Dün, 2 Ekim Dünya Şiddete Hayır Günü’ydü.
Anadolu’da, erkek erkeğe muhabbette bir suskunluk anı yaşanınca şöyle denir:
– Birinin kızı oldu!
Kadınla erkeğin eşit sayıldığı hiçbir toplumda, kız bebeğin doğumu suskunluk nedeni olarak görülmez.
Aksi durumda kadın için henüz dünyaya bile gelmeden, anne karnındayken başlayan bir eşitsizlik söz konusudur.
İşin daha beteri, erkeklerin dünyasında, erkeğin en azından nalıncı keseri gibi hep kendine yontma anlayışını besleyen olguların ardı arkası gelmez.
Yakın sayılabilecek bir geçmişte, koskoca bir hukuk insanı şu cevheri yumurtlamamış mıydı:
– Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin!
ŞAKADAKİ GERÇEK PAYI
Yaşını başını almış bir erkek komedyenimiz de sözüm ona şu şakayı yapabilmişti:
– Kadın hakkı da neymiş! Hakkı, erkektir!
Olgun, eğitimli insanlar katında bu sözcük oyununa gülünüp geçilebilir. Ama, görmüş geçirmiş bir komedyenin sorumsuzca yaptığı şakayı ciddiye alıp “kadın hakkı” için ağzını açan karısına dünyayı dar edenler de pekâlâ çıkabilir.
Ülkemizde öyle bilisiz (cahil), Şark kurnazı erkekler var ki birtakım sahte din adamlarının sözde fetva diye dile getirdikleri sapıkça görüşleri hayata geçirmekte hiç gecikmiyorlar. Çocuk kaçırmalar, tacizler, tecavüzler, ensest ilişkiler, sübyancı ve kadın cinayetleri birbirini izliyor.
En çok da kadınlarımız, şiddet mağduru ve cinayet kurbanı. Son on yılda ülkemizde en az iki bin 337 kadın öldürülmüş. Cinayet nedeni de bize özgü:
“Ya benimsin ya kara toprağın”!
Kadınlarımız genellikle boşanmak istedikleri, kendilerine şiddetsiz yeni bir yaşam kurmak için direndikleri ölçüde daha fazla şiddete uğruyor, özgürlük isteminden vazgeçmemenin bedelini de canlarıyla ödüyorlar.
HOLLYWOOD DARBESİ!
Erkeklerin dünyasında, erkeğin en azından kendine yontma anlayışını besleyen olgular ise “sanatsal” bile olabiliyor!
Jack Nicholson ile Helen Hunt‘a En İyi Oyuncu Oscar’ı kazandıran, James L. Brooksimzalı bir Hollywood filmi: “As Good As It Gets”… “Benden Bu Kadar”adıyla kimi Tv’lerimizde de yayımlanan filmde Nicholson, ünlü bir aşk romanları yazarını canlandırıyor. Yazarın kitaplarını basan yayınevindeki sekreter kız, ona ağzının içine düşecek denli hayrandır. Bir gün karşısında görünce eli ayağına dolaşarak yazara sorar:
– Kadınları nasıl bu kadar güzel yazabiliyorsunuz?
Soru üzerine, yüzündeki ‘ölü balık bakışı’ şeytanî gülümsemeye dönüşen yazardan, kızı şoke eden yanıt:
– Erkekleri düşünüyorum, sonra mantık ve sorumluluğu çıkarıyorum!
DUYARLILIK AYRIMI
Bu alt tarafı bir film, demeyin! Hemen her evin temel direği olan kadının, üstelik “genelleme” yapılarak mantıksız ve sorumsuz olarak suçlanması hiç adil değil.
Bu arada, Nicholson‘ın başarıyla oynadığı yazarın, “obsesif kompulsif” (düşünce ve davranışlarında ‘takıntılı’) bir ruhsal yapıya sahip olması nedeniyle yukarıdaki repliği olağan karşılayanlar olabilir.
Ama, bu konuda bir başka ciddi “genelleme” de var:
Uzun süre komada kaldıktan sonra mucizevi biçimde iyileşen kadın ve erkek hastaların davranışları incelenmiş. Kadın hastaların kendine gelir gelmez ilk işi, eşini, çocuklarını, anne – babasını ve öteki sevdiklerini sormak olmuş.
Peki ya erkek hastaların?
Onların ilk yaptığı ise -kadın okurlarımızdan özür dileyerek aktaralım ki- pijamasının önünü aralayıp her şeyinin yerli yerinde olup olmadığına bakmak olmuş. Eee, buna “takıntı”nın tillahı demeyeceksek neye diyeceğiz?!
SEZAR’LARI GÖMMEK!
Buraya kadar yazdıklarımız yüzünden hemcinslerimiz bizi suçlayabilirler:
– Sen biz Sezar’ları övmeye değil, gömmeye gelmişsin!
Aslında, kimi kadınların da sütten çıkmış ak kaşık olmadıklarını bilenlerdeniz. Değme erkek, ağzıyla kuş tutsa öylelerine yaranamaz. Ama, ne olursa olsun bu durumlar, şiddet gerekçesi de yapılamaz.
Yıllar önce bir gülmece dergisindeki -çizerini anımsayamadığımız için bizi bağışlasın- bir karikatüre çok gülmüştük. Herkül, Yunan mitolojisinde bilindiği gibi “yarı tanrı”dır. Karikatürde karısı, Herkül’e şöyle çıkışıyordu:
– Kör olasıca! Adam olsaydın tam tanrı olurdun!
Şaka bir yana, toplumlarda erkek egemenliği arttıkça şiddetin, özellikle de kadına şiddetin arttığı söylenebilir.
Yazar Jean Cournut’ye göre ise bu konudaki insanlık durumu şöyledir (*):
“Erkekler kadınları egemenlikleri altında tutarlar çünkü onlardan korkarlar.”
İki cinsten birinin ötekinden “korkmamasının” yolu, önce birbirini öcü gibi görmeyeceği, dolayısıyla da dışlayıp aşağılamayacağı çağcıl aile içi eğitimden, sonra laik okul eğitiminden geçer.
Uygar, barışçıl toplum olabilmek, kadınla erkeğin ancak sevgi / saygı ilişkisi içinde el ele, omuz omuza, yürek yüreğe vermesiyle olanaklıdır.
Her alanda olduğu gibi, bu uğurda da çağının önüne geçip kadına, erkekle eşit -ne yazık ki hâlâ içselleştiremediğimiz- yurttaşlık haklarını ileri Batı ülkelerinden bile önce veren Büyük Önder Atatürk‘ü minnet ve şükranla anıyoruz.
Ve:
Her türlü şiddete hayır, diyoruz.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Beni de alın
Af yasa tasarınıza
Suçlarım bağışlanır gibi değil gerçi
Seviyorum yaşamayı
Her güz hüngür hüngür gülen doğayı
Yağmur sonraları şiir biçtiğim tarlayı
Ve son olarak
18. Tarih Kongresi’nde
Türk Tarih Kurumu’nun
Anıtkabir’ini unuttuğu
Kurucusu Ata’yı!
(*) Erkekler Kadınlardan Neden Korkar, İletişim Yayınları, sayfa 18