Bundan iki hafta önce 949’uncu yıldönümü görkemli resmî törenlerle kutlanan 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi, bize okullarda belletildiği gibi ‘Anadolu kapılarının Türklere açıldığı savaş’ değildi.
Hele bir “cihat” (din uğruna savaş) hiç değildi.
Tam tersine…
Orta Asya’daki Müslüman Türkler, Müslümanlığı benimsemeyen Türkleri 10’uncu ve 11’nci yüzyıllarda zorla yerlerinden, yurtlarından edip Anadolu’ya sürdüler (1).
Yani, 1071 yılından önce Anadolu‘ya akın akın gelenler, “İslamı yayma çabasında” olmak bir yana, kendileri Müslümanlığı kabul etmemiş atalarımızdı.
Bizanslılar da işte bu Türkleri Anadolu’dan geri püskürtmek için savaşıyorlardı. Bizanslı Romen Diyojen 1071’de Malazgirt’te Büyük Selçuklu Hükümdarı Alpaslan’ın karşısına aynı amaçla çıkmış ama ağır bir yenilgiye uğramıştı.
TÜRKLERİN DİNİ
Orta Asya’da, Hunlar’dan başlayarak Türk devlet, beylik ve boyları arasında üç dinsel inanç dizgesi vardı (2):
Doğa güçleri, atalar kültü (dini), Gök Tanrı.
[Uygur Kağanı Bögü (Bökü), 762 yılında bir sefer sırasında tanıştığı Mani rahiplerinden etkilenip Maniheizmi kendi halkına kabul ettirmişti. İran kökenli bu inanç, hayvansal gıdaların yenilmesinin de yasaklandığı, barışçıl bir dindi (3). Ayrıca, Musevi Hazar Türkleri ve İstanbul’da yerleştikleri semte (Karaköy) adını veren Musevi Türk Karaylar (sözcüğün İbranice çoğulu Karaim), bulunuyordu.]
Atalarımız, birbirlerine din dayatmak, dinsel baskı uygulamak gibi sakat bir anlayıştan uzak yaşıyorlardı. Ta, İslamiyeti iki yüzyıl boyunca reddettikten sonra benimsemeye başladıkları 10’uncu yüzyıla değin.
Orta Asya’daki iç denizin kurumasıyla Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasındaki Maveraünnehir‘e (4) göç edilince ayrım da başladı. Artık, göçebelikten yerleşikliğe geçen (tacir ve çiftçi ‘sart’) Müslüman Türkler, eski dinlerinde kalanları “kâfir” olarak görüyorlardı. Türkler arasında çok yaygın “Gök Tanrı” (Kök Tengri) dinsel inancına bile tek tanrılı olmasına karşın hoşgörüyle bakmıyorlardı.
KAŞGARLI: KÂFİR, SAPIK…
İlk Türkçe sözlük ve dilbilgisinin (Divan-ı Lügat’it Türk) yazarı olmasıyla övündüğümüz Kaşgarlı Mahmut (1008 – 1102), Müslümanlığı kabul etmeyen atalarımızdan, adı geçen yapıtında “kâfir” hâttâ “sapık” diye söz ediyor:
“Yok olası kâfirler, göğe de Tanrı derler. Büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi görünen her nesneye Tanrı derler. Bunların sapıklıklarından Tanrıya sığınırız.”
İşte, bu inanılması güç olan başat nedenle Orta Asya’dan Anadolu’ya sürülen Türkler‘in ortak bir özellikleri vardı; kadınlar dâhil hepsi -sert bozkır koşullarının da gereği olarak- çok iyi birer savaşçıydılar.
Tarihçilerin üzerinde birleştikleri görüş: Atalarımız Hunlar’dan başlayarak tarih sahnesinde beş bin yıl boyunca kalabilmemiz, “askerî örgütlenme başarımıza” bağlı. (Günümüzde,Türk ordusunun genleriyle oynama sevdalılarının bu gerçeği hiç unutmamaları gerekiyor.)
Rusya’nın da aralarında bulunduğu birçok ülkede paralı askerlik yapan Türkler, geçen haftaki yazımızda anımsattığımız gibi, Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunun bir bölümünü oluşturuyorlardı.
ALPASLAN’IN NİYETİ
Alpaslan; iki yüz bin kişilik Bizans ordusunun üzerine, yönettiği elli bin kişilik Selçuklu Türk ordusuyla gitme niyetinde değildi. Onun amacı, Türklerin Anadolu’dan Orta Asya’ya geri gönderilmesini önlemeye yönelik, caydırıcı güç gösterisiydi.
