SIRADA ‘SÜLÜK’ DIŞALIMI OLMASIN

Modern tıbbın henüz emekleme aşamasında bulunduğu 1833 yılında Fransa, çeşitli hastalıkların sağaltımında kullanılmak üzere 41 milyon sülük ithal etmiş.

Bu bilgiyi, Prof. Dr. Ahmet Akgül‘ün internet sitesinden aldık.

Biz de ülkemizin yeni dışalım kalemleri arasında, pek yakında sülüğü görürsek şaşırmayalım.

Fransa’dan 187 yıl sonra, 2020 Türkiye’sinde…

Şifa bulacağız diye ‘kanımızı emdirmek’ üzere!

İKİ DEVLET HASTANESİNDE

Gazeteci İsmail Arı, 4 Temmuz 2020 tarihli BirGün gazetesinde, hacamat etme ve sülük kullanmanın devlet hastanelerimizde resmen sağaltım (tedavi) yöntemi hâline geldiğini yazdı.

Arı’nın haberine göre, Bolu İzzet Baysal Hastanesi’nde “sülük tedavisi” uygulanıyor. Ayrıca, başkent Ankara’daki Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi’nde “hacamat” yapılıyor. Yani, beş bin yıl önceki Eski Mısırlıların yöntemiyle vücudun gerekli görülen yeri kesici bir aletle çizilip buradan kan akıtılarak hastanın iyileşmesi umuluyor! Hem de “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir.” diyen Mustafa Kemal ‘in (soyadı “Atatürk”ten kaçınılmış da olsa) adını taşıyan bir hastanede.

‘SÜLÜK, ENFEKTE EDEBİLİR’

Meslek odalarının devlet katında pek sevimli görülmediği günümüzde dikkate alan devletli olur mu bilemiyoruz ama Ankara Tabip Odası (ATO) Genel Sekreteri Dr. Ali Karakoç, söz konusu yöntemlerin kullanılmasına tepkili.

Dr. Karakoç, “Biz bir sağlık meslek örgütü olarak ısrarla ‘tıbbın alternatifi olmaz’ diyoruz.” görüşünü dile getiriyor. Geleneksel uygulamaların, tıbbın yerini alamayacağını söylüyor. Hâttâ tam tersine, “sülüğün kan emerken insan vücudunu çeşitli mikroorganizmalarla enfekte edebileceğini” belirtiyor.

ATO Genel Sekreteri, ‘hiçbir çağdaş özelliği olmayan’ böylesi uygulamaların, hastanelerimizde yaygınlaşmaması için sık sık uyarıda bulundukları hâlde sürdürüldüğüne, bu arada “Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ödeme prosedürlerine alındığına” dikkat çekiyor.

Aynı SGK’nın öte yandan, ölümle pençeleşen kanser hastalarına, yaşamsal önemi olan kimi ilaçların parasını ödememek için mahkeme yolunu gösterdiği, zaman zaman medyaya yansıyan haberler arasında yer alıyor.

Kimse, yazımızı oraya buraya çekip öküz altında siyasal buzağı aramasın!

Sağlığımızın; paşa gönlü rızasıyla kanımızı emdirteceğimiz sülüklerden, dolayısıyla da olası sülük dışalımcılarından geçmediğini bilecek olgunlukta bir toplum olduğumuza inanmak istiyoruz.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Ünlü bir şair / gazeteci, 1 Temmuz 2020 günü, bir televizyon kanalımızın sabah izlencesine katıldı. Türkiye ve dünya gündemi hakkındaki görüşlerini hayranlıkla dinlediğimiz sanatçının, bir sözüne takıldık. Kendisi, Romanyalılardan “Romen” diye söz etti.

Sanırız, bu bir dil sürçmesi.

Bilindiği gibi, “Romen; Eski Roma’ya değgin ya da Eski Romalı” demek.

Romanyalılara ise biz “Rumen” diyoruz. “Rumen”in sıfat olarak anlamı da Romanya ile ilgili, Romanya’ya değgin (dair) olan’.

30 Haziran 2020 günü de yeni siyasal parti kuran bir politikacımız tv ekranlarındaydı. Aynı zamanda üst düzey bir akademisyen (profesör) olan lider, kurucusu olduğu üniversitenin kapatılmasını eleştirirken şöyle dedi:

“… Mesele gerçekten malî bir sıkıntı olsaydı ülke ekonomik kriz içindeyken ‘rantiyecilere’ aktarılan kaynaklar üniversitenin kanunî hakkı olan yeniden yapılandırma için de kullandırılabilirdi.”

Parasının, malının mülkünün geliriyle geçinen kimse, anlamındaki sözcük “rantiye”dir (Fr. rentier, T. getirimci).

Sayın parti lideri / profesörün kullandığı “rantiyeci” diye bir sözcük ise yok.

KATMERLİ HATA

Aynı lider, 4 Temmuz 2020 günü de partisinin İstanbul Esenyurt kongresinde yaptığı konuşmada, söz konusu üniversitenin kapatılmasına değindi. Bu kez dil yanlışı yapma sırası (!) konuşmayı aktaran gazetedeydi!

“… Ama beni asıl üzen, daha önce nitelikleri ve şahsiyetleri ile ‘tebarüz etmiş’, benim de şahsen tanıdığım YÖK üyelerinin, akademi mensuplarının, milletvekillerinin, sivil toplum temsilcilerinin bilge lider Alija’nın yakındığı ‘taktik sessizliği’ tercih etmiş olmalarıdır.”

Gazetenin internet sürümünde yukarıdaki biçimiyle yayımlanan haberde, dikkat çekici iki yanlış var:

1- Parti liderinin konuşmasında kullandığı sözcük, gazetede yazıldığı gibi “tebarüz etmek” değil; “temayüz etmek”.

Elbette bu iki sözcüğün anlamları birbirinden farklı.

Gazetede yer verilen, eskimiş Arapça kökenli “tebarüz; belirme, görünme” demek.

Parti liderinin doğru kullandığı yine eskimiş Arapça kökenli “temayüz” ise ‘başkalarına göre üstün duruma gelme, sivrilme, seçkinleşme’.

2- Söz konusu kişinin ‘bilge lider’ diye andığı, siyasal İslamcı eski Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç (1925 – 2003). Kendisinin adını, gazetedeki gibi ‘j’ harfiyle Alija değil de Türkçe okunduğu gibi, yani ‘y’ harfiyle “Aliya” olarak yazmalıyız.

Çünkü; Latin Abecesi dışındaki abeceleri benimsemiş uluslara ait adların doğru yazımı (imla), Türkçede okunduğu gibidir; Konfüçyüs, Ho Şi Minh, Necip Mahfuz, Ömer Şerif… 

Bosna Hersek Cumhuriyeti’nde de Kiril Abecesi kullanıldığından, söz konusu eski cumhurbaşkanı bizim için Aliya İzzetbegoviç’tir; Alija değil.

Umarız, bu kez doğru anlatabilmişizdir.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Ne tuhafsın yaşam;

En çok bir yıl

Uzatabiliyor ömrünü

Cihat Köseoğlu’nun

Uçarı mankeni kelebek…

‘Terbiyeli’ kaplumbağanın

Yüz yıllık yalnızlığında

Döktüğü gözyaşlarını içerek.