Geçmişte yaşamak, ilerlemekte olanların kaldırdığı tozu yutmak demek.
Edilgin (pasif) olmak da öyle.
Değerli çevirmen arkadaşımız Süha Sertabiboğlu sağ olsun, İngilizceden Türkçeye çevirdiği son üç kitabı bize verdi. Kitaplardan birisi için de “Okumaya bundan başla.” dedi.
Süha’nın önerdiği ilk kitabın adı: “Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı”. (1)
Hayatımızda hiç motosiklet kullanmadığımız için -keşke herkes, 67’sinde bisiklet sürmeyi öğrenen Tolstoy’un örnek cesaretine sahip olabilse- öneriyi önce yadırgadık. Sonra kitabın daha küçük puntolarla yazılmış ikinci adını görünce uyanır gibi olduk; “Değerlerin Sorgulanması”.
‘DOLAYSIZ BİLİNÇ KAÇIRMAZ’
“Motosikletle gezerken her şeyi, öteki araçlardayken gördüğünüzden tümüyle farklı görürsünüz. Arabayla gezerken hep kapalı bir yerdesinizdir ve alışık olduğunuzdan, araba penceresinden gördüklerinizin televizyondakilere benzediğini fark etmezsiniz. Pasif bir gözlemcisinizdir ve sizinle birlikte giden sıkıcı bir kafesin içindesinizdir.
Motosiklette bir kafes yoktur. Her şeyle doğrudan temastasınızdır. Artık, izlemekten öte, sahnedesinizdir; bunu kuvvetle hissedersiniz. Ayağınızın on santim altında vızıldayan asfalt gerçektir; her zaman üzerinde yürüdüğünüz şeydir; oradadır; (…) istediğiniz an ayağınızı indirip dokunabilirsiniz ve dolaysız bilinciniz hiçbir şeyi, hiçbir yaşantıyı kaçırmaz.” (sayfa 12- 13)
‘OTOMOBİLLİ YAŞAM’
Kitaptan alıntıladığımız bu iki paragraf, bizim gözümüzde otomobilin pabucunu bir kez daha dama attırmaya yetti.
Rus yazar İlya Ehrenburg‘un (1891 – 1967) Cumhuriyet gazetesinde yıllar önce tefrika edilen belgesel romanı “Otomobilli Yaşam”ı (2) okuyunca ‘kapitalizmin insanlığa, otomotiv sanayisi yoluyla nasıl bir tuzak kurmakta olduğunun’ ayırdına varır gibi olmuştuk.
Ama arada, atı alan Üsküdar’ı geçti. İngiltere’den sonraki yeni sanayi devi ABD; Cumhuriyet Türkiye’sini demir ağlarla örmenin ‘-İlya Ehrenburg gibi- komünistlerin işi’ olduğuna, 1950’lerin iktidardaki Demokrat Partisi (DP) aracılığıyla Türk’ü inandırmıştı.
Artık ucuz, raylı kitlesel ulaşımdan ve aynı yolla ticarî / sınai taşımacılıktan, “Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır.” düzenine geçiliyordu.
Asfalt yolundan benzinine, lastik tekerleğinden yedek parçasına değin dışa bağımlı düzene…
Gezegenimizde ‘yenilenemez enerji kaynağı’ tüketicisi, doğa kirliliği nedeni olmasının yanı sıra neredeyse mahalle bakkalına bile otomobille gitmeye başlayan insan için araba sevdası, ayrıca “obezite” demek.
Aynı yıllarda Münir Nurettin Selçuk, Vecdi Bingöl’ün şiirini mahur makamında besteleyip seslendirecekti:
“Otomobil uçar gider /Ömrüm gibi geçer gider /Ben talihin peşindeyim / Talih benden kaçar gider…”
Eğlenceli şarkının devamı, durumumuzu biraz daha açık ediyor, direksiyonun ‘yâr (ABD) elinde’ olduğunu dosta, düşmana haykırıyordu sanki:
“… Otomobil tuttu yolu / Bu yolda macera dolu / Direksiyon yâr elinde / Gönlüm ardına koşulu…”
YARININ EDİLGİN GÖZLEMCİSİ
Birsig’in motosiklet kitabıyla aynı günlerde okuduğumuz bir gazete haberi, ülkemizde gelecek kuşakların ‘edilgin bir gözlemci’ olmaları için kimi ilgililerce nasıl ‘korkunç çaba’ harcandığının gündelik, sıradan bir örneğini yansıtıyordu.
Yaşı gereği bisikletten motosiklete henüz geçememiş bir çocuğa yaşatılan, ömrü boyunca unutamayacağı ruhsal çöküntüyü…
M. A. ailesiyle Safranbolu‘da yaşayan 11 yaşında bir çocuk. Bir gün sinemadan çıkmış, bisikletiyle evine gidiyor. İzlediği, bir düşlem kahramanının darda kalanların imdadına koşup kötüleri alt ettiği bir film belki.