Nitekim, Romen Diyojen’e barış önerdi. Ancak Diyojen savaşta ısrar edince karşı karşıya gelindi. Muharebede, Büyük Selçuklu Hükümdarı‘nın üstün komutanlık özelliklerinin yanı sıra Türkçe buyrukları işitince Bizans saflarını terk edip Alpaslan’ın saflarına geçen Türk okçu süvarilerin önemli payı oldu.
Parlak bir utku kazanan Alpaslan’ın amacı, Anadolu’da kalıcı olmak değildi. Nitekim, savaş sonrası yaptıkları antlaşmada, Romen Diyojen’den toprak isteminde bulunmadı.
[Alpaslan‘ın önceli (selef) Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey döneminde de (1048) Selçuklu ordusu aynı nedenlerle Anadolu içlerine girip Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Ama, Anadolu’da kalıcı olmak yerine, Orta Asya’ya geri dönmeyi yeğlemişlerdi.]
Ne var ki durum sonradan değişecek ve VII. Mihail Dukas, Romen Diyojen’le Alpaslan’ın imzaladıkları antlaşmayı geçersiz sayacaktı. Alparslan da ordusuna ve Türk Beylerine Anadolu’yu fethetmeleri buyruğunu verecekti. Buyruk doğrultusunda Türkler Anadolu’yu fethe girişecekler, bir süre sonra da Haçlı Seferleri başlayacaktı.
Geçmişini, nereden niçin gelip nereye gittiğini iyi bilmeyen ya da yadsıyarak ‘ayrışan / ayrıştırılan’ ulusların gelecekleri de olmaz.
Ve bu konuda gerçeğin izi, geçmişin karanlık dehlizlerinde tarih biliminin yaktığı meşale izlenerek sürülür.
Örneğin…
Son haftalarda birilerinin dillerine doladıkları “Fetret Devri” aslında yaşanmış mıdır?
Osmanlı tahtına, bize belletildiği gibi gerçekten 36 padişah mı oturmuştur?
Osmanlı‘ya başkaldıran, Nâzım Hikmet‘in dizeleriyle ölümsüzleştirdiği Şeyh Bedrettin, asılarak öldürülmeden önce korkudan, pişmanlığını dile getirmiş midir?
Haftaya da bu konulara değineceğiz.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Haftanın beş günü tv ekranına çıkan bir kadın gazeteci, 31 Ağustos 2020 günü bir deyimi üst üste iki kez yanlış söyledi:
“Ateş olsa ‘cürmü’ kadar yer yakar.”
Hasmın pek önemsenmediğini anlatan deyimdeki doğru sözcük, bilindiği gibi “cürüm” (suç) değil; “cirim” (hacim).
Sayın meslektaşımızı bu konuda kimse uyarmamış olmalı ki 3 Eylül günkü izlencesinde de aynı yanlışı iki kez daha yineledi.
Öte yandan, kitap satış kampanyası yapılan bir tv kanalında, fiyatların ucuzluğunu vurgulamak için günde belki de elli kez şu slogan söyleniyor:
“Şok olacaksınız.”
Fransızcadan Türkçeye okunduğu gibi giren “şok” (Fr. choc) sözcüğü, ‘ani bir değişiklik sonucunda ortaya çıkan şaşkınlık’ demek.
Bu sözcükten türetilen yardımcı eylemli bileşik eylem ise yine bilindiği gibi bir ‘e’ harfi fazlasıyla “şoke olmak”.
N’olur, bizi günde elli kez ‘şoke etmeyin’!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Tarih: Dokuz eylül…
Unutma sayın yargıç;
Gazetecinin layığı
Düşman hukuku değil !
1) Demirtaş Ceyhun; “Ah Şu Biz Kara Bıyıklı Türkler”, Sis Çanı Yayınları, sayfa 34
2) Prof. Dr. Ahmet Taşağıl; “Bozkırın İlk İmparatorluğu – Hunlar”, Yeditepe Yayınları, sayfa 314
3) Prof. Dr. Ahmet Taşağıl; “Bozkırın Kağanlıkları – Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar”, Kronik Kitap, sayfa 211 – 212
4) Divan-ı Lügat’it-Türk’te “Çay Ardı” olarak geçen “Maveraünnehir”; bugün kısmen Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan topraklarının bulunduğu bölge.