“Bilim insanları, peygamberlerin mirasçılarıdır.”
Bu güzel söz, Osmanlı’ya 92 yıl başkentlik yapmış olan Edirne’deki, Osmanlı‘dan günümüze ulaşmış ‘ilk özgün anıtsal yapı’ sayılan Eski Cami’nin duvarında, dev Arapça harflerle yazılı. Daha doğrusu, 606 yıllık caminin, giriş ve iç mekânlarına ünlü hattatlarca yazılmış ders niteliğindeki özlü sözlerden yalnızca biri.
Ama bu öğüdün ‘laf ola, beri gele’ yazıldığını, camiye henüz girmeden, cümle kapısının sağındaki pirinç levhayı okuyunca anlıyorsunuz. Levhadaki yazıda, döneminin çok değerli bir din bilgini / düşünürü olan -Nâzım Hikmet’in, uğruna ‘destan’ yazdığı- Şeyh Bedrettin (1339 – 1414) hakkında, doğru olmayan anlatımlar var.
Üstelik aynı yazıyla, tarih bir kez de değil, iki kez inkâr ediliyor.
Sondan, yani ikinci inkârdan başlayalım…
I. SÜLEYMAN KAYIP (!)
Söz konusu levhadaki yazı şöyle başlıyor:
“Bu caminin yapımı, Sultan Çelebi Mehmed Han zamanında, 1414 tarihinde tamamlanmıştır.”
Peki, caminin yapımını kim başlattı?
Onu da biz söyleyelim:
Yıldırım Bayezıt’ın biri kız, yedi çocuğundan Şehzade (Emir) Süleyman,
1403 yılında başlattı.
Ama, babası Bayezıt’ın Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilip tutsak düşmesinden sonra Osmanlı‘nın “Fetret Devri”nin başlangıcı saydığı 1402 yılında taht’a oturduğu için bu Süleyman, padişahtan sayılmıyor. Hem de Osmanlı topraklarının neredeyse yüzde seksenindeki beyler onun buyruğu altına girmesine; Bizans, Ceneviz, Venedik‘in da aralarında bulunduğu kimi devletlerin, meşru Osmanlı padişahı kabul edip kendisiyle resmî antlaşmalar yapmalarına karşın…Tıpkı sekiz yıl sonra kendisinden savaşla tahtı alıp 1410 – 1413 yılları arasında padişahlık yapacak -ve ağabeyinin döneminde yitirilen bir kısım Osmanlı toprağını kazanacak- olan kardeşi Musa Çelebi’nin sayılmayacağı gibi.
‘FASILAYI SALTANAT’ NE?
“Fetret”, eskimiş Arapça bir sözcük; ‘hükümet gücünün gevşediği bir yerde düzenin yeniden kurulmasına kadar geçen süre’ demek. Her iki kardeş de daha kırk yıl önce Bursa’dan Edirne’ye taşınmış olan başkentte taht’a geçmelerine karşın “Fetret Devri” tanımını doğru kabul ettik diyelim. Aynı döneme bir de “Fasılayı Saltanat” denilmesi daha garip. Çünkü saltanata fasıla yani ara verilmiş değil. Bu durumda Emir Süleyman beşinci, Musa Çelebi de altıncı padişah oluyorlar ki bize okullarda belletildiği gibi Osmanlı tahtına toplamda 36 değil, 38 padişah oturmuş oluyor. Nitekim, kimi Batılı tarihçiler, Kanuni Sultan Süleyman‘a “II. Süleyman” diyorlar.
İyi de resmî tarihimizde, iki padişah niçin yok sayılıyor?
Yanıt, iki yabancı yazardan: (1) :
“… Osmanlı tarihçilerinin, Yıldırım’dan sonraki meşru padişahı Çelebi Mehmet göstermelerinin nedeni, 17’nci yüzyıl başına dek Fatih Kanunnamesi gereği tahtın babadan oğula geçmesinden ödün verilmediğini kanıtlama çabasıdır.”
BEDRETTİN’İN İTİRAFI (!)
Fetret Devri (!), yine Yıldırım Bayezıt’ın çocuklarından Çelebi Mehmet’in kardeşi Musa Çelebi’yi Vize Savaşı’nda (1413) yenip tahtı ele geçirmesiyle son buluyor.
