti, güçlü oldukları yerleşim biriminde iki belediye başkan adayı gösterirler. Birinin adı Ahmet, ötekininki Mehmet olsun.
Ahmet’in alternatifi Mehmet’tir.Yani, seçmen ikisinden birini başkan seçecektir.
Şimdi, “alternatif”in yerine “seçenek” sözcüğüyle aynı tümceyi kuralım:
“Ahmet’in seçeneği Mehmet”.
Anlam değişmedi mi!
Sanki Ahmet, kendisinin değil de seçimdeki rakibi Mehmet’in başkan olmasını istiyormuş gibi.
UHDE – UMDE – UKDE…
Bunları yazdık diye öz Türkçeye karşı olduğumuz sanılmasın. Tam tersine, Atatürk’ün ‘dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma’ ülküsünü gerçekleştirmek üzere el ve gönül birliği yapılmasından yanayız. Bunun için de ilgili, yetkin bilim insanlarımızca ‘Türkçeyi temize çekilmesi’ gereği üzerinde duruyoruz. Elbette ülkemizde olağan koşullara dönülünce…
Zaten, ‘uydurma dil’ Osmanlıcayı da doğru konuşup doğru yazamıyoruz. Bu konudaki en yeni örnek, TV8’de yayımlanan bir Tv dizisinden:
Son yılların en parlak mizah kalemlerinden Gülse Birsel imzalı “Jet Sosyete”nin bir bölümü,12 Ocak akşamı yeniden ekrana getirildi. Dizide, işadamı Cengiz Bey’i canlandıran başarılı oyuncu Cengiz Bozkurt, bir sahnede şöyle diyordu:
– Deri pantolon (giymek) içimde ‘uhde’dir.
Bozkurt’un, ‘h’sini üstüne basa söylediği Arapça kökenli “uhde; bir işi üzerine alma, sorumluluk” demek ki söylemek istediğiyle hiç ilgisi yok.
(Bu arada, ‘becermek, başarmak’ anlamlarında kullanılan “üstesinden gelmek” eyleminin aslı da “uhdesinden gelmek”tir.)
Cengiz Bey’in ‘içinde kalan’, Arapçadan dilimize girmiş, ‘düğüm’ anlamına gelen “ukde”dir. Mecaz anlamıyla ‘yapılamadığı için insanın içine dert olan şey’…
Bu ikisiyle yazım (imla) ve sesletimi (telaffuz) birbirine karıştırılan bir başka sözcük de yine Arapça kökenli “umde”, ilke demek.
İşte, bunlar da şahsen bizim ‘içimizde ukde’ kalanlar.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Seçim mevsimindeyiz
Bahar bile yalancı.
1) Batı kökenli “medya” sözcüğüne, bildiğimiz kadarıyla öz Türkçe karşılık henüz bulunamadı. “İletge” diye bir karşılık önerildi ama benimsenmedi. “Basın yayın” demek de doğru görünmüyor; çünkü “yayın”, yayımlanan ürününü adı, anlamına geliyor.
2) Türkçenin Gücü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1987, sayfa 104
3) İsmet Zeki Eyuboğlu; Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, 2. Basım, İstanbul, Nisan 1995, sayfa 166 – 167