Karanlık salonda çıkıp bisikletinin selesine kurulduğunda, artık o bir ‘izleyici’ değil; M.A.‘nın ‘kendisi sahnede’. Omuzları dikleşmiş, pedala daha özgüvenli, daha güçlü basan bir kahraman.
Ama o ne?..’Ayağının on santim altındaki asfalt vızıldarken’ yaşamın bir başka gerçeğiyle karşılaşıyor, M.A. Çocuk bisikletinin yolu bir araç tarafından kesiliyor. Gerisini, İHA muhabirine konuşan M. A.‘dan dinleyelim:
“Araçtan inen bir kişi sert bir biçimde kolumdan tuttu. ‘Bu bisikleti nereden aldın, nereden çaldın?’ diyor. ‘Çalmadım, bisiklet benim.’ diye yemin ediyorum, dinlemiyor. Kaçmayı deniyorum, olmuyor. Sonra diğeri geldi, belime sarıldı. (…) Yine kaçmaya çalışırken ikisi tuttu. Yere düştüm, bisikletime sarıldım. Bana ‘Polisim’ demeden saldırdı. ‘Babamı arayalım, babam memur.’ diyorum, dinlemiyor. Acayip korktum. Sanki kaçıracaklarmış gibi her yerimden tuttular, çok kötüydü…”
M.A.’nın babası da kendi anlatımıyla karakola gidip oğlunun yerlerde sürüklenmiş, darp edilmiş olduğunu görünce çılgına dönüyor.“Çocuğu takip edip evime gelseydiniz…” diye sitem ettiği polisten, “Senden mi öğreneceğiz!” yanıtını alıyor. Baba, kendini tutamayıp polise, ‘yüzüne tükürülesi insanlar’ diye hakaret ediyor ki elbette bu da onaylanabilir bir tepki değil. Hastaneden rapor çıkartıp karakola gittiklerinde ifadelerinin alınmadığını, 3,5 saat bekletildiklerini belirtiyor. Kendilerinden şikâyetçi olacağını söylediğinde de karşılaştığı tavır değişmiyor: “Nereye gidiyorsan git, şikâyetini yap!”
ANALARININ AK SÜTÜ GİBİ…
“Edilgin; pasif (Fr. passif)“ sözcüğünün öz Türkçesi; ‘çekingen, durgun’ demek. Felsefî anlamıyla da ‘Bir şeye karşı tepki göstermeyen, başkasının etkisinde kalan, etkin karşıtı’.
11 yaşındaki M. A.’ya yaşatılan, kendi çocuğumuzun başına gelmedikçe hangimiz için düşündürücüdür?
Çocuklarımız, uzun yıllardır bu ve benzeri ağır baskılarla ‘sinik, silik birer kişilik’ olarak yetiştirilmek isteniyor. Verdiğimiz eğitimle (?) onlara ‘sorgulamayı’ öğretmek yerine, ilkel geçmişte yaşamaya mahkûm olmalarını, bir bakıma uygar dünyada ilerlemekte olanların kaldırdığı tozu yutmalarını reva görüyoruz.
Oysa yine Birsig’in belirttiği gibi, en hafif deyişle ‘dolaysız bilinçleriyle yaşantıyı kaçırmamak’, bizim çocuklarımıza da analarının ak sütü gibi hak.
DİL YANLIŞLARIMIZ
* ‘En az’ anlamındaki Arapça kökenli “asgari” sözcüğü, ekran gediklilerinin baş belası! Geçen hafta, 2022 yılında çalışanlara verilecek en az ücret (4.253 TL) belirlenince haber kanallarında sesletim şenliği (!) yaşadık:
“Asgari”, “askerî”, “asgeri”…
* Genç bir sunucu, çalıştığı tv kanalında 19 Aralık günü ağırladığı ünlü gazeteciye sordu:
— Yaptığınız haberlerle çok sevildiniz ama çok da düşman kazandınız…
Biz de bu değerli sunucuya soralım:
İnsanın yeni düşmanlarının olması, bir ‘kazanım’ mıdır?
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Sanmayın yanınıza kalır kâr;
On iki yıl önce bu gün
Ölüme yolladığınız
Onur timsali Yarbay Tatar;
Gün gelir Themis’in…
Ruhuna bürünür de hepinizi,
Kefelerine masum kanı bulaştırdığınız
Adalet terazisinde tartar.
1) Robert M. Birsig, Ayrıntı Yayınları, 20. basım, 2021
2) İlya Ehrenburg’un söz konusu kitabı, ülkemizde önce “Otomobilli Yaşam” (1984) adıyla Oda Yayınları’nca ; sonra “Ve İnsan Otomobili Yarattı” (1999) adıyla Payel Yayınları’nca basıldı.