Yazımızın başında sözünü ettiğimiz Edirne Eski Cami’nin girişindeki levhayı okumayı sürdürelim:
“… Serez’de Bâtınî itikâdında olan Şeyh Bedrettin isyan çıkarmıştı. (Sultan Çelebi Mehmed Han) Şeyhi yakalattı. Ehl-i sünnete uymayan itikâd üzere olmak ve cemiyet nizâmını bozmakla suçlu bulunan isyancı, Molla Haydar’ın fetvâsıyla Serez Pazarında asıldı. İdamı esnasında “Ben bu cezayı hak ettim” diye itiraf etmiştir…”
Bu satırlarda da gerçek dışı anlatımlar var.
Levhada belirtilen “Bâtınîlik” nedir?
Şeyh Bedrettin aslında kimdir?
Kavga şairi Nâzım Hikmet‘in savaşımını ‘destanlaştırdığı’ Şeyh Bedrettin, gerçekte son nefesini vermeden önce suçlu olduğunu kabullenip idamı hak ettiğini söylemiş midir?
Yerimiz elvermediğinden, bu sorulara yanıt aramayı da haftaya bırakalım…
DİL YANLIŞLARIMIZ
Genellikle ‘dürüst, ilkeli yayıncılık’ çizgisinde olduğu için izlemekten vazgeçemediğimiz bir tv kanalı ne yazık ki başta doğru Türkçe açısından, giderek ‘özensizlikler kanalı’ olma yolunda kararlı (!) adımlarla ilerliyor.
Örneğin kanal, anlı şanlı televizyoncuların sesletim (telaffuz) yanlışlarından geçilmemeye başladı.
Haftanın beş günü ekrana çıkan bir meslektaşımız, “tarikat” sözcüğünün son sesinin ‘kalın t’ olduğunu bilmiyor. 10 Eylül 2020 günkü izlencesinde, en az otuz kez “tarikati”, “tarikatin”, “tarikate”… dedi. Ekranı paylaştığı akademisyen, kendisi dil yanlışı yaptığını anlasın diye birkaç kez “tarikatı”, “tarikatın”, “tarikata”… diye üstüne basa basa söylediği hâlde arkadaş yine tınmadı.
“KARİYE” DİYEMEMEK
Aynı kanalda, birkaç hafta önce ibadete açılan İstanbul’un Edirnekapı semtindeki dünyaca ünlü “Kariye Müzesi”nin adını doğru söyleyebilen bir tek haberci ve izlence sunucusuyla karşılaşmadık. Bilindiği gibi, “Kariye” özel adının ilk hecesi uzun okunur.
Yukarıda söz ettiğimiz kişiden daha da deneyimli bir ekonomist / sunucu, 8 Eylül 2020 akşamı, “Kariye”yi onlarca kez her üç hecesi de düz sesletti. Üstüne üstlük, onun izlencesine konuk ettiği, beyaz saçlı, beyaz pos bıyıklı kıdemli tiyatrocu da aynı yanlışa katılmaz mı!
HAVLU ATTIK!
Bu kanal bir de “kültür bülteni” yayımlıyor. Biz, 31 Ağustos günkü bültene denk geldik. Ekranda, sinema tarihinin en güzel kadınlarından İsveçli oyuncu Ingrid Bergman‘ın (1915 – 1982) fotoğrafı vardı. Atılan başlık ise şuydu: “Ingmar Bergman Anılıyor”.
Yaşadığımız kısa bir şaşkınlıktan sonra kahkahayı koyuvermekten kendimizi alamadık. Koskoca bir tv kanalında “kültür bülteni” hazırlayan kişiler, ünlü sinema yönetmeni Ingmar Bergman (1918 – 2007) ile oyuncu Ingrid Bergman‘ı (doğum ve ölüm günü 29 Ağustos) karıştırmışlardı. Üstelik hem “aktris (Fr. actrice) , kadın oyuncu” sözcüğünün yazım ve sesletimini bilmiyorlar hem de erkek yönetmenden “aktrist” diye söz ediyorlarlardı!
Ondan sonraki haberde de ‘bale, dans adımlarının kâğıda geçirilmesi’ veya ‘defile, müzikli gösteri vb. gösterilerdeki programın genel hatları.’ demek olan “koreografi”nin (Fr. choréographie), bir geometrik biçimmiş gibi “kareografi” diye söylenip yazıldığını görünce havlu attık!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
– Ta(h)rikat –
Kışın soğuk nefesi ensemizde
Isınma derdinde şimdiden kimi.
Yoz tarikatçınınsa battaniyeden
Tahrik fetvası çıkarma mevsimi!
1) John Lloyd – John Mitchinson; “Cahillikler Kitabı”, NTV Yayını, sayfa 269