Şair gazeteci Refik Durbaş da günümüzde orta yaş sayılan 74’ünde sonsuzluğa göçtü.
Erzurum Pasinler’den gelip İzmir’e yerleşmiş bir ailenin oğluydu. Şiir serüveni de bu kentte başlamıştı, Durbaş’ın. İlk şiiri, “Ege Ekspres”te 1962’de yayımlanan “Velvele”:
“Ve koca bir şehir ağlıyordu / Tutsak bulutların gölgesinde / Deli divâne sokakların kör ışıklarında / Bir genç ozan yanıyordu…”
Henüz 18’indeyken kaleme aldığı ‘olgun’ dizeler.
Hoş, şiirleri ağustos olgun / dolgunu başak örneği de olsa şair dediğin başından kavak yelleri eksik olmayan kişi değil midir!
Refik Ağabey’i şair eden de bizce ‘şefkatli kadın eli’ imbat esintili, kendi deyişiyle ise “anılarının kardeşi İzmir“dir (1).
A. BEHRAMOĞLU İLE
İşte, o anılardan birinde, şair Ataol Behramoğlu da vardır. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kurulduğu yıllar… Refik Ağabey, İstanbul’dan İzmir’e gelen Behramoğlu ile ilk kez karşılaşır (2).
“Akşam, birkaç arkadaş bir yerde iki bardak şarap içeceğiz. Fakat kimsede metelik yok. Çaresiz, Mehmet Ali’nin dükkânına (ressam Mehmet Ali Resimcioğlu’nun işliğine) düştük. Ataol’u da İngiliz İşçi Partisi’nden bir gözlemci olarak tanıttık. Ataol, Mehmet Ali’nin bir resmini satın alacak, Mehmet Ali de karşılığında bize içki ısmarlayacak…
Parti lafını duyunca Mehmet Ali, resmi falan unuttu. TİP‘ten söz ediyor, dünyada ve ülkemizde işçi sınıfının durumunu soruyordu heyecanla. Ataol da hoşuna gidecek yanıtlar verdikçe,
– Bakın, diyordu, elin gâvuru bizi bizden daha iyi tanıyor.”
Ama, şarap şişeleri ardı ardına devrilirken durumdan haberi olmayan ortak bir arkadaşları içeriye girip Ataol Behramoğlu’nun boynuna sarılınca bizimkilerin foyası ortaya çıkar. Ve ressam, eline ne geçirdiyse üzerlerine fırlatıp kafadarları işliğinden kovar.
NİNESİNE VOTKA İÇİRDİ
Refik Ağabey’in anıları arasında, çok renkli bir kişi olan anneannesi Melek Hanım’ın ayrı yeri vardır (3).
“Bir gün evde portakal suyu sıktım, gençlik günleri ya, içine de biraz votka attım.
Melek Hanım, portakal suyunu görünce ‘Oğul, bir bardak da bana versene.’ dedi.
Votkalı portakal suyunu dayadım ağzına…
‘Bu biraz acı değil mi?’ diye söylendi.
‘Kabuğundandır anneanne.’ dedim.
Aradan bir süre geçti. ‘Oğul’ dedi, ‘benim başım dönüyor.’
‘İçinde votka vardı.’ deyiverdim.
Bir süre düşündü. Votkanın ne olduğunu da bilmiyor. Neyse içki olduğunu öğrenince ‘Aman’ dedi, ‘seksen yıllık orucum, namazım gitti’.
Ardından bir kahkaha koyuverdi:
‘Boşver; güzel Allahım günah yazmaz, ne bileyim ben onun içki olduğunu, ilaç niyetine içtim işte…’ “
Refik Durbaş‘ın anneannesine de onun gibi böyle sinirleri alınmış, hoşgörülü, sevecen, kalender olmak yakışır.
ŞİİRLE VE ŞİİRDE “EVRİM”
Şairlik uğraşıyla birlikte İzmir’de, “Evrim”le (1962) başlayan kültür sanat dergisi emekçiliği, yöneticiliği derken liseyi bitirir, Durbaş. 1965’te İstanbul’a gelir; İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girer.
