‘OĞLUN KÖLE, KIZIN CARİYE OLDU’

Bugün 15 Aralık 2021biz Türkler için önemli bir günün, 128. yıl dönümü.

Danimarkalı bilim insanı Vilhelm Ludvig  Thomsen; 15 Aralık 1893’te, Göktürk Abecesi’ni çözüp Orhun Yazıtları’nı okuduğunu bilim dünyasına açıkladı.

* 1889 yılında Moğolistan’ın Orhun Vadisi‘nde bulunan yazıtlar; tarihte ilk kez “Türk” adının geçtiği, VIII. yüzyıla ait ‘anıtsal belge’ niteliğinde. Göktürk Devleti yöneticisi Bilge Kağan, yazıtlarda halkına, aklın sesine kulak vermediği dönemlerde hangi ‘ibretlik’ durumlara düştüğünü anımsatıyor:

“Bey olacak erkek çocuğun köle, hanım olacak kız çocuğun cariye oldu.”

* Anıt / yazıtların bulunuşundan sonraki dört yıl içinde yani 1893’e değin bizden hiç kimse, -kimilerinin belki varlığından bile haberdar olmadıkları- bu belgelerde ne yazıldığını merak etmemişti. O sırada Osmanlı tahtında 34. (Fetret Devri’ndeki Emir Süleyman ve Musa Çelebi’yi de sayarsak 36.) padişah II. Abdülhamit oturuyordu. Osmanlı deyişiyle “kefereden” (Müslüman olmayan, kâfirlerden) bir dilbilimcinin çıkıp atalarımız hakkındaki bu belgeleri çözmesinden eziklik de duymamışlardı.

Üstelik, toplumun ve devletin varlığını sürdürebilmesi (beka) için türlü yaşamsal öğütleri / acı deneyimleri içeriyordu, Orhun Yazıtları:

– Devletin bağımsızlığından asla vazgeçilmemesi gerektiğini,

 Türklerin, yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğunu,

-Yabancı kültürlerin (o dönemde Çin, günümüzde Arap) etkisinde kalmanın, bize kişiliğimizi kaybettirdiğini…

BÖLÜNDÜ VE YOK OLDU

* Söz konusu anıtlara, ‘sonsuza dek kalıcı olması’ dileğiyle “Bengü Taşlar” adını veren Göktürklerin 552’de kurdukları devletin kökeni, İsa’dan Önce’ye dayanıyor. Hunların sağladığı birlik, yetersiz yöneticilerin dar görüşlülüğü yüzünden 630’da bozuldu, ülkede iç savaş  çıktı. İkiye bölünen devletin yeniden toparlanması ancak yarım yüzyıl sonra 682’de başarılabildi.

* İkinci Göktürk Devleti, Bilge Kağan’ın yönetiminde en parlak dönemini yaşadı. Adı gibi bilge kağan, 734’te öldü. Yerine gelenler onun yerini dolduramayınca devlet zayıfladı. Ülkede çıkan kargaşanın önü alınamadı. Bu duruma, Uygur Türkleri’nin saldırıları eklenince 745’te Göktürkler, tarih sahnesinden silindi.

Y. HAS HÂCİP DE UYARDI

* Orhun Yazıtları, yazınsal (edebî) metinler; bunlarda Türkçenin söz dizimi (tümce bilgisi, sentaks) günümüzdeki gibi özne – tümleç – yüklem biçiminde. (1) 

* Ardından, atalarımızda uzun bir metin suskunluğu dönemi oldu. Müslümanlığın benimsenmesinin ardından XI. yüzyılda, Yusuf Has Hâcip “Kutadgu Bilig”i, Kaşgarlı Mahmut da “Divanü Lügât-it-Türk”ü kaleme aldılar.

* “Kutadgu Bilig” mutlu, talihli olma bilgisi ya da siyasal egemenliği elde tutma bilgisi, demek. Yazar, yapıtında “Tüm kötülüklerin anası bilisizliktir (cehalet).” diyor. Hakanın ulusunu eğitmek, okutmak zorunda olduğunu vurguluyor. 

“Törü kılsa ilke könü bolsa beg / Tileg arzu bulgay bu kolsa kalı”. (Töre kılsa ülkesine, doğru olsa bey / Yerine gelir her emeli, her isteği).

* “Kutadgu Bilig”in yazıldığı yıl (1071), ortada henüz yazınsal anlamıyla ne İngilizcenin ne de doğru dürüst Fransızcanın olduğunu anımsatalım.

* Bir anımsatma da Arapçaya özenenlerimize: Kaşgarlı Mahmut, “Divanü Lügât-it-Türk”ün önsözünde, bu yapıtı “Araplara Türkçe öğretmek için” yazdığını belirtiyor.

