MECLİS ‘DALYA’ DERKEN…

Ulusça göğsümüzü kabartması gereken bir başarı:
TBMM, 100 yaşında.
23 Nisan 1920 günü cuma namazından sonra dinsel törenle, dualarla açıldı, Meclis. 115’i memur ve emekli, 61’i sarıklı (Müslüman din adamı, hoca), 51’i asker, 49’u hukukçu, 37’si tacir, 26’sı çiftçi, 21’i hekim, sekizi şeyh, altısı gazeteci, beşi ağa ve beşi aşiret reisi olmak üzere 384 milletvekiliyle…
Açılıştan beş hafta önce, takvimler 16 Mart 1920’yi gösterirken Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u İngilizler işgal etmişlerdi.
İşgalcilerle işbirlikçi Padişah Vahdettin ve İstanbul hükümeti, Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğindeki “Kuruluş” hareketini durdurmak için ortak çabalara girişmekte gecikmediler.
Bu amaçla önce halkımızın dinsel duyarlılığına seslenmeyi seçtiler. 11 Nisan’da yayımlanan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzalı fetva ile Kurtuluş Savaşı kahramanlarını ‘halifeye isyan etmiş din düşmanı’ diye nitelendirilip ‘katledilmelerinin dinen vacip’ olduğu ilan edildi.

HEDEF, MUSTAFA KEMAL’Dİ

İstanbul’daki mütareke basınında yayımlanan fetva, Anadolu’nun dört bucağına dağıtıldı. İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Rum, Ermeni teşkilatları da dağıtımda görev aldılar.
Ancak, dönemin ileri görüşlü din adamları azımsanmayacak sayıdaydı.
Yurtsever ulemadan Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi (Börekçi) başta olmak üzere pek çok din bilgini, Dürrizade’nin fetvasını etkisiz kılmak üzere ‘karşı fetvalar’ yayımladı. Sayıları 152’yi bulan söz konusu din bilginlerinin tarihsel çabaları olumlu sonuç verdi ve Anadolu, kahramanlarının “Kuruluş” hareketinde yanında yer aldı.
İngiliz işgalciler, Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit; Mustafa Kemal’in askerî dehasını biliyorlardı. Kurucu liderlikteki üstün gücünü, yeteneğini de anlayınca O’nunla arkadaşlarının arasına fit sokmaya çalıştılar:
“İngiltere şiddet gösteriyorsa sebebi, başta Mustafa Kemal olduğundandır. Eğer O’nu bırakırsanız barış şartları da hafifler.”

“HATIRLAR MISIN RECEP…”

Bir 23 Nisan akşamı Çankaya’da Atatürk, o günlerden söz ederken şöyle diyecekti (1):
“İç isyan, Ankara kapılarındadır. Başta ben olmazsam tehlikenin hafifleyeceği fikrinde olanlar, böyle bir denemenin faydalı olacağını bana kadar işittirdiler. Ben, nereye gidebilirim? diye sormaklığım üzerine de ‘Şarka (doğuya) doğru!’ tavsiyesinde bulunmuşlardı. (Sofrada bulunan Recep Peker’e dönerek…) Hatırlar mısın Recep, yeni gelmiştin, sana da fikrini sordum. ‘Memleketin menfaati bunda ise fedakârlık etmelisiniz.’ demiştin. Fakat ben, ‘Tarihî bir görevimiz var; Meclis’i açmak! Bu görevi yerine getirelim de sonra düşünürüz, cevabını verdim ve Meclis’in hemen toplanması için tedbir aldım.”
Hiçbir zaman laf altında kalmayan (sonradan başbakanlık görevinde de bulunacak) Recep Peker, bu anımsatma üzerine başını öne eğmişti.