İlk şiirlerinde, -İzmirli- Attila İlhan’ın etkisi sezilse de zaman içinde geniş bir hayran kitlesi yaratan kendi bağımsız, özgün şiir diline, tekniğine ulaşır. Bireyselden toplumsala, gündelik yaşamdan zamanı aşan tutkulara uzanan uçsuz bucaksız bir dizeler evreninde… Hepsi de nitelikli şiirleri; Gösteri, Sanat Olayı, Soyut, Papirüs dâhil, pek çok dergide yayımlanır. 1971’de ilk şiir kitabı “Kuş Tufanı” çıkar. Sonraki yıllarda bu kitaba daha onlarcasını eklerken çeşitli gazetelerde kültür sanat sayfaları da hazırlar; Yeni İstanbul ve Cumhuriyet‘te düzeltmenlik yapar. Bunca uğraş arasında üniversite öğrenimini sürdüremez, okulu bırakır.
SON DURAĞI, YÜREĞİMİZ
Biz, Refik Ağabey’le, Cumhuriyet gazetesinden emekli olduğu 1990’lı yıllarda tanıştık; o zamanın Sabah Grubu’nda. Gazetedeki yazar arkadaşlığımız, dostluğa dönüştü kısa sürede. 1990’ların sonunda ayrı ‘plazalar’a savrulup pek görüşemesek de gönül birlikteliğimiz sürdü. Refik Ağabey son olarak BirGün gazetesinde yazıyordu.
Onun ölümünün ardından şimdi, mütevazı kitaplığımızda yıllanmış “Gölgem İstanbul Sokaklarında”nın (4) ilk sayfasına el yazısıyla yazdığı şu içtenlikli sözleri görmek bile gözlerimizi nemlendirmeye yetiyor:
“Kardeşim Kerim Evren’e sevgiyle, muhabbetle… Ekim’ 98”
Refik Ağabey‘i, kendi şiir anlayışını çok iyi yansıttığını düşündüğümüz aşağıdaki dizeleriyle uğurluyoruz. Son durağı yüreğimizdir; ışıklar içine uyusun.
ŞAİR NERDE
Sonbaharın ara sokaklarında günlerim
yazım nerde, kışım nerde
Dağlara ırmaklara yükleyecektim derdimi
atım nerde, bahtım nerde
Yüzümün kırık aynasında uyurdu geceler
adım nerde, çağım nerde
– Şair, hangi kara karanlığında geleceğin
çağrın nerde, çağrım nerde
Eser şimdi ihtiyarlığın yeli zamanı hayatta
Refik nerde, Durbaş nerde.
BİLGİ (!) YARIŞMASI
Atv’de yıllardır “en çok izlenen ve kazandıran bilgi yarışması” gibi iddialı sunumla yayımlanan bir izlence var. 24 Kasım 2018 gecesi Tv kanalları arasında dolaşırken bir ara bu yarışmaya takıldık. Bir sorunun yanıt seçenekleri arasındaki “alakart” sözcüğünün sesletimi dikkatimizi çekti. ‘Seçmeli yemek’ anlamındaki sözcüğün (Fr. à la carte) ‘l’si, ‘ince l‘dir. Sunucu Murat Yıldırım ise sanki “karışık renkli (ala)” bir karttan söz ediyormuş gibi, üstüne basa basa hem de iki kez ‘kalın l’ ile okudu.
Bir başka soruda da Sri Lanka’nın eski adı olan “Seylan” geçiyordu. Türkçede, iki heceli yer adları, ilk hecesi vurgulanarak okunur; Samsun, İzmir vb. Sunucu Yıldırım ise sanki “ceylan” diyormuş gibi, Seylan’ın ikinci hecesini vurguladı.
Türkçe diksiyon eğitiminden geçmiş yetenekli, deneyimli, birikimli pek çok kültür insanımız işsiz gezerken bu denli basit sesletim kurallarını bile bilmeyen kişilere “bilgi yarışması” sundurmak da bize özgü liyakat (!) örneklerinden olmalı!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Şair yaralı bir kuştur
Şiirsizlik kurşunlarıyla vurulmuştur.
1) Anılarımın Kardeşi İzmir, Literatür, 2001
2) agy. sayfa 60 – 61
3) agy. sayfa 130 – 131
4) Sabah Kitapları, 1998