NAİMA: ‘TÜRKLER MANKAFA’

* 14. yüzyılın başında tarih sahnesine çıkan Osmanlı ise İslamiyetten önceki geçmişimizi sanki yok sayıyordu. Atası Türkleri aşağılıyordu da. 1591-1659 yılları arasında saltanat süren sekiz padişahın günlüklerini tutar gibi ‘tarih’ yazan Naima, “Etrak bîidrak” (Türkler mankafadır) diyordu.

* Osmanlı, Türkçeyi de aşağıladı. Osmanlı saraylarında, sözümüz ona Türkçe konuşuluyordu. Ama, hanedan “Türklük bilinci”nin yanı sıra “dil bilinci”nden de yoksundu. Zaten anneleri yabancı olan (Rus, Sırp, Rum vb.) Osmanlı padişahlarının Türkçeyi ‘ana dili’ olarak görmemeleri bir bakıma olağandı.

Hanedan, özellikle kendini dinsel (İslamî) terimlerle tanımlamaya başladıktan sonra ise “Türk”e ve “Türkçe”ye, ‘küçültücü anlamlar’ yükler olmuştu.

* Arapça – Farsça kırması, uydurma bir dil olan “Osmanlıca”, aynı anlayışla üretildi. Osmanlı saraylarında Türkçe, yazın (edebiyat) dili olarak da neredeyse ayıplı sayılıyordu. Devletoğlu Balıkesirî (Yusuf), 1423-1424’te fıkıhla ilgili “Vikaye” (Koruma) adlı yapıtı Türkçeye çevirdiği için neredeyse özür dileyecekti:

“Dinle şimdi Türkî bir manzum kitâb / İtdiğimçün siz bana itmen itâb (beni azarlamayın)”.

‘YEMEK DUASI’ TÜRKÇESİ!

* İlk Türk abecesi (Göktürk Abecesi) ile yazılan Orhun Yazıtları’nda; “Türk” sözcüğünün yanı sıra Thomsen’in ilk okuduğu sözcüklerden ikisi, “Tengri” (Tanrı) ve “Kök Tengri”ydi (Gök Tanrı).

* Günümüzde kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayanlar, Tanrı sözcüğünü sevmiyorlar. Bunun özgün bir örneğini,  İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, üç yıl kadar önce vermişti. Sayın Soylu, Jandarma Genel Komutanlığına gönderdiği bir yazıyla askerimizin ‘Yemek Duası’ndaki “Tanrı” sözcüğünün, Arapça “Allah” sözcüğüyle değiştirilmesini istemişti:”Allah’ımıza hamdolsun. Milletimiz varolsun. Afiyet olsun!”

*Sayın Soylu ve öteki ‘muhafazakârların’ dikkatine: Düzenli ilk Türk ordusunun; İÖ 209’da kurulduğu kabul edildiğine göre, iki bin 230 (yazıyla ‘iki bin iki yüz otuz’) yıllık geçmişi var. Atalarımızın dilsel / dinsel kalıtı “Tanrı” sözcüğü de en az bin 300 (yazıyla ‘bin üç yüz’) yıllık. ‘Muhafaza’ etmemiz gereken bu gibi değerlerimiz değil mi!

* “Tanrı”nın, çok tanrılı dinlerdeki ‘ilah’ın karşılığı olduğu tezine inanıp “Allah” sözcüğünün yeğlenmesini savunanlara itirazımız var. “Tanrı”; küçük ‘t’ ile yazılınca söylencelerdeki (mitoloji) ya da çok tanrılı dinlerdeki ‘ilah’; büyük ‘T’ ile yazılınca Arapça “Allah” ile eş anlamlı olur.

SON SÖZ: Biz Türk’üz. Binlerce yıllık tarih yolculuğumuzda nice çetin güçlükleri aşarak Büyük Önder Atatürk sayesinde bu günlere ulaştık. Bin üç yüz yıllık Göktürk Anıtları’ndan sonra Anadolu’ya ‘son yazıtlarımızı’ bırakıp üzerine şu ‘ibretlik’ saptamayı yazmayalım:

“Bey olacak erkek çocuğun köle, hanım olacak kız çocuğun cariye oldu.”

DİL YANLIŞLARIMIZ

* Bir siyasal parti liderinin, 1 Aralık 2021 günkü grup toplantısındaki konuşmasından:

— Bizim vizyonumuzda, ‘rantiyeciliği’ ortadan kaldıracak projeler var.

Parasının ya da malının mülkünün geliriyle geçinen kişiye “rantiye” (Fr. rentier) denir; “rantiyeci” yanlış sözcük.

“Rantiye”ye öz Türkçe “getirimci” karşılığı önerildi ama gördüğümüz kadarıyla şimdilik benimsenmiş değil.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Lideri her fırsatta

“Yaratılanı severim…

Yaradan’dan ötürü”

Diyen bir ülkenin polisi

‘Allah yarattı’ demiyor!

 

1) Kemal Bek; “Sözlü Yazın Dönemi’nden Tanzimat Dönemi’ne Eski Türk Yazını”, Donkişot Güncel Yayınlar, 2007, İstanbul, sayfa 95 – 96