FEVZİ PAŞA (ÇAKMAK) OLAYI

Hem Millî Mücadele hem Kuruluş hem de Devrim yıllarında Mustafa Kemal Atatürk, zaman zaman kendini yapayalnız hissetmiştir. O’nunla önce silah, sonra Devrim arkadaşlığı yapanlar, sanki bir arabayı farklı yönlere çekmeye çalışan güçlü atlar gibidirler. Ama, Mustafa Kemal’in aklı hep galip gelmiş ve O, arabayı devirmeden doğru yöne götürmeyi başarmıştır.
Harp Okulu’ndan en yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un (Şair Nâzım Hikmet’in dayısı) yanı sıra Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele… örneği yazgı ortaklığı yaptığı kahramanlarla zaman içinde fikir ayrılığına düşmüştür. ‘İmkânsız’ görülmesine karşın kazanılan bir Kurtuluş Savaşı, kurulan bir Cumhuriyet ve Anadolu Devrimi gibi tarihin seyrini değiştiren olağanüstü dönemlerin kaçınılmaz olgularıdır belki de bu sürtüşmeler.
Her biri ülkesinin yoluna baş koymuş tarihsel kimliklerden biri olan Fevzi Paşa’nın (Çakmak) önceki hafta 70’inci ölüm yıldönümüydü (doğumu: 12 Ocak 1876- ölümü: 10 Nisan 1950).
Rahmet ve minnetle andığımız Fevzi Paşa, Türkiye’nin Atatürk’ten sonraki ikinci ve son mareşali, ilk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk Genelkurmay Başkanıdır.
Fevzi Paşa’nın Millî Mücadele’ye katılması ve Atatürk’le ilişkisi, çok yakından bilinmez. Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı (2) bu ilişki şöyledir:
Fevzi Paşa, İngilizlerin İstanbul’u işgalinden önce iki ayrı İstanbul hükümetinde Harbiye Nazırlığı (Millî Savunma Bakanlığı) görevinde bulundu. İngiliz işgali sırasında görevden ayrıldı. Ama, Damat Ferit Paşa’nın 5 Nisan 1920’de kurduğu yeni hükümette de aynı bakanlığa talip oldu. Bu amaçla Boğaziçi komşusu Cemil Molla’nın aracılığını istedi.
İşte, Falih Rıfkı Atay söz konusu noktada çok şaşırtıcı bir savda bulunuyor. Atay’a göre, Fevzi Paşa’nın yeniden Harbiye Nazırlığı koltuğuna oturmak istemesindeki “gerekçe” şudur:
“Anadolu ile ancak kendisinin başa çıkacağı, eski paşalardan hükümetin faydalanamayacağı…”
Cemil Molla, Damat Ferit’e bu isteği iletir. Damat Ferit de olumlu karşılar ama Padişah Vahdettin, İngilizlerin Fevzi Paşa’yı istemedikleri savıyla geri çevirir.

POLİTİKADAKİ USTALIK

Reddedilmenin üzüntüsüyle Beykoz’daki konağına çekilen Fevzi Paşa’nın evine bir gün İstanbul’dan Anadolu’ya gönüllü götüren bir kişi gelir. Kendisine, ‘Malta’ya sürüleceğini’ bildirip Anadolu’ya kaçmasını öğütler. Paşa da öğüde uyar ve Ali Fuat Paşa’nın (Cebesoy) Geyve’deki karargâhına sığınır. Ali Fuat, durumu Ankara’ya bildirir. Mustafa Kemal, Fevzi Paşa’yı bağışlamak istemez. Fakat, Ali Fuat şu akılcı gerekçeyle Mustafa Kemal’i ikna eder:
— İstanbul hükümetinin Harbiye Nazırının bile Ankara’ya gelip Millî Mücadele’ye katılmış olması, çok iyi bir hava yaratır.
Mustafa Kemal, böylece Ankara’ya giden Fevzi Paşa’yı -yine Falih Rıfkı Atay’a göre ‘tutucuların da hoşuna gider tipte’ olduğundan- ayağının tozuya Meclis kürsüsüne çıkarır. Ve Fevzi Paşa, İstanbul hükümetini yerdiği bir konuşma yaparak Atatürk’ün kahraman ülküdaşları arasındaki yerini alır.
Tarihi yönlendirenler, elbette yazanlar değil, yapanlardır.
Bizim, Mustafa Kemal Atatürkümüz gibi…
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı 100’üncü kez kutlarken 83 milyon Türk olarak ölümsüz Atatürk’ün, -saygınlığına gölge düşmesine asla izin vermememiz gereken- en değerli kalıtlarından yüce Meclis için içten dileğimiz:
Nice onurlu yüzyıllara!

DİL YANLIŞLARIMIZ

Bir politikacı, 15 Nisan 2020 günü konuk olduğu tv kanalında, bir bürokratın kiraladığı kamuya ait evin bahçesinde izinsiz tadilat yapmasını haklı olarak eleştirirken şöyle dedi:
— Mezbelelik olması size bu hakkı vermiyor.
Arapça kökenli “mezbele”, çöplük demek.
“Mezbele”nin sonuna “-lik” eki getirmek bizce yanlış; “çöplüklük” (!) demek gibi.
Bir başka politikacı da aynı kanalda ertesi gün, devlet bütçesinden söz ederken şunları söyledi:
— Aklıselim herkesin bilmesi lazım…
Yine Arapça kökenli “aklıselim”; ‘doğru, akla uygun yargılara varma yeteneği’ anlamına gelen bir addır. Türkçesi: Sağduyu.
Bu adı sıfat yapacaksanız; “aklıselim sahibi” ya da öz Türkçe ile “sağduyulu” diyeceksiniz.
Siyasetçiden, düşüncelerini onaylayalım ya da onaylamayalım, halk kitlelerine en azından doğru ve güzel Türkçe ile seslenme sağduyusu göstermesini beklemek en doğal hakkımız.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Bugün 23 Nisan
Ay – yıldıza sarılıp
Al – beyaz gözyaşları
Dökmek istiyor insan.

1) Falih Rıfkı Atay; “Çankaya – III”, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, sayfa 21
2) Age. sayfa 23 – 24